Ayağa kalkıp dükkândaki sikko yazıcıdan çıktı almak için tarih öncesi PC’yi açtım. Fotoyu açana kadar 10 dakika geçti, “Amk, vaz mı geçsem?” diye düşündüm. Ama “Sıcağı sıcağına iyidir,” sözü kafamda çınladı. İlkokul hocamın, “Hadi, sıcağı sıcağına!” dediği aklıma geldi. Gazla çıktıyı aldım. Babamın üç beş kazanayım diye kullandığı eski renkli yazıcıdan kimlik fotokopisi çekiyordu. Çıktı hazırdı. Etrafıma bakındım, götüme kaybolmayacak bir şey aradım. En iyisi ince siyah külotlu çoraplardı herhalde, “Onlar sayılı değildir amk,” deyip birini parçaladım. Otuzbirimi çekip, çorapla A4’teki annemin fotoya hedefleyip attırdım. Yanına çorabın ağını yırtıp, külodunu ayırıp telefondan anneme gönderdim.
Ben: Gün gelecek, bunu yaşayacaksın. Senin gibi sağlam kasalı milflere hep attırılır, diye azgınlıkla saçma sapan yazıp gönderdim.
Annem sanala yabancıydı, yelkenleri suya indirir haldeydi.
Annem: Hayvan gibi boşalmışsın, bu ne, oha! Daha fazla kanıt bırakma, güzelce temizle oraları. Bende daha kalitelileri var, uslu dur orada, yazdı.
İşte bu be! Sonunda işe yaramıştı. Elletmese de şimdilik tacizlerime alışıyordu. Evde olup, sabah kahvaltıyı hazırlarken götüne şaplak atmak ya da ütü yaparken arkasından dayamak vardı. Amk, saat 3 mü, siktir ya, yat, çabuk yat, diyerek uyukladım. Sabah telefonun çalmasıyla uyandım, arayan babamdı. “Dün karınla sexting yaptık, ne istiyorsun amk gavatı?” bakışımla açıp dinledim.
Babam: Tarık, Hiranur Hanımlar su böreği istiyor, başka nevale de al, hadi kahvaltıya gel.
“Sikecem Hiranur’unu da seni de baba!” 4 saat uykuyla pastaneciye geçtim.
Pastaneci Rıfat Abi: Tarık, su böreği iki dilim var, başka yok. Kıymalı atayım, taze taze.
Ben: Abi, dur, arayayım sorayım. Baba, alo, he, yokmuş, 2 dilim diyor. Hehe, tamam ya. Abi, suyu küçük pakete yap, bir tek Hiranur Hanım seviyormuş, diğerleri kıymalı istiyormuş. Poğaça falan da at.
Pastaneci Rıfat Abi: O kim, misafir mi var?
Ben: He, abi, Aziz amcanın eşi, babamın amcası.
Pastaneci Rıfat Abi: Ooo, Aziz abim mi geldi, niye demiyorsun lan keraneci? Al şu acıbademleri, çok sever, selamımı söyle. Küçüktük, bizi keraneye almazlardı, Aziz abim bizi 3 filme birden götürürdü, seks filmleri. Gerçi sen bilmezsin, ne filmler vardır şimdi, değil mi? Sabah sabah, sen selametle git, ben babana yazarım, hadi.
Aziz amca gençliğinde hovarda mıymış, vay vay! Acıbademler iyi oldu amk. Dükkâna dönüp ortalığı toparladım. Su böreğine bakıp, “Amk, Hiranur karısı, bu börekte sos eksik, ağzın tatlansın,” diyerek telefonu açıp otuzbire başladım. Dükkân bugün kapalıydı, Rukiye de gelmeyecekti. “Allah’ım sen affet,” diyerek iki dilim böreği aralayıp, elime attırdıklarımdan sürdüm. Kapattım, kusacaktım, övğ! Yesin de ağzı tatlansın, sabah sabah böreğini yesin. 2 saat temiz uykuma mal oldu.
Söylene söylene eve geçtim, zile bastım. Kapıyı kız kardeşim Rümeysa açtı.
Rümeysa: Ooo, abi, ne aldın, kıymalı aldın mı, simit var mı?
Ben: Al poşeti, bak. Şu paket Hiranur Hanım teyzenin, acıbademler Aziz amcanın, sakın dokunma!
Banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Aynadan kirli sepetiyle bakışırken, “Ne var?” diye açtım.
Ben: Siktir amk, annemin küloda attırmışlar, noluyor amk? diyerek hışımla mutfağa, annemin yanına geçtim. Anne, kirlilere baktın mı hiç?
Annem: Hı, ses çıkarma sakın! Sabah Hiranur Hanım dedi, dün gece kaza olmuş, bavulu salonda kalınca alamamış, benim çekmeceden bir şeyler giymek zorunda kalmış, çok özür diledi.
Ben: İyice saldınız kendinizi, halıya sıçsalar kabız mı oldunuz diyeceksiniz, yeminle, bu ne yüzsüzlük!
Salona geçtim, Aziz amca beni görünce:
Aziz amca: Ooo, oğlum, gel yanıma, otur. Hediyeni aldım, sağ ol, pek severim de, şeker hastalığı yasaklayınca bunları yememiştim, sağ ol. Sana oğlum diyorum, alınmıyorsun, değil mi? Damat değil, oğulsun artık.
Ben: (İçimden, “Bi anamı sikmedin kaldı heralde, küloduna da attırmışsın, yakında onu da yaparsan oğlun oluruz amk.”) Evet, sağ olun, afiyet olsun. Babam bahsederken aklımda kalmış, alayım dedim.
Aziz amca: Maşallah evladıma benim.
Sofraya geçtik. Sessizliği Aziz amca bozdu.
Aziz Amca: Hanım, börekler nasıl? Senin için özel paketletmiş.
Hiranur Hanım: Tarık evladım, teşekkürler, zahmet etmişsin, sağ ol.
Ben: Afiyet olsun.
Hiranur Hanım: (Ağzını şapırdatarak) Biraz tuzlu sanki, hafif kekremsi tat var, ama daha lezzet katmış, böylesini ilk kez deniyorum.
Ben: Kullandığı peynirden herhalde.
Annem: Bakayım tadına. Hımm, evet, biraz kekremsilik var sanki.
Ben: (Ohh, sende ye döllerimi, oğlununkini üstten üstten, hayatımı sikip attığının yanında keyifle ye.) Anneciğim, afiyet olsun, beğenmediyseniz kıymalı, patatesli, simit, poğaça var.
Hiranur: Ayy, evladım, yanlış anlama, sana bir şey demedik, sağ ol, zahmet edip getirdin.
Hala peçeyle duruyordu. Kadının sesi yaşına göre seksiydi, sırf onu dinleyerek boşalabilirdim. Rabia’dan ses yoktu.
Sofra kaldırıldıktan sonra annemi mutfakta yalnız yakaladım.
Ben: Böreğin tadı nasıldı, beğendin mi?
Annem: Oğlum, niye taktın bu kadar, sonuçta sen yapmadın ki?
Ben: Yoo, takmadım, keyifle yiyince sordum öylesine.
Annem: Lan Tarık, ne bok yedin, ha? Sen boşuna üstelemezsin.
Ben: Hiç, tatlansın diye az sos.
Annem: Şerefsiz seni, nimetin içine yapılır mı, hayvan herif, azgın dana! Anana döllerini yedirmediğin kaldıydı, onu da mı yaptın?
Ben: Hiç, bakma öyle, hedef sen değildin, kendin hedef geçtin. Sabah sabah milletin eşşeğiyiz, herkesin önüne getirelim, tabi. Ama var ya, senin o ağzında dağılışı, tadı aldığındaki yüz halin, off! derken suratıma tokatı yedim.
Ben: Sikerler amk böyle işi! Milletin adamı külodunu karısına giydirdiği yetmemiş, bi de attırmış, biz daha götünü görüp elleyemedik!
Annem: Kıskandın mı? Ayy, kıyamam annesinin azgın oğlağı. Git cici babanla arayı iyi tut, ben senin bütün azgınlığını alacağım, merak etme, defol git, şerefsiz!
Amk bipolar karısı, verecek mi, vermeyecek mi, benden yana mı, düşman mı, bir sik anlamıyorum.
Aziz amca: Tahir dünür, hoca efendi yarın gelecek, Allah’ın izniyle nikâhımızı halledecek. Sonra gider, resmi süreçleri, vizeleri çabucak halledelim diyorum, sen ne diyorsun?
Babam: Amca, valla benim sözüm sensin, ne diyorsan odur, büyük sensin. Mehrimiz ne olacak?
Aziz amca: Mehr oğlumuzdur, koç gibi. Bana baba desin, hanımda ana, gerisinin önemi yok.
Resmen içgüveysi olacaktım, babam pişmiş kellesiyle sırıtarak, “Hay yaşa!” diye poh pohlıyordu.
Akşam babam dükkânı işaret ederken, Hiranur Hanım peçesini çıkararak salona girdi.
Hiranur Hanım: Tarık, burada kal, evladım. Hoca Hanım istihareye yatmış, buranın evimizden farkı olmadığını iletti. Rabia kızımız nikâha kadar duracak, ama bana namahrem değilsin artık.
Kadının renkli gözleri ve yüzü yaşını hiç göstermiyor, aşırı çekiciydi. Sadece kafamı sallayabildim.
Babam gene yatağıma çökmüş, “Belim ağrıyor, salonda yatamam,” diyordu. Rabia, Rümeysa ile yatacaktı, ben annemle salonda uyuyacaktım.
Yataklar kuruldu, annem çekyatları hazırladı.
Annem: Yat, zıbar, zaten yarın akşama gidecekler. Elin sakın o şeyine gitmesin!
Durduk yere aklıma sokmuştu. Annem bir şeyler mi bekliyordu, olabilir miydi? “Bak, burada benim kurallarım var, seni uyarıyorum,” diyerek aslında olmayan bir şeyin gizli gizli olmasını mı istiyordu?