GENÇ ADAMIN İLGİSİ Serisi - Toplam 7 bölüm +

GENÇ ADAMIN İLGİSİ 6

← Ana Sayfaya Dön ← Geri Dön
📌 KOMŞU

O bir ay bir türlü geçemedi. Dolabımın bir kapağını dolduran ayakkabı kutularımdan birinde, uzun deri çizmemin içine sakladığım tıpayı her hafta en az bir kez çıkarıp kendime takıyor, o gün bana telefonda yaptırdığı gibi domalıp tıpayı duvara yaslıyordum. Öylece arkamı dolduranın Önder olduğunu hayal etmek, muhteşemdi. Kısa sürede tıpaya iyice alıştım. Kutudan çıkarıp anüsüme yaslar yaslamaz içim bir hoş oluyordu: Bir kavuşsam erkeğime de yarım kalan işimizi tamamlasak! Üstelik Önder tıpadan epey daha büyüktü: hem kalınlığı, hem uzunluğu. Ah! Elimdeki şeklini, her bir kıvrımını, ağzıma aldığımda mantar gibi kafasının süngersi dokusunu, tadını, kokusunu ezbere biliyordum. O koca aletinin arkamı dolduracağını düşünmek bile beni nasıl da baştan çıkarıyordu.

Oysa Önder’le o günden beri telefonda konuşma fırsatımız olmamıştı. Neymiş? Sınavları varmışmış.

Derken bir sabah: “Egzersizlerini yaptın mı? Hazır mısın bana? Yarın oradayım.” Mesajını aldığımda eşimi yeni yolcu etmiştim. Mesaj sesini duyar duymaz tahmin ettim, askerdeki sevgilisinden mektup almış bir genç kız gibi yüreğim pıtır pıtır etti. Ne işim vardı ertesi gün? İptal edebilir miydim? Uğramam gereken bir dükkan, ziyaret etmem gereken bir aile büyüğü… İptal edemeyeceğim bir şey yok. Ah, onun yerine Önder’le buluşmak! Geçen seferki gibi, sarılıp dudaklarına yapışacağım. Kuvvetli kollarını belimde hissedeceğim. Olduğum yerde hayal kurarken elimi memelerime götürdüğümü farketmemişim bile. Gergin, ağrıyor resmen, ellerini arzulayan memelerim. Saat kaçta buluşacağımızı sordum. Ailesi evde olmayacak mıydı? Bana bir adres gönderdi. Arkadaşının eviymiş.

O bir ay geçmedi dedim ya, o bir tek gün bitmek bilmedi. Akşam yemeğine dışarı çıkacaktık. Başım ağrıyor, dedim. Dinlemedi. Çıkalım, iyi gelir, dedi. O akşam uzadı da uzadı.

Ertesi sabah 10 buçukta şehrin hiç tanımadığım bir mahallesinde, evden çok rezidans kılıklı, çok katlı bir binanın kapısındaydım. Zilde tanımadığım birinin adı yazıyordu. Basmadan önce Önder’e bir mesaj attım: Doğru yerde miydim? Önder gerçekten o dairede miydi? Elimde telefon, mesaj beklerken kulağımın dibinde megafondan gelen sesle sıçradım: “Açıyorum!”

Neyse ki asansör vardı, zira arkamdakiyle merdiven çıkmama imkan yoktu. Siz sormadan söyleyeyim, hayır, bunca yolu arkamda tıpayla gelmedim. Bir kere onunla hareket etmek hiç kolay değil. Ani bir hareket yaparsam, biraz öne eğilsem sanki çıkıverecek. Dik ve dikkatle yürürsem öyle hissetmiyorum. İkincisi, dediğim gibi, doluluk hissi beni baştan çıkarıyordu. Bir de arkamda tıpa olduğu halde evin dışında olmak beni iyice kızıştırmıştı. Böyle taksiye binsem, üstelik gittiğim yerde Önder’in beni beklediğini bilsem, arabanın içinde, oturduğum yerde kendime dokunmadan boşalırdım. O yüzden de evden çıkarken çantama atmış, adresi bulduğumdaysa yolun karşısındaki unlu mamüllere girip bir kutu baklava satın aldıktan sonra, tuvaleti kullanmayı rica etmiştim. Tuvalet daracık, pek de kirli, bakımsız bir yerdi. Kapıyı arkamdan kapadım, lavabonun kenarına çantamı koydum. Evde temizleyip, kremleyip çıtçıtlı mutfak poşetine koyduğum tıpayı elime aldım. Tuvalette koyacak temiz bir yer yoktu. Taytımı ve külodumu tek elimle indirdim. Dizlerimi hafif kırıp olduğum yerde kıçımı iyice çıkardıktan sonra, elimi uzun tuniğimin altına soktum ve tıpayı içime ittim. Belki de yabancı bir yerde olduğumuzdan, kendimi sıkmamakta biraz zorlandım ama tekrar dikeldiğimde anüsümü ayıran tanıdık hissi içimi gıcıklıyordu. Kasiyerin yanından geçerken yürüyüşümde bir gariplik olduğunu farketmiş olmalı ki uzun uzun bana baktı. Ya da yanaklarım al aldı da onu farketti. Neyse ki bir şey demedi. Dışarıda sokak boştu. Etrafta beni görebilecek kimse var mıydı? Pencerelerden bana bakıp ne yaptığımı farkeden birisi? Kalbim nasıl da atıyordu! Acaba tıpanın arkası tuniğimin üstünden görünüyor olabilir miydi? (Tabii ki hayır.) Nasıl böyle bir delilik yapmıştım! Ya Önder görünce ne diyecekti? Gözlerine inanamayacaktı!

Şimdi bu satırları yazarken o sabah ne kadar fena bir halt yediğimi daha iyi anlıyorum. O genç adam reşitti, evet, ama ben ondan 10 küsür yaş büyük, evli bir kadındım. Eşiyle seksten çekinen, yatak odasında utangaç biri. Aylar önce Önder bana banyoda sahip olduğunda, henüz eşimden başkasıyla olmamıştım. Nereden bilebilirdim, içimde böylesi arzuların saklı olduğunu? O unlu mamüllerden, Önder’in arkadaşının evine gittiğim o süre boyunca yüreğimi çalkalayan fırtınaları yazsam, bir kitap eder. Kendimden, yaptığımdan şüphe duyuyor ama ayaklarımı da durduramıyordum. Bu genç adamın bana yaptıklarının düşüncesi ve yapacaklarının hayaliyle nasıl da sırılsıklamdım. Ağzımı sikmek istemiş, sikmiş; şimdi götümü sikmek için ayağına, üstelik bilmediğim bir mahallede, tanımadığım birisinin evine çağırmıştı. Bir mesajıyla koşarak gelmiştim, hem de arkamda bana armağan ettiği tıpa takılı olduğu halde. Onu şaşırtmak, cesaretime hayran bırakmak, onun istediğinin bende olduğunu ona kanıtlamak için… En çok da, daha önce tatmadığım zevkleri bana tattırsın diye… Bunların hepsini o gün başaracaktım.

Asansörden indiğimde apartmanın kapısı açıktı. Beni bekliyordu. Üzerinde yalnızca kırmızı bir eşofman altı vardı, üstü çıplaktı. Banyodan yeni çıkmış, eşofmanında su lekeleri, saçları ıslak, göğsü apartman boşluğunun loş ışığında evdeki pencerelerden gelen güneş ışığını yansıtıyordu. Nasıl da yakışıklıydı, kuvvetli kasları öyle biçimli. “Merhaba,” diyecekti ya da ona benzer bir şey. Ağzını açtı. Ama öyle kaldı. Gözümden anlamıştı, yürüyüşümden anlamıştı. “Şaka yapıyorsun!” dedi. Elimden tutup beni içeri çekti. Kendimi bir dairenin geniş ve aydınlık girişinde bulmuştum. Eğilmeden, olduğum yerde ayakkabılarımı çıkarırken Önder beni izliyordu, neredeyse heyecandan yerinde zıplıyordu. Etrafa baktım. Mutfak girişte sağdaydı, kirli tabak çanak tezgaha yığılmış, mutfak masasında bir kahvaltının artıkları duruyordu. Soldaki kapı büyükçe bir salona açılıyordu. Salon, pahalı görünen bir film ve ses sistemi ile Ikea tarzı mobilyalarla sade, ama zevkli, üstelik temiz ve bakımlıydı. Dairenin sahibi olduğunu düşündüğüm genç, belki Önder’den 1-2 yaş büyüktü. Özenli kesilmiş keçi sakalı, kalın çerçeveli gözlükleri vardı. “Hoşgeldiniz,” diyerek bana doğru adım attı. Elini uzatacakmış gibi oldu, tereddüt etti, ben uzanıp elini sıktım. Giyimi kuşamı odaya yakışıyordu. Belli ki paralı bir aileden geliyordu. “Ben Mahmut,” dedi. “Memnun oldum,” dedim. “Keyfinize bakın,” dedi, dönüp salona girerken kaşlarını kaldırarak Önder’e baktı. Beğendiği anlamına mı geliyordu, yoksa yaşıma ya da giyimime şaşırdığı mı? Düşünmeye fırsatım olmadı. Önder pardesümü sırtımdan almıştı bile, beni yatak odası olduğunu tahmin ettiğim bir odaya doğru çekiştiriyordu.

Arkamızdan kapıyı aceleyle kapattığında Mahmut’un odasında olduğumuzu anladım. Kapının yanında büyükçe bir ofis masası vardı; üzerinde en az salondaki elektronikler kadar pahalı görünen bir bilgisayar, karşısında uçak koltuğuna benzeyen bir sandalye. Kocaman, kıvrık bir ekran, masayı tek başına kaplıyordu. Masanın karşısında çift kişilik bir yatak darmağınıktı. Yatağın bir yanındaki duvardaki raflarda kitaptan çok spor aleti vardı; ağırlıklar, türlü el aletleri. Bir de oyuncak karakter figürleri… Diğer duvarı dört kapılı bir gardrop dolduruyordu. Evden etkilenmiştim, fakat aklım aslında Önder’deydi. Masaya sırtımı yaslayıp onu öpmek için uzandım. Farketmedi bile: “Göstersene, görmek istiyorum.” Ben, tamam, diyemeden belimden tutup arkamı çevirmişti bile. Hafifçe öne eğilip uzun, krem rengi tuniğimi kaldırdım. Altında lacivert taytım, kalçalarımı olduğu gibi gösteriyor olmalıydı: Bir de altındaki tıpanın şeklini! “Woow!” diye çığırdı. Elini kalçalarımın arasında, tıpanın üzerinde gezdirdi. “İnanılmazsın, sana inanamıyorum.” Kalçalarımın arasından kadınlığıma kaydı. Avcunun temasıyla bacaklarım titredi. Ağzımdan bir inleme de kaçırdım. Elinin altında nasıl sıcak ve nemli olduğumu hissetmiş olmalı. “Seni fahişe!” diye tısladı. Derken iki eliyle taytımı lastiğinden kavradı, külodumla birlikte yuvvarlak popomdan aşağı yavaşça sıyırdı. Kalçalarım, bütün asaletiyle karşısına çıktığında: “Off,” dedi. Olduğum yerde iyice domalarak popomu kasıklarına yasladım: o gün telefona duvara yaslamamı söylediği gibi. Karşısındaki görüntüye bayılmıştı, ben de onun yarı çıplak haline, göğsünün, omuzlarının biçimine, gözlerindeki parıltıya. Ben belimi bir sağa bir sola kıvırtıp, cilve yaparken elleri biçimli popomda geziyordu. Beklediğim şaplak nihayet indi: “Ay!” deyiverdim. Sonra utandım. O arkadaşının duymasından utanmıyor olabilirdi ama benim için bu tuhaf bir durumdu.

Eşofman altını sıyırdı, taş kesilmiş erkekliğini eline aldı, kadınlığıma yasladı ve kafasını içime itti. Tıpa hala içimdeydi. Kadınlığım onun için şıpır şıpır damlıyordu, arzuyla ağrıyordu, ama arkamı dolduran tıpa beni daraltmıştı. İçime girerken zorlanıyordu, sımsıkıydım, her bir kıvrımının her bir hareketini kadınlığımın çeperinde hissedebiliyordum. Yarısına kadar girdiğinde kadınlığımın dudaklarını anüsümden ayıran deri parçası yırtılacak gibi gerilmişti. Önce ağır ağır, sonra hızlanarak gidip gelmeye başladı. Her seferinde daha derine… Kısa sürede boşalacağını anlamak zor değildi, içimde gepgergindi. Nefesini tuttuğunu farkettim. “Dur, acele etme,” demek istedim. “Ah!” diye inleyerek patladı. Hem de öyle kuvvetle, kasıla kasıla boşaldı ki! Onu sımsıkı saran kadınlığımda her bir sıçrayışını hissedebiliyordum.

← Önceki Hikaye
GENÇ ADAMIN İLGİSİ 5
Sonraki Hikaye →
GENÇ ADAMIN İLGİSİ 7
Yeni bir hikaye mi arıyorsun?

Yorum Yap

Yorumlar