Ali akşam yemeği masasında sessizce oturuyordu. Annesi Emine, sofrayı özenle hazırlamıştı; evin içinde yayılan mis gibi taze pişmiş ekmek ve zeytinyağlıların kokusu ona biraz olsun rahatlık veriyordu. Babası Hasan ise şeker hastalığının etkisiyle yorgun ve bitkindir, yemek yerken neredeyse konuşmuyordu.
Yemek boyunca Emine’nin yüzündeki o eski canlılık yoktu; gözlerinde derin bir hüzün, dudaklarında ise zoraki bir tebessüm vardı. Ali arada annesine bakıyor, onun bu halini anlamaya çalışıyordu. Babasının ise gitgide daha içine kapandığını hissediyordu.
“Baba, bugün nasıldı?” diye sordu Ali, babasının gözlerine bakarak.
Hasan kısa bir sessizlikten sonra, “İyi… Yine biraz yorgunum sadece,” dedi, sesi düşük ve kırılgandı.
Emine masanın diğer ucundan hafifçe başını salladı. Ali gözlemlerken fark etti; annesiyle babası arasındaki o eski, sıcak ilişki artık yok gibiydi. Onların birlikte geçirdikleri son zamanları hatırladı: Sarılıp, sohbet eden, gülen anne babasını değil; şu anki sessiz, soğuk ve birbirinden uzak halleri vardı.
Akşam yemeği sonrası, Ali mutfağı toplarken Emine’ye yanaştı:
“Anne, siz ve baba… Artık eskisi gibi değilsiniz değil mi?” diye sordu çekinerek.
Emine derin bir nefes aldı, gözleri ufka dalmıştı.
“Hasan hastalığıyla çok zor günler geçiriyor. Eskisi gibi güçlü değil artık. Ve… bizim aramızdaki şeyler, çoktan bitti oğlum,” dedi, sesinde hem hüzün hem kabullenme vardı.
Ali’nin yüreği sıkıştı. Kendi içinde bir fırtına kopuyordu; annesine karşı hem bir şeyler hissettiğini biliyor, hem de bu gerçekle yüzleşiyordu. Babasının yerine kendisi varmış gibi düşünceler, kafasında yankılanıyordu.
O gece yatağa yattığında, zihni annesi ve Nazlı Hanım arasında gidip geliyordu. İçinde karmaşık, yeni bir arzu ve sorumluluk hissetmeye başlamıştı. Ali, kendini yalnız ve çaresiz hissediyor, ancak aynı zamanda büyüyordu.
Gece geç saatlerde Ali, telefonunu eline aldı. İçinde bir fırtına kopuyordu; bastırdığı karmaşık duygular, içinde büyüyen çaresizlik ve arzusunun yükü omuzlarına biniyordu. Bir anlık cesaretle, annesine WhatsApp üzerinden bir mesaj yazdı.
Mesajına bir kaç fotoğraf ve bir kaç video ekledi; kendisinin ve nazlı hanımın çıplak oldugu ve sikinin görüntüsüydü. Altına, “Özledin mi, aşkım?” diye yazdı.
Telefonun ekranı birkaç saniye sessiz kaldı. Ali, nefesini tutmuş karşılık bekliyordu.
Fotoğraf ve videolar tek tek açılmıştı. Aradan 5-10 dakika geçti, herhangi bir cevap yoktu. Sonunda beklediği cevap geldi:
-“Bu nedir, oğlum
-Ali?” Pardon anne, yanlışlık oldu” diyip gönderdiği mesajların hepsini silmişti.
Sabahın ilk ışıkları köy evinin penceresinden içeri süzülüyordu. Emine, mutfağa geçmişti. Önünde taze hazırlanmış çay ve kahvaltılık tabakları vardı. Ancak bu sabah farklıydı; Emine’nin üzerinde her zamankinden daha şık, vücudunu saran ince, krem rengi bir elbise vardı. Elbise, ince kumaşı sayesinde hafifçe omuzlarını ve kollarını ortaya çıkarıyor, ince dokusu da onun hâlâ ne kadar genç ve güzel olduğunu belli ediyordu.
Emine, Ali’ye doğru dönüp hafif bir tebessümle:
— “Günaydın oğlum, güzel uyandın mı?” dedi.
Ali biraz şaşırmıştı. Annesinin davranışlarındaki değişikliği fark etmiş, ama bir şey söylemekte tereddüt ediyordu.
Emine masanın başına geçerken yavaş ve zarif hareket ediyor, arada kolunu ya da omzunu hafifçe açığa çıkarıyordu. Ali, gözlerini kaçırmaya çalışsa da, annesinin zarif ve çekici görünüşü aklını karıştırıyordu.
“Bugün işlerin nasıl, yorgun musun?” diye sordu Emine, sesi yumuşak ve samimiydi.
Ali, kendini toparlamaya çalışarak cevap verdi: “İyiyim anne, biraz yoruluyorum ama idare ederim.”
Emine yanına yaklaştı, hafifçe omzuna dokundu ve “Yalnızca çalışmak değil, biraz da dinlenmek lazım,” dedi.
Ali, kalbinde garip bir hisle, annesinin bu yakınlığını ve özgüvenini anlamaya çalışıyordu. Oysa daha önce böyle davranmazdı annesi.
Öğle vakti yaklaştıkça, Emine evde daha da rahat davranmaya başladı. İnce elbisesinin kumaşı, hareket ettikçe vücudundaki kıvrımları belirginleştiriyor, Ali’nin içindeki karmaşık duyguları daha da tetikliyordu. Mutfakta yemek yaparken arada sırtını ona dönüp hafifçe kamburlaşması, ya da otururken bacak bacak üstüne atışı, Ali’nin bakışlarından kaçmıyordu.
Annesinin bu tavırları, Ali’nin içinde gizli kalmış arzusunu daha da büyütüyordu. Ama aynı zamanda bir korku, suçluluk da hissediyordu.
—-Ertesi gün olmuştu…
Sabahın erken saatlerinde Emine, yataktan kalktığında üzerinde ince, hafif parlak, vücudu saran bir elbise vardı. Elbisenin kumaşı, ince dantel işlemeleriyle süslenmişti ve özellikle omuz ile kollarda transparan bölgeler bulunuyordu. Bu elbise, köy evi için oldukça cesur bir tercihti; ince bele oturuyor, kalçalarını zarifçe sarıyordu. Hareket ettikçe kumaşın hafif ışıltısı, Emine’nin yaşına rağmen hâlâ canlı ve çekici olan cildini ortaya çıkarıyordu.
Mutfakta kahvaltıyı hazırlarken, incecik ses tonuyla hafif bir gülümseme eşliğinde Ali’ye döndü:
“Bugün hava çok güzel, değil mi? Böyle günlerde insan biraz daha rahat olmak, kendini iyi hissetmek ister.”
Ali, Emine’nin bu yeni tavrını ve kıyafetini hemen fark etmişti. Annesinin üzerine oturan elbisenin şekli, özellikle beli ve kalçalarını ön plana çıkarıyordu. Ali, sessizce onu izlerken kalbi hızlı hızlı çarpıyordu ama utanıyordu da. Emine, oğlunun bakışlarını fark etmişti; hafifçe başını yana eğip gülümsedi, bu bakışlara karşılık vermek ister gibiydi.
Gün boyunca Emine’nin davranışları da değişikti. Ev işleri yaparken zarif hareketlerle, bazen kollarını yukarı kaldırıp saçlarını toplarken, elbisenin kumaşı vücuduna yapışıyor, Ali’nin gözleri istemsizce bu ayrıntıları takip ediyordu. Arada Ali’ye hafif bakışlar fırlatıyor, yumuşak bir sesle “Oğlum, biraz dinlen, çok yoruluyorsun” diyordu. Ali’nin içinde bir fırtına koparken, Emine’nin tüm bu hareketlerinin, sıradan annelikten çok farklı olduğunu fark etmekten kendini alamıyordu.
Akşam yemeğinde de Emine’nin zarif elbisesi masanın üzerinde bir cazibe unsuru gibiydi. Oğluna daha yakın oturuyor, konuşmalarında daha yumuşak ve samimi bir ton kullanıyordu. Ali ise hem heyecan hem de biraz suçluluk duygusuyla karışık bir haldeydi.
Emine’nin bu yeni halinin altında yatan nedenler ise karmaşıktı; oğluna daha yakın olmak, aralarındaki mesafeyi kapatmak isterken, istemeden Ali’nin içine yeni kapılar açıyordu.