Artık okul, ev ve seks hayatım epey değişmişti. Okulda nerdeyse kendi sınıf düzeyimde birinciydim. Eskiden beni yok sayan öğretmenler şimdi etrafımda pır dönüyorlar. Evde işler biraz karışık. Babam şu meşhur kot olayından dolayı benimle pek konuşmuyor. Dayak attı, yine de hıncı geçmedi. Annem notlarımdan dolayı benimle gurur duyuyor, ama sanki o da adını koyamadığı bir şeylerden rahatsız gibi. Seks hayatım malum zaten, işte yarak yiye yiye gelişip genişliyor diyelim. Ancak, okuldaki yeni gelişme biraz sürpriz oldu bana. Yani, uzun zamandır yan yana oturduğumuz Emine'nin kalkıp yanıma Fırat'ın oturması olayı...
İlk gün birbirimize kaçamak bakışlarla geçti. Oldukça iri biri. Tahminen 1.85 boy, 90 kilo filan vardır. Sokakta arkadan görsem 20 yaşında filan derim. Ama suratı da tam tersine. Mavi gözleri, kıvırcık sarı saçları, küçücük kırmızı dudakları ve yavru ağzı. Bebek gibi bir şey. Salı, yani ikinci gün sabah geldiğimde sırasında oturuyordu. "Günaydın!" dedim gülümseyerek. Boş boş bakıp, "Sağol!" dedi sadece. Hay götümün kenarı. Müdür ilgilen dedi diye ilk adımı biz atalım dedik, herif bir de trip atıyor bana.
Ben de Emine'yle olduğu gibi, birbirimizi yok sayacağımız bir sıra arkadaşlığı moduna geçtim. O konuşmadığı sürece konuşmam bir daha. Ama nedense o bana kaçamak bakışlar atmaya, hem de arttırarak devam etti. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu amına koyum!
Bütün hafta da böyle geçti. Çözemedim Fırat'ı, ama bir sıkıntısı olduğu belli de, benle ilgisi ne? Neden bakıp duruyor, onu anlayamadım. Evde yaşam hep olduğu gibi; erken yatıp erken kalkarak, bol ders çalışarak, çok sıkıcı geçti...
Yine cuma bu gün. En heyecanlandığım gün yani. Ersin artık arasa da, sikse beni. Yarağının top gibi başı götüme girmeyeli yarın 15 gün olacak. Benim ufak taşaklarım da patlamak üzereler. Bütün gün elim telefonumdaydı, ama mesaj gelmedi yine. Gün bitti. Sıkıntıdan patlayaraktan okuldan çıktım, eve gitmek üzere. Tam okulun bahçesinden sokağa çıkmıştım, yanımda Fırat bitti. Gıcık olduğum için, görmemiş gibi yapıp hızlandım ve yürümeye devam ettim. Bok gibi kaldı salak. Ondan uzaklaşınca, telefonum titreşti. Sevinçle baktım. Ama Ersin yazmıyordu ekranda : (
Oha, ne alakaysa, Servet abi arıyor. Açtım telefonu, "Buyur Servet abi???" dedim. "Selam güzelim, yolun karşısında minibüsteyim!" dedi. Baktım, Ahmet abinin İzmit yolunda beni siktiği siyah minibüs park etmiş. Selektör yaptı. Ahmet abi de minibüsteyse yarağı yedim demektir. Olumsuz anlamda yani!!! Minibüsün ön kapısı açıldı, korkarak yanaştım. Direksiyonda Servet abi, gülümseyerek bana bakıyor. Arkama baktım, biraz uzakta Fırat, merakla bana bakıyor. Tanrım, ne olur, minibüsün arkasında da Ahmet abi yiyecekmiş gibi bana bakacak olmasın!
Servet abi, "Gel otur hayırsız, nerelerdesin, hiç aradığın sorduğun yok!" dedi. Ynına otururken çaktırmadan arkaya baktım. Ohh, çok şükür, arkada Ahmet abi yok. "Servet abi, hayırdır ne oldu? Yani okul çıkışına niye geldin abi!!! Hem, burada okuduğumu nerden..." sözümü bitiremedim araya girdi, "Dur Berk, sakin!!! Kusura bakma ben ancak ilkokulu bitirebildiğim için anlamam bu okul işlerinden. Düşünemedim, ayıp mı oldu buraya gelmem?" dedi.
Uff ya, nasıl anlatacağım bu adama şimdi ben! "Abi ayıp olmadı da... Garip oldu işte... Böyle siyah minibüsle okulun tam karşısına park ediyorsun, selektör yapıyorsun, yanına çağırıyorsun. Sınıf arkadaşım arkamdaydı, gördü minibüse bindiğimi. Ne oluyor dese ne cevap vereceğim, anla işte!!!" dedim, korkudan biraz da titredi sesim bunları söylerken.
O ise, "Bir şey konuşmam gerek seninle, zamanın varsa sahile inelim mi?" dedi gayet sakin bir ses tonuyla. "Abi o kadar zamanım yok. Evde işler biraz karışık da. Okuldan çıkar çıkmaz eve gitmem gerekiyor!" dedim. Söylediklerim onu biraz düşündürdü, biraz da bozuldu sanırım. Arabayı çalıştırdı. Gidiyoruz, da nereye? Okul tarafına baktım, Fırat halen bıraktığım yerde arabaya doğru bakmaya devam ediyor. Neyse ki benim de ona baktığımı görmedi, camlara içeriyi göstermeyen film çekildiği için.
Sahile inmedi neyse ki, bizim eve doğru gitti. E-5'e doğru giden, bir tarafı da koruluk olan, sote bir çıkmaz ara sokağa park etti. Bana doğru döndü, bakıyor. Yiycekmiş gibi değil, her zamanki gibi sakin. "Ersin'le tanışmışsınız ha, sevindim. Nasıl aranız, anlaşabildiniz mi?" dedi. Bunu öğrenmek için mi getirdi beni buraya? Sikti mi seni filan diye de sormaz umarım.
"Daha bir kere buluşabildik abi. Babasıyla arası bozulmuş, görüşemedik bir daha!" dedim kısık ve utangaç bir sesle. "Biliyorum, annesinin evinde basılıyormuşsunuz az daha!" dedi biraz da alaycı bir şekilde. Ya da bana öyle geldi, bilmiyorum. İyi anladık, anlatmış her şeyi Ersin. Nasıl siktiğini, soktuğunu, çaktığını, inlettiğini filan, ayrıntılarıyla nakletmiştir umarım. Sonuçta Servet abi sayesinde tanıştık, her şeyi bilmek hakkı!
"Servet abi, bunları konuşmak için mi geldik buraya? Gerçekten eve gitmem gerek benim. Babamla aram biraz kötü. Eve geç kalırsam annem kızar, annem kızarsa babamdan dayak yerim. Bilmem anlatabildim mi?" dedim. Bu dafe kesin ve kararlı konuşmuştum.
"Anladım Berk. Saçmaladım biraz, biliyorum. Aslında bu konuşma benim fikrim değil. Yani sonuçta biliyorsun Ahmet abinin yanında çalışıyorum ben. O istedi seninle konuşmamı. Çok ısrar ettim, olmaz abi filan dedim... Ama işte sonuçta patron o. Özür dilerim!" dedi. "Özür dilemene gerek yok abi. Anladım seni. Ne istiyor Ahmet abi benden?" dedim. Biliyorum tabii ne istediğini de, zaman kazanmak için öylece konuştum işte.
"Ne isteyecek, adam kafayı takmış sana... Unutamıyor seni. Haftada bir, veya ayda bir, neyse artık, senin kararına bırakıyor. Birlikte olsun benimle, ne kadar isterse, para emrinde diyor. Ne olur kızma bana, onun söylediklerini iletiyorum ben. Eğer hiç ilişki yaşamamış olsaydınız, söylemezdim bile bunları sana, ama elçiye zeval olmaz diyelim. Yani, adam sen ne desen razı, yeter ki birlikte ol. Durum bu!" dedi.
Yani Servet abi diyor ki, herife zaten götünü başını siktirmişsin. Paranı al, devam et bundan sonra da. Ne kaybedersin? Üstelik kazanırsın. Patronum üzülmez, beni de üzmez. Ahmet abi sikiş başına 100 dolar verir bana. Servet abi de yaptığı pezevenklik için komisyon alır mı acaba? Yarak merakına, ne boklara bulaştık amını götünü sikeyim...
"Servet abi, benim parayla ne işim olacak? Param olsa nerde harcayacağım ki? Evden çıkamıyorum doğru dürüst. Bir kot aldım, feminen görünüyorum diye babam kotu götüme sokuyodu nerdeyse. Onun için ne olur bana yardımcı ol. Ahmet abiyi ikna et, bıraksın peşimi!" dedim. Bu defa da yalvararak konuşmuştum.
Servet abi öyle koruluğa doğru baktı, düşüncelere daldı. Sonunda bana baktı ve "Sen ne bok yedin be oğlum ya? Ahmet abiyi ikna etsek başkası çıkacak. Bundan sonra biraz dikkatli ol bari! Yoksa burnun boktan çıkmaz!" dedi ve arabayı çalıştırıp beni her zaman bıraktıkları evin yakınıdaki yere bıraktı. Bir şey söylemeden de gitti...
Hafta sonu Ersin'den bir haber çıkmadı. Eskiden olduğu gibi çıkıp sokaklarda dolaşsam mı diyorum. Ama o da içimden gelmiyor hiç. Ben de eve, daha doğrusu odama hapsettim kendimi. Yemek yemek ve tuvalet için odamdan çıktım sadece. Ders çalıştım ve biraz da bilgisayarda dizi izledim. Sanırım Mahmut'la başlayan ve Ahmet abiyle devam eden, baş edemeyeceğim kadar yaşça benden büyüklerle yediğim haltlar nedeniyle, biraz da kendime ceza veriyordum. Annem ve babam bana korkuyla bakmaya başladılar. Belki de kafayı sıyırdığımı düşünüyorlardır, bilemiyorum...
Pazartesi sabah çok erken uyandığımdan, kahvaltı yapıp çıkıverdim sokağa. Güneş henüz doğmadığından soğuktan götüm donarak gittim okula. Daha bahçe kapısı bile açılmamıştı. Güvenlik kulübesindeki abiden rica ettim açtı kapıyı. Ders saatini beklemeden ısınmak için sınıfa çıktım. Zaman geçirmek için sosyal medyayı kurcalayayım dedim. Ve oha oldum birden. Platonik aşkım Mert için açtığım ve erotik resimlerimi koyup bioya da okulumuzun ismini yazdığım hesaba Mert'ten mesaj gelmiş!!!
Heyecandan elim ayağım titremeye başladı. Biraz da korku var tabi. Ya tanıdıysa beni? İfşa ederse filan, sevinsem mi korksam mı, bilemiyorum. Sonunda baktım mesaja. "Resimlerin güzelmiş! Bana özel mi açtın bu hesabı? Başka takipçin ve takip ettiğin kimse yok!" yazmış. İyi, güzel bir mesaj. "Evet, sadece senin için!" yazdım hemen. Beklemeye başladım ne cevap yazacak diye, ama yirmi dakika filan sonra, Fırat gelip yanıma oturdu. İşin bokunu çıkarıp, bu defa hayvan gibi bana ve telefonuma bakmaya başladığından telefonu cebime koymak zorunda kaldım. Öküz gibi bakmaya devam edince, ben de elimi avuç içim yukarda ona doğru uzattım, ne iş anlamında. Pek etkilenmedi, belki de anlamadı...
"Cuma günü arabasına bindiğin adam kimdi, niye gelmiş seni almaya?" dedi sorgu savcısı edasıyla. Karşımda babam konuşuyormuş gibi hissettim ve bir anda sinir tepeme çıktı. "Sana ne!!!" dedim, sesimi kontrol edemedim ve biraz yüksek oldu. Sınıftakiler bize doğru şaşkınlıkla baktılar. İkimiz de önümüze döndük, bir şey olmamış gibi. İlgi dağılınca, tekrar bana baktı. Onun tarafındaki elim cebimde, telefonumu tutuyordum. Bileğimi eliyle kavradı ve mengene gibi sıkmaya başladı. Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı nerdeyse acıdan. Çığlık atmamak için dudağımı ısırmaya başladım. Bütün vücudum kilitlendi kıpırdayamıyorum, o bırakmıyor halen...
Sonunda gözlerimden yaşlar dökülmeye başlayınca, kimse görmesin diye diğer kolumu sıraya koyup başımı üstüne kapadım. Neyse ki o sırada öğretmen sınıfa girdi. Bıraktı bileğimi öküz hayvanı, ben de tişörtüme silip gözyaşlarımı kalktım ayağa hemen. Otururken zor hareket ettirebildiğim kolumu kaldırıp baktım. Bileğimi nerdeyse koparacaktı, kıpkırmızı kan toplamış. Eliyle değil de sanki ingiliz anahtarıyla sıktı acımasız manyak. Kendimi tutmasam ağlamaya devam edeceğim. Bu defa sinirden ve ona bir şey yapamamış olmanın ezikliğinden, bütün ders boyunca ona doğru bakmadım. O yine ara ara bana baktı durdu.
Teneffüs olunca kalktım hemen. "Otur!" dedi. Duymamazlığa gelip devam ediyordum ki, kalkıp yine bileğimi tuttu. Hemen oturdum, yine sıktırmasın diye. Bıraktı bileğimi. Neden kızdı bu kadar bana acaba? Sustum, önüme bakarak bekliyorum. Ulan bu zamana kadar okul yaşamımda kimsenin dikkatini çekmeden silik biri olarak hayatta kalmayı başardım. Nerden ders çalışmaya başladım da müdürün bile dikkatini çekip, bu ayıyı yanıma oturttum. Kendim ettim kendim buldum misali.
"Tuvalete gidecektim!" dedim, bu defa kısık ağlamaklı bir sesle. Kendimi acındırmaktan başka çarem yok sanırım. Beni kendi dengi görmeyip, bırakır peşimi belki. "Bir daha bana öyle ters bakarsan ve öyle sana ne filan diye konuşursan kırarım o elini!!!" dedi sinirle. "Tamam!" dedim yine önüme bakmaya devam ederek. "Şimdi siktir git tuvalete, çabuk geri dön!" dedi. Korkudan ve sinirden mesanem patlayacaktı nerdeyse.
Hemen şarıldayıp pisuvara, elimi yüzümü yıkayıp, telefonuma baktım. Aşkım Mert mesaj yazmış sonunda, "Aynı okuldayız değil mi?" diye. Hemen cevap yazdım, "Ne mutlu ki, evet!" diye. O da hemen yazdı, "Okul çıkışı bahçe kapısının karşısında bekleyeceğim seni. Sen beni biliyorsun nasıl olsa. Gel yanıma tanışalım!" diye. Ohh be sonunda, selvi boylum, muhteşem yüzlümle tanışabileceğim.
Fırat'ı kızdırmamak için hemen sınıfa döndüm. Sırama oturdum. Bir an önce okul bitse diye bekliyorum. Diğer teneffüste yine kalktım dışarı çıkmak için. O yine bana, "Otur!" dedi. Ben de oturdum, ne yapayım. Neyse ki derslerde ve teneffüslerde Fırat telefonuyla uğraştı, bana bulaşmadı. Ben de uslu uslu oturdum...
Son zil çaldı ve ben sevinçle fırladım. Fırat hemen, "Beraber yürüyelim okul çıkışı!" dedi. Abi nasıl bir algoritma bu? Bula bula bu günü mü buldun benimle yürüyecek, kerpeten Fırat. Onu kızdırmamam gerek. "Çok isterdim ama bir arkadaşımla buluşmak için sözleşmiştik. Yarın yürüsek olur mu Fırat?" dedim. Götünü yalasaydın bir de kutup ayısı puştun. Bir şey demedi.
İzin alabildik mi, bilmiyorum. Ben yürüyelim arkadaşlar diye düşünüp, yürümeye başladım. Ama ne hikmetse o da benimle birlikte yürüyor yanım sıra. Okulun bahçe kapısından çıktım. Karşıda, omuzunda spor çantası ve üstünde eşofmanlarıyla ve uzun boyuyla ve güzeller güzeli suratıyla Mert bekliyor. Kimi? Beni tabii! Fırat'tan kurtulmak için Mert'e doğru koştum. Utanmasam kucağına atlayacağım.
Yanına varınca, "Mert merhaba, ben Berk!" dedim yavşakça bir ses tonuyla. Ne yapayım çok heyecanlıyım, sesimi kontrol edemdim. Bana gülümseyerek baktı ve "Memnun oldum!" dedi. Elini uzattı ve beni öptü!!! Yanaklarımdan yani, ama olsun. Bu ilk izlenim olarak beni beğendi demektir. Kim bilir belki de ilk görüşte aşktır!!!
Fırat yanımıza gelmeden kaçmamız gerek. "Eve doğru yürüyelim mi?" dedim. "Olur da, ne tarafta sizin ev?" dedi aşkım. Bu arada Ersin'i ne çabuk sattım değil mi? Ne yapayım, Mert ondan önceydi. Kendisi de hiç aramıyor bile beni. "Aynı sitede oturuyoruz Mert!" dedim. "Seni görmemişim hiç sitede. Ama maçlardan hatırladım, hep arkamızda oturur, desteklerdin bizi!" dedi gülerek. "Aslında, sadece seni seyretmek için geliyordum!" dedim.
O arada, bizim sitenin önüne geldik bile. Arkama baktım, sapık Fırat halen peşimizde. Neyse, nasılsa siteye almaz güvenlikçiler. Biz Mert'le girdik. Hadi yarın görüşürüz filan demesin diye, "İşin yoksa bahçede oturalım mı biraz?" dedim. "Bizimkiler akşama gelir, ev boş. Bize gidelim istersen?" dedi. Tanrım, kör istedi bir göz, Tanrı verdi bin göz. İstemez miyim? Sevinçten bayılmak üzere olduğumu ona belli etmemeye çalışarak, "Bir eve uğrayıp annemden izin almam gerek. Ondan sonra uçarak gelirim, olur mu?" dedim. Telefon numaralarımızı paylaştık, bana site içi adresini mesajladı ve koşarak eve gittim.
Müjdeler olsun ki annem evde yokmuş. Hemen üstümdekileri çıkarıp banyoya girdim. Hızlıca yıkandım, koku moku losyon, ne varsa süründüm orama burama. Babama en bariz küfürleri salladım, kotumu çöpe attığı için. En beğendiğim eşofman takımımı giydim onun yerine. Anneme, buzdolabının üstüne "Site içindeyim anneciğim, ararsan telefonum açık, emrindeyim!" yazılı bir not bırakarak aşkıma koştum...
Kapılarını çaldığımda bacaklarım titriyordu, ama neden bilmiyorum. Keşke sevişse benimle diye de dualar etmeyi ihmal etmiyordum tabii. Mert kapıyı açtığında üstü çıplak altında da eşofmanı vardı. Ben o güzelim karnını ve memişlerini görünce kalpten gidecektim nerdeyse. Gözlerim vücuduna kilitli kaldım kapı ağzıda. Anladı, gülmeye başladı. Ben de anladım ve içeri daldım.
Beni odasına götürdü. Montumu çıkarıp ona baktım. "Geç otur!" diye bana çalışma masası koltuğunu gösterdi. "Ben de tam duşa giriyordum, biraz yalnız bıraksam seni olur mu?" dedi. Ben kekeleyerek, "Tabii!" diyebildim. Yani sevişeceğiz mi demek oluyor bu? Taktım sevişmeye! Odasına baktım, duvarlarda NBA oyuncularının resimleri var. Yatağı iki kişilik. Çalışma masasında da kocaman bir laptop var. Ailesi zengin anlaşılan. Gerçi bizim sitede daha çok orta üst halli aileler oturuyor, ama istisnalar da var tabii...
Biraz sonra sadece beline bağladığı küçük bir havluyla geldi. Uzun ince bacakları gözlerimi kamaştırdı. Yatağına oturup, iki elini arkasından yatağa koyup, kollarına yaslandı. Gülümseyerek bana bakıyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. Bana, "Seninle açık konuşacağım, alınmaca yok tamam mı?" dedi. Ben anladım tabii, pek hoş şeyler söylemeyeceğini. Ama ne dese de, ben ona alınmam zaten. Ama yine de onun benimle kırıcı veya aşağılayıcı konuşmasını duymak istermiyorum. En azından hayallerimde. O benim aşkım olarak kalsın diye.
"Mert, sen söylemeden diyeceklerini, ben bir şeyler söyleyebilir miyim?" dedim. "Tabii, söyle!" dedi ama biraz şaşırmıştı. "Ben seni çok seviyorum, ama bunu kendi içimde de yaşayabilirim. Sevgililik, arkadaşlık, ilişki mi neyse düşündüğün ben hepsine ve senin şartlarınla varım. O nedenle benimle bir şey konuşmana gerek yok. Sen ne dersen o. Olur mu?" dedim.
Sevindi söylediklerime, gülümseyerek altındaki havluyu açtı. Pisuvarda çaktırmadan baktığım enfes siki yine aynı, inik şekilde karşımdaydı. Ateş bastı, eşofmanımın üstünü ve tişörtümü de çıkardım. Biraz da vücudumu sergilemek istedim, belki gaza gelir benimle sevişir diye. Ama pek de öyle bir niyeti var gibi görünmüyor. O yatakta otururken ben önünde diz çöktüm. Güzel ve zarif sikine giden elim tir tir titriyordu. Bu defa sevinçten. Elime aldım, yumuşacıktı, hemen o lokumun tümünü ağzıma doldurdum. Kalkmadığı için siki, ağzımda yer kalmıştı, küçük taşaklarını da ağzıma aldım aynı anda.
Zevkle, "Ahhh!!!" diye tiz sesiyle inledi. Erkeğimi inletebildiğim için orospuluğumla gurur duydum. Birden sikine kan hücum etti ağzımın içinde şişmeye başladı. Taşaklarını ağzımdan çıkardım. Sikinin büyüyüp boğazıma dayanması için, dilimi başında çevirmeye başladım. Füze gibi dayandı başı boğazıma. Yalayarak çıkarıp baktım eserime. Çok büyük değil, standart 15'lik bir delikanlı. Kalın da değil, nazik ama çok güzel bir sik. Boğazıma alabilirim diye düşündüm. Açlıktan kudurmuş gibi, yaladım, ağzıma soktum çıkardım...
Taşaklarını, hatta taşaklarının altınıdaki kadifemsi alanı yaladım. Nerdeyse göt deliğini yalayacağım. O kadar pürüzsüz ve parlak ki her yeri. Mert halinden çok memnun, sırt üstü yatağa yatmış, sikebilsem onu ona bile razı bir halde, inleyip duruyor. Sanırım ilk seksi olabilir. Artık zamanıdır deyip kapaklandım yarağının üstüne. Ne olursa olsun, gerekirse kusarım deyip, boğazımdaki sikinin başını iyice bastırıdım içime. Hiç öğürmeden giriverdi başı. Bir iki başımı kaldırım indirdim, sikti boğazımı iyice ve sıkışık ortamda boşalmaya başladı...
Rahat boşalsın diye boğazımdan çıkardım. Serbest kalan hortumdan su fışkırır gibi, faşırdatmaya başladı ağzımın içine. Ağzım doldu, ben yuttum... Ağzım doldu ben yuttum... Geldikçe geldi dölleri. Enfes bir tadı vardı erkek sütünün ve beni zevk sarhoşu etti :)