Aradan aylar geçti. Yine de ara ara o günün etkisine giriyordum. Bir de Önder’in odası olduğu gibi duruyordu ya, temizlerken bir acayip oluyordum. Anlamalısınız, eşimden başka neredeyse hiç deneyimim olmamıştı, eşimle de çok sınırlı bir yatak odamız vardı. Ben böyle arkadan işler çevirmeye alışkın değilim! Kaç senelik eşimle bile utanırım ben, yapamam bir şey. Yine de o gün izin vermiştim Önder’e, beni banyoda, lavabonun üzerinde öyle köşeye sıkıştırmasına. Üstelik nasıl da istekle titreyerek! O deneyim, o gün hissettiğim ihtiras, içimde bir şeyleri yerinden oynatmıştı işte. Aradan geçen zamana rağmen, bazen, evde odasına girip de Önder’in kokusunu aldığımda, ya da o gün yaslandığım lavaboyu temizlerken, içim bir acayip oluyordu. Gözlerimi kapatıyordum o zaman, iki parmağımı anüsüme bastırıyordum, aynı onun toparlak kafasının o gün kıçımın arasına sürtündüğü gibi sürtüyordum elimi, yukarı aşağı. O zaman midemde bir şeyler sanki kıpır kıpır oluyor, kalbim pıtpıt ediyor. Hani sanki biraz bıraksam kendimi, içim akıverecekmiş gibi.
O gün temizliğe geldiğimde kapıyı bana Önder açınca donakalıp kekelediysem, sebebi buydu. Geçen aylarda nasıl böyle değişmişti. Saçları biraz uzamıştı, şimdi Kurt Cobaine gibi havalı havalı yüzüne dökülüyordu. Vücudu şekil almıştı, herhalde ağırlık kaldırıyordu. Bir de özgüveni yerine gelmiş: Konuşurken dik duruyor, insanın gözünün içine bakıyordu. Herhalde ağzım açık bakakalmıştım: “Girmeyecek misin Gözde abla?” dedi de eşiği öyle geçebildim. “Hoşgeldin Önder. Çok değişmişsin.” Gülümsedi, yanından yürüyüp gittim, Ayşen ablayı buldum, işime koyuldum. Lakin elim ayağım tutmuyordu, yüreğim ağzımdaydı. Arkamdan gelen her sese sıçrıyordum. Kaç kere Viledayı düşürdüm öyle. Her eğildiğimde gözüm kapıdaydı, beni dikizliyor mu diye bakmadan edemiyordum. Koridorda karşılaşırsak dokunduracak diye ürküyordum. Ya da bir şey diyecek diye…
Önder’le karşılaşmadan işin çoğunu bitirdim. Bir banyo, tuvalet kaldı. Geçen sefer ne olduysa banyoda olmuştu ya, oraya girmek için biraz tereddüt ediyordum. Tam o sırada Ayşen abla da alışverişe gideceğini söyleyip çıkıvermez mi? Ayşen ablayı geçirdim, kapıyı kapatıp döndüm ki ne göreyim: Önder banyonun kapısında beni bekliyor. “Gözde abla,” dedi. Baktım. “O son sefer olanlar için özür dilerim.” Gözü bir an lavaboya takıldı, sonra hemen gözünü kaçırdı, bana nasıl yasladığı gözünün önüne gelmiş olmalıydı. “Kafam karışıktı, üniversiteye gidecektim, sana biraz zor zaman yaşattım.” Samimiydi. Bense bir kez daha donup kalmıştım. Söyleyecek bir söz bulamıyordum. Ay, bana ne oluyordu? Otuzküsür yaşında kadın, bu yeni yetme oğlan karşısında neden böyle aptal gibi kalıyordum? “Neden bahsediyorsun,” demeye başladım, sonra saçmaladığımı farkedip sustum. “Önemli değil,” diyecek oldum, demedim. Önemliydi. Karşısında bocaladığımı görünce gözü parladı. Kaç aydır o anın -hayır, hatta bu anın!- fantezisini kurduğumu anlamış mıydı? Hep mi bu kadar akıllıydı bu oğlan? Yerinden kıpırdamadan: “Yine de özledim seni,” dedi. Hala gözlerime bakıyordu, fakat bu kez farklı bir dikkatle. Bir yırtıcı hayvan avına bakar gibi. Ya da hani, gözümü kırpışımdan, dudağımın köşesinin hareketinden içimi okumak ister gibi. Heyecandan boğazım kurumuştu, yutkunmamı saklamak için başımı çevirdim. Gülerek savuşturmak istedim: “Yok canım!” Ve yanından geçerek banyoya girdim. Kalbim gümgüm çarpıyordu. Koridorda durduğu yerden: “Gerçekten. Seni düşündüm hep.” Bekledi. “Sen de beni düşünmediysen, söyle, seni rahat bırakayım.” Söyleyemedim. “Düşünmedim,” diyemedim. Nasıl diyeyim? Bu genç, yakışıklı oğlan, başka şehre üniversiteye gitmiş de beni düşünmeden koyamamış, orada genç kızlara bakmak yerine beni hayal etmiş. Böyle bir iltifata sizin yüreğiniz dayanır mıydı?
Gözlerimiz birbirine kilitlenmişti. Heyecandan nefes almakta zorlanıyordum. Dünya etrafımda dönüyordu, düşmemek için lavaboya yaslandım. Bana doğru geldi, önümde durdu. Ellerini nazikçe omuzlarıma koydu. Kollarımı okşarken boynuma baktı, sonra gözleri göğüslerime kaydı: Göğüs kafesim inip inip kalkıyordu, o ise öyle sakindi. Ellerini belime götürdü, sıkıca tuttu. Şortunun önünde bir kabarıklık iyice belirgin olmuştu. O şortun altındakini yalnızca bir kez, odasında onu bastığımda bir anlığına görmüştüm, ama daha dün gibi hatırlıyordum şeklini. Ona baktığımı görünce kulağıma eğildi, “dokunsana” diye fısıldadı. O an tek istediğim de zaten buydu! İki elimle uzandım, şortunun üzerinden dokundum. Ellerim titriyordu, bir yandan alt dudağımı dişliyordum. Muhtemelen halime gülerek bakıyordu. Tuttum. Sertti. Süpürge sapı gibi sert. Hatırladığım gibi miydi şekli? Kalıncaydı. Kafasına dokununca irkildi. Hoşuma gitti bu. Sıktım. İnledi. Dikkatimi ona vermek, elimdeki hissine odaklanmak beni sakinleştirmişti. Şimdi onu görmek için sabırsızlanıyordum. Şortunun lastiğini tuttum, bir elimle aşağı çektim, öbürüyle erkekliğini dışarı çıkardım. Evet, aynı hatırladığım gibiydi. Morumsu ve yuvarlaktı kafası, ucu parlıyordu. Ah, arzularımın nesnesi! Yumuşak yumuşak okşadım, her bir kıvrımını, hareketini izleyerek. Acaba dudaklarımı kafasına yaslasam, nasıldı kokusu, tadı, hissi? Islak mıydı? Bastırsam inceden: Dudaklarımdan sert miydi? Başparmağımla kafasının süngersi etini yokladım. Ağzıma sokup dilimin üzerinde tutsam yuvarlak kafasını. Emsem… Ah, eşim senelerdir kaç kere istemişti: Ağzıma almayı bırak, erkekliğinin üzerine konduracağım bir öpücük için bir yalvarmadığı kalmıştı. Bana hep alçaltıcı gelmişti onu yüzümün hizasına indirmek. Önder’in erkekliğine ise nasıl istekle bakıyordum. Ağzım sulanıyordu, aç kalmışım gibi. Ah, ne öpücüğü! Onu bir dondurma gibi çevire çevire…
Erkekliğine odaklanırken neredeyse Önder’in kendisini unutmuşum! Ama o beni unutmamıştı. Daha fazla tutamadı kendisini. “Haydi, annem gelmeden…” dedi ve basma eteğimi baldırlarım açığa çıkana kadar yukarı topladı. İki elimle arkamdaki lavaboyu tuttum. Şimdi ağzım açık yüzünü izliyordum. Vakit kaybetmedi, külodumu yana çekip erkekliğini sırılsıklam, onun için yanan kadınlığımın içine itiverdi. Elleri çıplak baldırımda, popom lavaboya dayalı, dudaklarımı yararak içime santim santim girerken zevkten nefesim kesilmişti. Köküne kadar girdi; o zaman birer derin nefes aldık. Bütün erkekliği içimde, kadınlığım onu bir kılıf gibi sarmış, öyle kaldık. Yüzlerimizin arasında birkaç milimetreden daha fazla yoktu. Açık dudaklarımız karşılıklı, nefesimizi paylaşıyorduk. Derken uzun, derin darbelerle pompalamaya başladı. Arkaya gerilip ona baktım: Kalçaları bacaklarımın arasında danseder gibiydi, karın kaslarının kasılmalarını, belinin kıvrılmasını izlemeye doyamıyordum. Sonra öptü beni, kimsenin daha önce öpmediği gibi… Dili dilime dolanıyor, dudaklarımı emiyordu. Bir yandan elleri vücudumda geziyord; çıplak baldırlarımda dolaşıyor, kıyafetlerimin üzerinden memelerimi sıkıştırıyordu. Bu arada kalçaları hiç durmuyordu, aynı ritmle salınıyor, dalıyor, çıkıyor, dalıyor… Sanki benimle istediği gibi eğleniyordu, bense hiçbir şey yapamıyor, darbelerinin ve dokunuşlarının altında eriyordum. Başörtümü sıkıca tuttu, kafamı sertçe arkaya çekti, açıkta kalan çıplak boynumu öptü: Ne kadar güzel kokuyormuşum! Uzun uzun yaladı, boynumu, kulağımı. Nerede olduğumu unutmuşum, inlemelerim iyice yükselmişti, neredeyse çığlık atıyordum. Hoşuna gitmiş olmalı. Dikeldi: “Eşin de seni böyle inletiyor mu?” diye sordu. Başka zaman olsa beni kızdıracak bu soru şimdi kulağıma çok uzaklardan geliyordu. Tabii ki böyle inletmiyordu. Böyle ihtirasla sikmiyordu. Cevap veremedim. Yüksek sesle inlemeye devam ettim. Kalçaları hiç durmuyordu ki! Tek bir ritmle, bir makine gibi, her seferinde kafasına kadar çıkıp tekrar dibine kadar, kadınlığımdan sıvılarımı kaşık kaşık dışarı çıkartarak… “Çok ses yapıyorsun Gözde abla,” dedi. İşaret ve orta parmağını birleştirdi ve ağzıma soktu. “Em,” dedi. Dudaklarımla sardım. İnlememi durduramıyordum ama en azından ağzım kapalıydı. “Em,” dedi tekrar, “yarağımı emer gibi em.” Emdim. Emdiğim gibi vücudumun kontrolünü kaybettim. Birden sertçe soktu. Zihnimde şimşekler çaktı. Arkamdaki rafa çarptım. Diş fırçaları döküldü. Bir kez daha. Bir kez daha.
Kasıla kasıla boşaldık. Aynı anda.