Hayatımın düzeni ilkokula yıllarındayken sıcak bir Mayıs günü değişmeye başlamıştı. İlk ve en büyük değişimi o yıllarda yaşamıştım. Okuldan çıkıp iki sokak üstteki evimize geldiğimde, bahçe kapısının hemen önünde iki tane polis arabasının ve de 5-6 tane polisin beklediğini gördüm. Hepsi de babamın arkadaşlarıydı.
Bahçe kapısından içeri girdiğim birden bire konuşmayı kesip bana doğru bakmaya başladılar. Aralarından Musa abi yanıma gelerek “Serkan naber koçum? İyi misin?” diye sordu. Başımı okşayarak “Hadi yukarı beraber çıkalım.” dedi. O an babama bir şey olduğunu çoktan anlamıştım. Babam Anadolu’nun şehirlerinden birinde narkotik şubede görevliydi ama tam görevi neydi tabiki o yaşlarda bunu bilmiyordum.
“Musa Abi, babam öldü mü?” diye sordum birden. Sorum karşısında eli ayağı birbirine dolanan kocaman adam bir anda karşımda küçülmüş çocuk gibi suratıma bakıyordu. “Gel Serkan’ım gel. Aslan yüreklim, koçum benim.” diyerek sırtımı sıvazlayıp beni evden içeri soktu.
İçeri girdiğimizde annem üçlü kanepeye oturmuş boş boş karşı duvarda asılı olan babamla kendisine ait düğün fotoğraflarına bakıyordu. Her iki yanına komşu teyzeler oturmuş, bileklerini ovuyorlardı.
Ben anneme doğru gidecekken Musa abi “Annenin durumu pek iyi değil gel biz mutfağa amirin yanına gidelim.” dedi. Mutfaktan içeri girer girmez babamın amirim dediği pos bıyıklı geniş omuzlu tabiri caizse pehlivan gibi duran Ramazan Amca birden ayağa kalkıp “Lan kerata. Naber lan? Senin hergün boyun mu uzuyor lan?” diyerek beni kucağına aldı.
Ben ne kadar donuk baktıysam adamın güleç suratı değişmiş aniden tekrar o sert görünüme dönmüştü. Beni kucağından indirip “Geç otur bakalım. Konuşacaklarımız var.” dedi.
“Ben ne olduğunu biliyorum. Ne zaman öldü?” diye sordum aniden. Mutfaktaki herkes bir anda bana kafasını çevirirken Ramazan Amca “Madem anladın. Koca adamsın neticede. Hepimizin başı sağolsun.” dedi.
O andan aklımda kalan tek şeyin sessizce ağlamaya başladığımdı. Sonrasında neler olduğunu net olarak hatırlamıyorum. Cenaze, taziye için gelenler, yemek bırakanlar ve akrabalar derken günler günleri kovaladı. Birkaç haftanın sonunda annemle evde başbaşa kalabilmiştik.
Annem dediğime bakmayın. Bana çokta annelik yaptığını söyleyemeceğim kadın aslında. Beni doğurduktan sonra bakıcıların üstüne atan kadın. Onun tek aşkı hep babamdı. Babama o kadar aşık ve takıntılıydı ki en ufak bir olayda sinir krizine girer günlerce depresyondan çıkamazdı.
Babamın onu hep aldattığını düşünürdü. Şimdi babam öldüğüne göre o da evin içinde hayalet gibi geziyordu. Aslında çok güzel bir kadındı. Babamın da onu aldattığı falan yoktu zaten. Ama akıl bazen mantıklı olmayı rededince bu tip olaylar zincirleme bir şekilde insanın başına geliyor.
Babamın ölümünün üstünde 3 ay geçmiş Ağustos ayının ilk günleriydi. Bahçede mahalledeki çocuklarla oyun oynamaya çıkmıştım. O sırada çok çişim geldiği için koşarak eve geldim. Kapıyı açtığım sırada salondan sandaleyenin yuvarlanma sesi geldiğini duyduğum anda bir şeylerin ters gittiğini hissedip salona doğru hareketlendim. İçeri girmemle annemin tavandan sarkan bir iple kendini astığını gördüğüm anda kısa bir şok yaşamıştım. Ayakları can çekişmesi nedeniyle tittiyordu. Hemen gidip çocuk gücümle yukarı itmeye çalıştım ama beceremedim ama o sırada ipin kopmasıyla birden yere düştü.
Hemen koşup üst kattaki teyzelere haber verdim. Ambulans geldi ve arkasından da yine polisler. Akşam olmuş evde tanımadığım bir kadınla başbaşa oturuyordum. Babam ölmüş, annem de zaten sağlam olmayan aklını tümden kaybetmişti. Babamın tayini ile geldiğimiz bu şehirde hiç akrabamız olmadığından beni sosyal hizmetlerden birine emanet etmişlerdi. Annemin uzun bir tedaviye ihtiyacı olduğu kesindi ve bu süre içerisinde beni birine vermeleri gerekiyordu.
Babam yetiştirme yurdunda büyümüştü o nedenle hiç akrabası yoktu. Anne tarafında ise ev içindeki konuşmalardan duyduğum kadarıyle Bursa ve İstanbul’da yaşayan birkaç akrabası olduğuydu. Hatta küçükken anneme ve babama onlar hakkında birkaç kere soru sormuş karşılığında annemden azar işitmiş ve susmuştum.
Ama şimdi sosyal hizmetler görevlisi İstanbul’dan annemin küçük kızkardeşi olan teyzemin beni almaya geleceğini söylemişti. Sorular karşısında işittiğim azarlardan anladığım annemin kardeşini hiç sevmezdiğiydi. Gelen kadın benim için tamamen yabancıydı. Nasıl olacaktı? Annem gibi o da deli miydi? Beni sevmezse sokağa atabilirdi. Bu düşünceler ile iki gün boyunca kafamın içinde boğuşmuştum.
Aradan 3 gün geçmişti öğle vaktinde bahçenin içindeki çardakta sosyal hizmetler görevlisi ile otururken beyaz BMW marka kocaman bir araba bizim evin önüne yanaşmıştı. İçinden düz uzun saçlı, beyaz tulum giymiş güneş gözlüklü bir kadın indi. “Amına koyayım böyle adresin. Ne kadar zormuş burayı bulmak.” diye söyleniyordu. Daha sonra bahçe kapısından içeri görünce Aysel abla ile bana bakarak “Ayyy merhaba. Serkan burada mı oturuyor?” diye sorduktan sonra “Ay sen Serkansın değil mi? Gözlerin aynı Asiye’nin gözleri gibi mavi. Ama daha çok babana benziyorsun. Zaten… Neyse uzatmayım doğru mu adres?” dedi.
Aysel abla ayağa kalkıp kadına doğru yürüyüp “Siz Asiye hanımın kız kardeşi misiniz?” diye sordu. “Evet maalesef kardeşiz ama ben kendisini seneler önce görmeyi bıraktım. Ya da o bıraktı.” dedi. Aysel Abla “O zaman sizi tanııştırayım.” diyerek eliyle beni gösterip “Asiye Hanımın oğlu yeğeniniz Serkan.” Sonra teyzeme dönerek “Serkan’cım annenin kızkardeşi Neslihan teyzen.” dedi.
Neslihan ile yollarımız kesişmişti. Neslihan göz seviyeme eğilerek kırmızı rujlu dudaklarıyla yanağıma ıslak bir öpücük bırakarak. “Selam yakışıklı. Bu zamana kadar neler yaşadın bilmiyorum ama bundan sonrasında çok eğleneceğiz. Çookkkk.” dedi.Neslihan’ı görür görmez o yaşıma kadar yaşadığım küçük dünyanın tamamen değişmeye başladığını hissetmiştim. O anla ilgili halen hatırladığım en büyük his korkuydu.
O zaman bunu tam idrak edememiş olsam da hayatta bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için, ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur.