MÜZİK ÖĞRETMENİM SUNA Serisi - Toplam 8 bölüm +

MÜZİK ÖĞRETMENİM SUNA 4

← Ana Sayfaya Dön ← Geri Dön
📌 FANTEZİ

Müzik Öğretmenim Suna’nın evinden döndükten sonra “duşta bira” yaptım. Şeyma ile yaşadığımız anılar gözünün önünden geçti.

Şeyma’nın yanımda olmasını öyle istemiştim ki. Ama bu neredeyse imkansızdı. Aradan bir yıl geçmişti. Hiçbir iz yoktu Şeyma’dan.

Duştan çıktım. Biraz kitap okumanın dikkatimi dağıtacağını düşünerek kitaplığa doğru ilerleyip elime gelen ilk kitabı çektim. Yaratıcı Eylem kitabı geldi elime.

Zaten duştan çıkmış, yorgun da olduğum için, tesadüfen bir sayfa açıp, ilk paragrafı okuyup, içindeki en çarpıcı cümleye odaklanmak istedi canım. 96. sayfa açıldı, şunlar yazıyordu:

“Bir sanatçı olarak hedefimiz, görünüşte sıradan olanın içinde saklandığı olağanüstülüğü fark etmektir.”

Şeyma’nın net tarifini ver deseler, bu cümleyi gösterirdim. Görünüşte sıradan olanın içinde saklandığı olağanüstülük.

Bunları düşünürken Suna öğretmenden ardı ardına mesajlar geldi:

İlk mesajı şöyleydi: “Biliyorum. Yorgunsun. Karmakarışıksın belki. Ama sabret. Benimle kal. Yıllardır baskı altında tuttuğun hayal gücün ortaya çıkacak.”

İkinci mesaja şöyle devam etti: “Bu dünyada kimsenin aklına gelmeyen fantezilerin ve düşlerin yaratıcısı sen olacaksın. Ben sadece senin içinde olan bilgiyi dışarı çıkaracağım. İnsanlar aslında öğrenmek istedikleri her şeyi bilirler. Sadece bu bilgileri ortaya çıkarmaya ihtiyaçları vardır. Ben senin için bunu yapacağım işte!”

Üçüncü mesajında:” Aşk üretmektir, önceden var olmayan şeyleri yeniden ve yeniden üretmektir. Bu açıdan onun doğuştan gelen bir hak olduğunu söyleyebiliriz. ” dedi.

Dördüncü ve son mesajı şöyleydi: “Sana öğretilen, alıştığın sıradanlıklardan kurtulman için bir dünyanın kapılarını açacağım. Sonrası sana kalmış. Bu yeni dünya senin içinde, ve yeni dünyanın kaşifi sen olacaksın. Çağlayacak ve taşacaksın. Unutma, yalnız olmayacağız.”

Suna öğretmenin mesajlarını defalarca okudum, ilk başta pek anlamadım, biraz felsefe mi yapıyordu ne.

Belki de bende çok farklı bir potansiyel görmüştü. Bilme şansım yoktu.

Sadece bir tek cümlesine odaklandım: “Benimle kal”.

“Seninle kalacağım, ne pahasına olursa olsun.”

5 dakika kadar sonra bir video gönderdi: Kamera sol memesine bakarken, parmakları arasında uhu gibi yapışkan sünen bir sıvı vardı. Baş parmağını ve işaret parmağını açıp kapattıkça o sıvı da uzayıp kısalıyor ara ara yapışkan hâle geliyordu. Parmaklarını açınca meme ucu görünüyor, kapattıkça görüntüden çıkıyordu. Bu parmaklarını açıp kapatma işini belli bir ritimde yapıyordu, aynen kendisiyle yaşadığımız ilk deneyime olduğu şekliyle, önce gözlerime 3 saniye bakması, sikimi üç saniye öpmesi, elindeki iki parça buzla taşşaklarıma 3 saniye masaj yapması gibi.

Videodan sonra şöyle bir mesaj attı: “Parmaklarımın açılıp kapanış süresi, kalbimin atış süresiyle aynı. Güp güp, güp güp. Burada gördüğün şey sadece meme değil, altındaki kalbim de aynı zamanda. Parmaklarım arasındaki sıvının am suyu olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Kalbim de, dilime gelen düşüncelerim de, vajinal kaslarımın hareketleri de tamamen senkronize halde. Her şeyi bir harmoniyle, ritimle ifade etmem hep bu yüzden. Ben bir ritimler bütünüyüm. Ben orgazma ulaştığım zaman ruhum da bedenim de delirir, her hücrem ayrı bir enstrümana dönüşür, bir orkestrayımdır artık. Her hücrem haykırır. Sen benim virtüözüm olacaksın. Sendeki potansiyel ortaya çıkmayı bekliyor.”

Suna öğretmen adeta döktürüyordu. Bambaşka bir dünyadan bahsettiği belliydi. Acaba neler bekliyordu orada beni.

O anlattıkça yükselmiştim epey, attığı videoyu da görünce sikim iyice kabarmıştı. Bir video da ben atmaya karar verdim. Masanın üstündeki vazelinle sikimi yağladım güzelce parıldasın diye, asılmaya başladım. Tam gelmek üzereyken sol kolumu baldırımın üzerine koydum, Suna hocaya kötü sözler söyleyen cemal ile olan kavgamdan kalan yara izimin üzerine boşaldım. Videonun altına şöyle bir yazı ekledim: “Senin için çektiğim acıyı, sana olan tutkumun hazzıyla boyadım. Suna’nın bütün renklerine boyanacağım.”

“Daha şimdiden %1’lik dilimin içindesin. Biliyordum. 1 aya kadar hazır olmuş olursun bile. Gelişimin çok hızlı. Ben şimdi uyuyacağım. Yarın itibariyle sana “mukaddes talimatlar seçkisi” içinden görevler göndermeye başlayacağım”.

Ağzım açık kalmıştı. Neydi bu bir örgüt mü? Seks tarikatı mı? Indie dedikleri bir dini inanç mı? Hindistan kökenli saçma sapan şeylerden miydi? Yoga moga işleri miydi? Kendimi neyin beklediğini düşünürken bir mesaj daha attı Suna:

“Korkma. Bana güven. Seni incitmeyeceğim.”

Düşüncelere dalmamak elde değildi. Kafayı yemiş yeni nesil bir tarikata kapılıp kendimi saçma sapan bir durumun içinde akşam haberlerine çıkmış şekilde bulmak istemiyordum.

Yine de Suna’ya güvenerek: “Biliyorum. Güveniyorum” yazdım.

O geceki konuşmamız böyle sonlandı. Sabah bir bildirim sesiyle uyandım. Şuna mesaj yazmıştı:

“Saat 14:00’te Eminönü’ndeki Krikor Asaduryan Han önünde ol. Kapıdaki güvenlik görevlisine: ‘Bu yetimlere su nerededir?’ diyeceksin. Güvenlik görevlisi sana: ‘Suyun nice taliplileri vardır da harabede biter yolları’ diyecek. Cevap olarak: ‘Onlar hâ derse biz hû deriz. Su burada başlar’ diyeceksin.”

Hiçbir şey anlamamıştım. Cehennem gibi sıcak bir İstanbul gününde kim gidecekti Eminönü’ndeki bilmem ne hanına? Kaçak sigara, zehirli çiğ köfte ve sahte saat satılan yerlerde ne işim vardı?

Yine de merak etmekten kendimi alamıyordum. Atladım bir taksiye, Eminönü’ndeki Krikor Asaduryan Han’a geçtim. Muhteşem bir mimarisi vardı. Ne bir işletme tabelası vardı, ne bir ticari faaliyet izi. Otele benziyordu ama otel de değildi. Kapıdaki güvenlik görevlisi ile diyalogları aynen Suna’nın tarif ettiği şekilde yaşadım.

Güvenlik görevlisi: “Asansörle 6. kata çıkacaksınız. Orada sizi resepsiyon görevlisi karşılayacak.” dedi. Asansörün kapısı açılınca şahsa ve solda iki tane kadın duruyordu. Gayet resmi giyinmişlerdi. Siyah etek, siyah ceket, beyaz gömlek, siyah topuklu ayakkabı. Sağdaki kadının tipi hiç bizim buralardan birisine benzemiyordu. Asyalı gibiydi.

İncecik ama ciddi bir sesle: “Yōkoso go jōsen kudasaimaşita” diye bir şey söyledi, anasının nikahı, yok artık bu ne lan dememe kalmadan yanındaki kadın hemen tercüme etti: “Merhabalar efendim, hoşgeldiniz”. Soldaki kadın her şeyi tercüme ediyordu. Çince mi Japonca mı Korece mi belli olmayan bir dil. Tercümana ne gerek vardı bu kadar basit bir dialog için?

Anlamadığım dilde konuşan çekik gözlü kadın yine bir şeyler söyledi, tercüman: “Şimdi bu kapının önünde bekleyin. Şurada gördüğünüz ışık yanınca ayağa kalkın, sizi içeri alacaklar.”

Çok sonradan öğrenecektim beni karşılayan kişinin, Tokyo Loncası üyelerinden, Tenente türbesine sahip İkari Yuna olduğunu ve kendisini yetiştiren kişinin Suna hoca olduğunu.

Yaklaşık yarım saat kapının önünde, loş bir ortamda, rahatsız bir sandalye üzerinde oturdum. Nihayet ışık yanmıştı. Kapıyı iki kişi, biri sağ kanattan birisi sol kanattan tutarak yavaşça açtı.

Ne yapıyordum? Neredeydim? Buraya nasıl gelmiştim? Ne işi vardı çekik gözlü yabancı bir kadının Eminönü’nde ne olduğu belirsiz bir handa? Heyecandan ve korkudan altıma kaçıracaktım.

Kapıdan girince ilk gözüme çarpan şey, duvara monte edilmiş iki tane kılıç ortasındaki garip güneş sembolü olmuştu. Merakım yerini tamamen endişeye bırakmıştı.

Uzun bir koridora girmiştik, her iki yanında kapılar olan. Her kapının yanından geçişimizde iki kapı birden açılıyor, içinden değişik sembollerle süslü elbiseleri olan bir adam ve bir kadın yürüyüşümüze katılıyordu. Her kapının yanından geçişimizde kıyafetler biraz daha heybetli oluyordu sanki. Bir düzene işaret ediyor gibiydi bu durum.

Koridorun sonundaki altın gibi parlayan, süslü kapının önüne gelmeye yakındık artık. Heyecandan yürüyemiyordum, ayaklarım tutmuyordu sanki. Bir ara başım döndü, düşer gibi oldum, ilk kapıyı açan adamlar koluma girdiler, gözüm karardı. Bayılmışım.

Gözümü açtığımda Suna’nın evindeydim. Yanıbaşımda bekliyordu..

“Nihayet uyandın” dedi, gülümsedi. “Çokları ilk seferde bu aşamaya gelemeden pes ettiler. Korkma. Bana güven. Merakını gidereceğim” dedi. Yanımdan kalkacak gibiydi, kolunu tuttum, “biraz daha kal yanımda” dedim.

Suna’nın kolunu tutarken parmağımda gümüş bir yüzük olduğunu fark ettim. Üzerinde sadece siyah bir nokta olan, parlak bir yüzük. Anlam veremiyordum. Hemen vücudumu kontrol etmeye başladım, bir şey yapmışlar mıydı bana?

← Önceki Hikaye
MÜZİK ÖĞRETMENİM SUNA 3
Sonraki Hikaye →
MÜZİK ÖĞRETMENİM SUNA 5
Yeni bir hikaye mi arıyorsun?

Yorum Yap

Yorumlar