Emine, her zamanki gibi ev işlerine koyuldu. Sobanın üstünde çay demliyor, hamur yoğuruyor, tandır ekmeği hazırlıyordu. Ali, oturduğu yerden onu izliyordu. Yıllardır görmediği bu detayları şimdi farklı bir gözle görmeye başlamıştı.
Emine’nin hareketleri dikkatli, ama alışkanlıkla gelişmişti. Başındaki yazması sabit duruyor ama saçlarının ince perçemleri hafifçe görünüyordu. Elindeki yoğurma gücü, bileklerindeki damarları belirgin hale getiriyordu. Yorgun ama kararlı bir kadındı.
Ali’nin iç dünyasında karmaşık duygular dolaşıyordu. Bir yandan huzur, diğer yandan geçmişteki hatıraların bıraktığı izler… Herkesin gözünde “anne” olan bu figür, onun zihninde şimdi başka sorulara da neden oluyordu. Ama Ali, bu düşüncelerini bastırmaya çalışıyordu.
Öğleye doğru Emine, Ali’ye seslendi:
— “Azıcık bahçeye iniver oğlum. O odunlar orada öyle kalmasın, soba için hazırlayayım.”
Ali, odunları kırmak için bahçeye çıktı. Havanın sıcaklığı terini alnından silerken, Emine arka bahçeye geçip yıkadığı çamaşırları ipe asmaya başladı. Ellerinin hareketi ustalıkla ve özenle doluydu; yılların alışkanlığı, ama aynı zamanda içinde taşıdığı kadınlığın zarif bir yansımasıydı.
İp üzerinde, birbirinden renkli, dantel işlemeli iç çamaşırları sıralanıyordu. Kırmızı, siyah, beyaz ve pudra tonlarındaki sütyen ve külotlar, güneş ışığında hafifçe parlıyordu. İnce dantel kenarları, küçük fiyonklar ve zarif nakışlar dikkat çekiyordu. Emine, her parça için özel bir itinayla hareket ediyor, onları ipe özenle asıyordu.
Ali, uzaktan bu görüntüyü izlerken kalbi tuhaf bir hızla çarpıyordu. Annesinin bu yanını daha önce hiç bu kadar yakından fark etmemişti. Emine’nin bele oturan uzun kollu gömleği, hafifçe belini sarıyor, hareket ettikçe hatlarını belli ediyordu. Hafif kamburlaşan sırtı ve ellerinin narinliği arasındaki tezat, Ali’nin zihninde karmaşık duygular uyandırıyordu.
Bir an için Nazlı Hanım’ın o canlı, parlak teni ve vücudunun hatları gözlerinin önüne geldi. Emine ile Nazlı Hanım arasında hayalinde bulanık bir bağ kurmaya başladı. Emine’nin çamaşırlarını ipe asarkenki cüssesi, Nazlı Hanım’ın onunla paylaştığı o sıcak, davetkar hareketleriyle yarışıyordu adeta.
Rüzgar hafifçe estiğinde, Emine’nin saçları alnından düşüp yanaklarını okşadı. Birkaç tel güneşte parladı. O an Ali, annesine karşı hissettiklerinin farkına vardı ama içinde bir çekinceyle bastırmaya çalıştı.
Emine başını kaldırdı ve uzaktan oğluna baktı. Gözlerinde yumuşak bir ışık vardı.
— “Az kaldı oğlum, biraz daha çalış, sonra yemeğe gel,” dedi, sesi hem yorgun hem de sevgi dolu.
Ali, annesinin bu sesini duyduğunda yüreğinde garip bir sıcaklık hissetti ama içinde yaşadığı karmaşık duyguların ne olduğunu anlamak için kendine zaman tanıdı.
Annesi, kısa aralıklarla alnını siliyor, hafifçe soluklanıyordu. Ter, alnından boynuna doğru küçük damlalar halinde süzülüyordu. Emine’nin yüzünde yorgunluk vardı ama hafif bir memnuniyet de hissediliyordu.
Emine, “Bugün çok yoruldum,” dedi yumuşak bir sesle. “Aç da değilim. Sen önce yemeğini ye, ben biraz duş alacağım.”
Masada önceden hazırladığı yemek tabağını Ali’nin önüne bıraktı. Tabağın içindeki bulgur pilavı, yoğurt ve domatesler, köy mutfağının samimi lezzetlerini taşıyordu. Bu an, Ali’nin içinde hem huzur hem de karmaşık duygular yaratıyordu.
Emine mutfağın köşesine doğru yürürken, gömleğinin birkaç düğmesi daha açıldı ve o narin ama dolgun vücut hatları ortaya çıktı. Ali, o an aklına Nazlı Hanım geldi;
Emine’nin yumuşak ayak sesleri, banyo kapısının hafifçe kapanması, Ali’nin kulaklarında yankılanıyordu. Ali, derin bir nefes aldı, ancak zihni hala annesinin o terle, o kadınsı haliyle doluydu.
Ali, evin ahşap zemininde sessiz adımlarla banyo kapısına doğru yürüdü. Köy evi olduğu için banyonun kapısı, üstten küçük bir boşluk bırakacak şekilde yapılmıştı; içerideki hareketler ve sesler hafifçe dışarıya yansıyordu.
Ayağının altına eski bir tabure yerleştiren Ali, üzerine çıktıktan sonra o küçük açıklıktan annesinin hareketlerini izlemeye başladı. Emine, yorgun ama nazik hareketlerle saçlarını yıkıyor, sabunluyordu. Ali’nin gözleri, annesinin o güzel, parlak vücudunda gezinirken, sıcak bir hayranlık duygular arasında gidip geliyordu.
Ali annesinin banyoda çıplak vücudunu görünce aklına Nazlı Hanım gelir. Onun muhteşem memesi, muhteşem götü, muhteşem amı aklına gelir ve 31 çekmeye başlar. Artık içten içe Nazlı Hanım gibi annesini de elde etmek ister ama nasıl?
Köy evinin ahşap masası, yılların yorgunluğunu taşırken, üzerinde mis gibi kokan yemekler vardı. Emine, o gün, fırını yavaş yavaş ısıtmıştı. Fırında ağır ağır pişen kuzu eti, dışı kızarmış içi ise pamuk gibiydi. Masanın yanlarında ise yanında bol tereyağlı bulgur pilavı, yoğurtla yapılmış cacık, ev yapımı turşular ve köy ekmeği yer alıyordu. Evden yükselen yemek kokuları, bahçedeki ağaçların arasından içeri doluyordu.
Hasan, yavaş adımlarla masaya geldi. Şeker hastalığı nedeniyle yürüyüşü artık daha dikkatliydi, tereddütlüydi ama yine de ailesinin yanında olmanın huzuru yüzüne yansıyordu. Hafifçe dayanarak sandalyesine oturdu, yorgun ama gururluydu.
Ali, masanın karşısında oturuyordu. Babasının halini dikkatle izliyordu; onun güçsüzlüğü ve yorgunluğu içini burkuyordu. Bir yandan da annesine bakıyordu; Emine’nin alnındaki ter, yorgun elleri ve hafifçe çizgilenmiş yüzü onu hem üzüyordu hem de aklına Nazlı Hanım’ın genç ve parlak teni geliyordu. İçinde karışık bir duygu vardı, saygı, özlem, arzu ve suçluluk.
Zeynep, okuldan yeni gelmişti. Yorgun ama enerjik, abisine gülümseyerek, “Bugün sınavlar iyiydi, çok zorlanmadım,” dedi. Ali ise sadece hafifçe başını salladı, düşünceleri başka yerlerdeydi.
Yemek boyunca fazla konuşulmadı. Hasan, arada yemeğini yavaş yavaş alırken, ilaçlarını nasıl kullandığını Emine’ye anlattı. Emine sessizce onu dinliyordu, onun sağlığı için endişeleniyor ama aralarındaki aşkın söndüğünü biliyordu. Artık o dokunuşlar, o göz göze gelişler yoktu.
Ali, yemeğini alırken annesine uzaktan bakıyordu. Emine, elindeki kaşığı hafifçe salladı, terden hafif ıslanmış alnını mendille sildi. Ali’nin aklı yine Nazlı Hanım’a, o sıcak ve cesur kadına kaydı.
Sabahın erken saatlerinde, evin içi hafif güneş ışığıyla doluydu. Hasan, uykusundan uyanmış ama halsizce ayağa kalkmaya çalışıyordu. Ali sessizce mutfağa gitti; taze köy ekmeğini kesip peynir, domates ve zeytinlerle kahvaltıyı hazırladı. Demlikten taze demlenmiş çayın kokusu mutfağı dolduruyordu.
Emine, evin her köşesini düzenlerken, sessizce çamaşırları yıkıyor, bahçeye asıyordu. İnce ipte renk renk dantelli sütyenler, külotlar nazikçe dalgalanıyordu. Bu detaylar Ali’nin aklından çıkmıyordu.
Zeynep okul için hazırlanıyordu, aceleyle defterlerini topluyor, annesine “Anne, akşam geç kalabilirim,” dedi. Emine hafifçe başını salladı, gözlerinde hem gurur hem endişe vardı.
Kahvaltı sofrasında, Hasan hafifçe “Bugün tarlaya çıkalım, biraz hareket iyi gelir,” dedi. Ali babasının yanında yürümeye çalıştı, her adımda babasının yorgunluğu içini burkuyordu.
Tarlada güneş sıcak ve yakıcıydı. Hasan nefesini düzenlemekte zorlanıyor, Ali ona destek oluyordu. İkisi birlikte çalışırken, Hasan arada durup derin nefes aldı, “Güzel günlerdi evlat, hatırlıyor musun?” dedi. Ali cevap vermedi, sadece babasına baktı, içinde bir yandan nazlı hanımın, bir yandan annesinin resmi vardı.
Evde Emine akşam yemeği için hazırlıklara başlamıştı. Zeynep, okuldan gelmiş, masanın köşesinde ders çalışıyordu. Hasan ilaçlarını alırken, Emine onunla sessizce ilgileniyordu. Fakat aralarındaki soğukluk, o eski aşktan eser yoktu.
Akşam yemeği masasında sessizlik hakimdi. Ali annesine bakarken, içinde garip bir çekim vardı