Alışınca kalınlığına deliğim, içimi tatlı tatlı doldurdu Ersin'in yarağı. Sözüne sadık kalıp, kendi düşüncesince 'sikmedi' aşkım beni. Onun sözlüğünde dibine kadar soksan da, gidip gelmezsen sikmek olmuyormuş. Bunu da öğrenmiş olduk. Arkadan bana sımsıkı sarılmaya devam ederek, ara sıra kollarını gevşetip zarif ellerini vücudumda gezdirerek, orama burama ufak öpücükler kondurarak, sihirli parmakları ve dolgun dudaklarıyla, okşayıp sevdi beni. Onun beni sevmesi uyuşturuyor beynimi. Güzel bir rüya görür gibi...
Götümü bacak arasına yapıştırıp cenin halinde kaldım. İçimde kalmaya devam etti. Garip bir çocuk, ne diyeyim? Ben halimden memnunum da, o neden veya neyden memnun, pek anlayamıyorum. Yirmi dakikaya yakın böyle kaldık. Bu arada saat kaç oldu acaba? Zaman nasıl geçiyor anlamıyorum, çok mutluyum ama. Bir de evdeki durumları düşünmem gerek. Annem bana kızarsa, babama saldırabilirsin anlamında bir bakışı yeter. Ensemde patlayan kocaman eli babamın, çok korkutucu. Çünkü beyin bıngıldağımı yerinden oynatıyor...
Ona, "Aşkım, işkenceye dönüştü bu iş senin için. Ağzımla boşaltayım mı seni?" dedim. İçimden birden çıktı, canım yandı. Yavaş hareket etmeyi bir becerse. Sırt üstü döndürdü beni. Dizlerinin üstünde, suratımın önüne geldi. Yarağını avuçladım ve sünnet derisini öptüm ve yaladım önce. Sünnet derisi ile başının arasına dilimi soktum :) İçinde çevirdim dilimi. Bunu hep yapmak istemiştim. Bu güne nasipmiş. Sonra açtım ağzımı yumdum gözümü. Gırtlağıma kadar girdi top gibi başı. Girdi, çıktı. Soktu, çıkardı. Taşaklarını çeneme vurdura vurdura ağzımı yüzümü gırtlağımı sikti attı. Suratım gözyaşı ve salya, sümük deryasına döndü. Ama o halinden çok memnun ve gelmeye de hiç niyeti yok gibi gittikçe sertleşiyor yarağı...
Ölmeden önce bir mola manasında, elimi kaldırdım. Durdu, hemen çıkardım ağzımdan çelik gibi olmuş sikini. Bacak arasından sıyrılıp, yatağın sonuna geçip domaldım ve "Aşkım sikmeden boşalamayacaksın sanırım. Sik götümü, ama çabuk gel yalvarırım, eve geç kalırsam babam da siker beni!" dedim. Gözleri parladı sevinçten. Yine ayaklarının üstünde, tepeme binip geçirdi yarağını. Çakmaya başlayınca, önce canım yandı ama hiç bir şey demedim ona. Zevkini kaçırırsam boşalması gecikebilir diye düşünürken, o güzel tenis topu gibi başının girip çıkmasından içime, ister isteme zevk almaya başladım...
Ben istemsiz inlemeye başlayınca, sırtıma göğsünü yatırdı. Ben onu taşıyamayınca, o üstümdeyken yatağa yapıştım. Ellerini göğsümün altından geçirip sımsıkı sarıldı ve başımı çevirip öperken, sadece poposunu kaldırıp indirerek nefis bir ritimle sikmeye başaladı. O kökledikçe pipim çarşafa sürtünüp sıkışınca, karnımda yine kelebekler uçuşmaya başladı. Biraz bekledim, zevkim arttıkça arttı. Dilini ağzımdan ittim dilimle ve "Gelebilir miyim aşkım?" dedim. "Seni bekliyorum, haber ver!" dedi. "Yirmi tane çak, sonra boşal karının içine aşkım!" dedim. Bunu hiç planlamadan, düşünmeden içimden gelerek söyleyiverdim, boğuk ve buğulu bir sesle.
Arkamda, ellerinin üstünde yükselip, hayvan gibi çakmaya ve saymaya başladı. Canım yanıyor mu, zevk mi alıyorum, bulutların üstünde mi uçuyorum. Yoksa bu harika herif beni sikerken bir büyücü gibi bunların hepsini birden mi yaşatıyor. Bilmiyorum. Ama ben ona harbiden aşık oldum. Aşkla seksin ne ilgisi var diyen varsa, doğrudan alakalı diyebilirim. 18 dediğinde, biraz kalkmış pipimi iyice bastırdım yatağa. 19 dedi, gelmeye başladım. İkinci gelişim olduğu için daha zevkli daha yavaş sicim gibi geldiğimi hissediyorum çarşafa. 20 diye gururla bağırdı ve yapıştırdı yarağını, oğlan amcığına dönen göt deliğime...
Üstüme yatıp, kıpırdamadan gelmeye devam etti beni öperken. İçim döllerinden, dışım bütün bedenimi kaplayan vücudundan sıcacık oldu. Bu da yetmedi, kulağımı emerken, fısıltılı bir sesle, "Bu güne kadar siktiğim en güzel amcık seninki aşkım!" dedi. Amcığım konusunda da telepati yapabilmemize şaşıraraktan, çok mutlu oldum söylediğine.
İçimden çıkmaya ve üstümden kalkmaya pek niyeti olmadığını anlayınca, "Aşkım, çok güzel siktin, teşekkür ederim, kalkalım mı, bir saate bakmam lazım, ne vaziyetteyiz acaba?" dedim. Halen yumuşamamış sikini yavaşça çıkardı içimden. Ancak boşaldıktan sonra normal hareket edebiliyor aşkım demek ki :)
Kalkıp salona geçtik ve pantolonlarımızdan telefonlarımızı alıp baktık. Oha ya, saat 19:15 olmuş. Eğer babam evdeyse kutsal akşam yemeği saatini kaçırdım ve boku yedim. Ve bir sürü cevapsız arama tabii ki annemden. İkimiz de bir birimize baktık ekşi suratlarla. Ona, "Sen neden endişelisin?" dedim. "Babam, aramış bir sürü. Şimdi yine fırça kayacak eve gidince. Sıkıldım artık bu adamdan. Annemin yanına dönmek istiyorum!" dedi. "Yaa sen gidersen ben ne yapacağım burada?" dedim, baya ağlamak üzere bir ses tonuyla söyledim bunu.
"Merak etme, gidersem seni de götürürüm!" dedi gülerek. "Tamam, o zaman oldu. Almanya'da evleniriz, resmen karın olurum senin aşkım!" dedim. Hem güldük bu söylediğime hem de hızla giyinip aşağı garaja indik. Motora binerken aklıma geldi, "Aşkım ben sana söylemeyi unuttum. Yatağı berbat ettim, yani oraya boşaldım, öylece bıraktık her şeyi. Panjurları filan da kapatmadık!" dedim. Panjurlar ne alaka amına koyum. Güldü yine. Her şeye de gülüyor.
Sadece telefonuna baktığında, babasının aramalarına ekşitti o tatlı yüzünü. Bana, "Senin her yaptığın şeyin farkındayım. Sen boşal yeter ki, hem de istediğin yere. Merak etme, devamlı temizlikçi geliyor, o icabına bakar!" dedi. Bu evde kimlerin icabına bakıyor Ersin efendi acaba da, bu temizlikçi döl lekeli yatakların icabına bakmaya alışkın? Farklı bebe, ben de senin her yaptığın şeyin farkında olmak istiyorum bundan sonra, izin verir misin??? Benim boşalmamı önemsemesini, ayrıca not ettim tabii. İstediğin yere derken, ne kastetti acaba???
Motora binerken, bana bir motorcu numarası öğretti. Kulaklıklarımızı takıp kasklarımızı giydik. Telefondan beni aradı, yol boyunca açık tutmalıymışım. Böylece yolda giderken konuşabilecekmişiz. Yerim ben bu akıllı bıdığı ya. Yola çıktık. Yine deli gibi kullanıyor. Yüreğim ağzımda, gidiyoruz. Bana, "Bebek, beğendin mi bu günü?" dedi, telefondan yani. "Bayıldım! Sakıncası yoktur umarım, sana da aşık oldum bu arada!" dedim. Cevap vermedi gıcık şey. "Sen beğendin mi?" dedim. "Bayıldım!!!" dedi. İyi buna da razıyız, aşık olacak hali yok ya.
Fırsat bu fırsat dedim konuşmaya devam. "Yarın maçınız var mı?" dedim. "Var." dedi. Yine kısa cevap. Neden bu konuda konuşmak istemiyor acaba? Biraz bekledim.Konuşmuyor yine. Pis herif, neden bu kanalı açtın o zaman. Ben mi konuşacağım hep. Ona, "Dönünce eve annem kızmamışsa eğer, yani ceza filan vermezse, yarın geleyim mi maçınıza?" dedim. "Yok, yarın deplasmandayız!" dedi. "Maç nerede" dedim. "Maltepe'de, alamam ben seni, çünkü takımla beraber gidiyoruz!" dedi, sanki al diyen oldu. "Ben kendim gelsem, metroyla kolay aşkım. Seni seyretmek istiyorum!" dedim.
Epey sustuktan sonra, "Mert te maçta olacak tabii, onu da seyretmeni istemiyorum!" dedi sinirli bir ses tonuyla. "Mert işi bitti. Boşluktan doğan bir ilgiydi benim için. Artık her yerim seninle dolu!" dedim heyecanla. Ama cevap vermedi...
Bizim sitenin önüne geldik. Kasklarımızı çıkarıp birbirimize baktık. Ona, "Hiç ayrılmak istemiyorum senden!" dedim. O da, "Gözlerin çok güzel parlıyor... Babam evde delirmiştir, hemen gitmem lazım!" dedi. Ben ne diyorum o ne diyor? Cidden gidiyor. Ona, "Ne zaman görüşürüz?" dedim korkuyla. "Mesaj atacağım, bekle!" dedi ve bastı gitti.
Eve girmeden telefona baktım, saat 20:00 olmak üzere. Babam evdeyse, çok ciddi bir öngörülemez risk beni bekliyor. Kapıyı yavaşça açıp ayakkabılarımı çıkarırken, annem kulağıma yapıştı ve "Hemen odana geç!!!" dedi, kısık ama döver gibi bir sesle söyledi bunu. Sanırım babam evde ve sinirli. Daha odama giremeden ensemden yakaladı babam. Yaşına göre oldukça formunda, uzun ömür dilerim babacığım.
Kendine çevirdi ve aşağıdan yukarı bir süzdü beni. Sonra, "Çıkar o pantolonu!!!" diye bağırdı. Geçen gün, (Oğlum ibne misin ne biçim kot bu?) dediği şu an giydiğim skinny kotu kastediyor. Tam çıkarıyordum ki, aklıma geldi, ulan içimde kız külotu var ya. Siki tuttuk, hem de dibinden. Kediyi köşeye sıkıştırmayacaksın. Çevik bir hareketle, kurtuldum elinden, odama girip kilitledim kapıyı. Hemen kotu çıkardım, o da zar zor. Vücuda yapıştığı için çıkarması işkence gibi. Hemen külotu çıkarıp, camdan aşağı attım ve bir şort giydim.
Bu arada babam kapıyı kırmaya çalışıp, bana ağza alınmayacak küfürler saydırıyordu. Hemen kapıyı açtım ve elimdeki kotu ona uzattım. Kotu alıp, kamçı gibi suratıma bir çarptı. Yere düştüm. Yerdeyken karnıma bir de tekme attı. Neyse ki annem gelip, aksiyon sahnesini sonlandırdı. Aslında bütün bu olanları idare eden annem. O olmasa dayak yemezdim. Ama o olmasa, babam beni öldürebilirdi de. Yani tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı hikayesi bu...
Beni akşam yemeğine davet etmediler. Benden önce yemişlerdir herhalde diye yorumladım. Ben de yarı aç yarı tok yatağıma girip, kulaklıklarımdan dinlendirici bir müzik açtım. Ersin'i düşünmeye başladım. Bugün gerçekten de çok güzel geçti ve müthiş rahatladım. Umarım erkeğim de benden memnun kalmıştır... düşünceleri içinde, babamın kısa ama etkili dayağının da yardımıyla, uyuyakalmışım...
Pazar sabahı epey geç uyandım. Kimse de beni uyandırmamış. Sanırım, dün akşamın sindirimini yapıyor babam ve annem. Benim pek sikimde değil. Babamın deyimi ile (ibne pantolonum) yani kotum ne oldu acaba? İbne pantolonu ile bir ibneyi dövmek, ne yaratıcı bir düşüncenin eyleme dökümüdür. Babamla gurur duyuyorum. Babamın kotla vurduğu yüzüm yanıyor, karnım da tekme nedeniyle ağrıyor. Odamdan çıkmadım hiç.
Sonunda annem öğlen pes etti ve gelip beni yemeğe çağırdı. "Aç değilim, teşekkür ederim!" dedim. Sinirli bir bakış atıp gitti. Ana yüreği dayanamadı, biraz sonra yemekleri tepsiye koyup getirdi, masama bırakıp bir şey demeden gitti. Yemek yemek için çalışma masama oturmamla kalkmam bir oldu. Götüm fena durumda. Çaka çaka deliğimi deliğimi de belimi de sakatlamış aşkım. Yarı oturur vaziyette yiyebildim yemeğimi. Bütün gün de odamdan hiç çıkmadım. Yoğun bir ders çalışma temposuna kaptırdım kendimi.
Bundan sonra hayatımın temel değerleri yarak yemek ve ders çalışmak üzerine kurulu olacak, buna karar verdim. Çünkü artık kendimden eminim. Yani ne olduğumu anlayınca yaşamdan çok daha zevk almaya başladım. Daha doğrusu, sanki her şeyin farkına vardım birden. Hayat enerjisi dolu gibiyim. Babamdan halen korkuyorum, ama eskisi kadar da değil. En fazla döver, öldürecek hali yok ya! Gerçi bu konuda pek de emin olmamak gerek... İnsanın kendinin farkına varamadan yaşamasındansa, ölmek daha iyi değil mi?
Pazartesi başlayan okul haftası, yine her zamanki gibi gayet iyi geçti. Sınav dönemiydi ve benim notlarım hep tavan yapıyordu. Öğretmenlerin gözde öğrencisi olmuştum artık. Birkaç yıl daha böyle devam edersem üniversite sınavında okulumuza bir gurur yaşatacağımı söylüyorlar. Ben de onlara, "Sizin sayenizde hocam!" diyorum. Gerçek sebebin ne olduğunu bilseler... Neyse, bunu söyleyince bugünün Cuma olduğu ve Ersin'den hiç haber çıkmadığını, yine kederlenerek anımsadım. En son ayrılırken, (Mesaj atacağım, bekle!) dediği için ben de bir şey yazamıyorum. İşte böyle de, erkeğimin sözünden çıkmayan uysal bir kızım işte...
Bu arada Ahmet abiyi de engelledim, çünkü mesaj atıp duruyordu. Ben de açmadan siliyordum hepsini. Şimdi yarın, yani cumartesi günü yarım gün çalışacak Ersin. Acaba iş çıkışı beni arayacak mı? Çok özledim onu, kokusunu, incecik parmaklarını, kalın dudaklarını, zayıf vücudunu ve şişman sikini :) Yani aslında, her şeyini...
Cumartesi öğlen oldu aramadı. Artık dayanamadım, mesaj attım, "Ersin, iyi misin? Merak ettim." diye. Saat 3'e kadar cevap yazmadı. Bütün hafta okul, ev, eşek gibi ders çalış. Başka bir şey yapmadım. Maça da gidemiyoruz, emir büyük yerden. Hafta sonu da evde oturursam çıldıracağım. Üstelik, maç seyretmeye gitmezse, babam da evde olacak ve bana sardıracak :(
En iyisi bahçeye inmek. Neyse ki sitenin bahçesi çok büyük ve yeşillik. Basket sahaları da var. Belki orda izleyecek birilerini de bulabilirim. Ya da ıssız bir köşeye gidip müzik dinlerim. Anneme, "Ben aşağı iniyorum!" dedim. Sanki banka soymaya gidiyorum, sinirlendi, "Bir yere gidemezsin, baban ceza koydu. Artık sadece okul, ev. Hafta sonu gezmek yasak!" dedi. "Anne zaten bütün hafta, dediğin gibi okul, ev yaptım, eşşek gibi de çalıştım. Bırak biraz hava alayım yaa!!" dedim. Biraz düşündü ve "Bahçeden çıkmak yok. En önemlisi bundan sonra aradığımda telefonunu açmazsan, telefonunu alacağım elinden, ona göre!!!" diyerek nihai kararını ilan etti ana kraliçe.
Bahçeye indim. Bu arada babam kotumu çöpe atmış. Eşofman altı giydim ben de. Ahmet abinin verdiği 100 dolar duruyor halen. Yeni bir kot mu alsam acaba? Bunu da görürse eğer yine bir yaratıcılık yapar mı acaba? Belki bu sefer kotu götüme sokar. Bilemiyorum, değişik bir insan babam. Kışın dondurucu soğuk havası beni kendime getirdi. Mesajıma da Ersin'den cevap geldi sonunda, "İyi değilim, nerdesin sen?" yazmış. Hemen cevap yazdım, "Ne oldu, bir şey mi oldu? Hemen yaz ne olur!!!" diye. O da hemen yazdı, "Nerdesin dedim!!!" diye. Ben de hemen yazdım, "Evdeyim, yani sitenin bahçesindeyim." diye.
Biraz sonra müjdeli mesaj geldi, "İşten yeni çıktım, bekle geliyorum!" diye. Benim ömrüm beklemekle geçti aslanım. Sen gel yeter ki. Altımdaki eşofman çuval gibi amına koyım. Aşkıma bu halde görünmek istemezdim, ama yapacak bir şey yok. Gidip çöpten, götümü ve bacaklarımı güzel gösteren kotumu arayacak halim yok.
Bizim sitenin girişine gittim beklemeye başladım. On dakika sonra geldi. Koşarak yanına gittim, kaskı çıkarır çıkarmaz, sarılıp boynuna soktum burnumu, çektim kokusunu içime. Sonra, "Gidecek miyiz?" dedim. "Zamanım az, konuşalım biraz!" dedi. Neler oluyor acaba?
Motoru güvenlikten geçirip içeri park edip, gözden uzak ağaçların altında güzel bir banka oturduk. Etrafta kimsenin olmadığından emin olup, dudağına kısa bir öpücük kondurayım dedim, yapıştı bana. Uzunca yiyiştik. Elimi alıp sikine götürdü. Oha! Yarağı yine taş gibi olmuş ya! Tehlikenin farkına vardım, hemen çektim dudağımı da elimi de. "Kaldırmışın yine!" dedim gülümseyerek ve tabii ağzımın suyu akarak :)
"Seni görünce kalkıyor!" dedi, gayet ciddi. "Ne oldu, Ersin? Neden mesajında, iyi değilim, yazdın?" dedim. Saçlarını geri attı, bana baktı dikkatlice. Böyle bakınca bana, sanki beni sikiyormuş gibi karnım karıncalandı.
Bana, "Geçen hafta seninle evdeyken babam bir sürü aramış, görmemişiz ya telefonu. Merak etmiş, dükkanda da değilim biliyor. Eve gelmiş, yani Moda'daki eve. Neyse ki, tam biz çıktıktan sonra. Yatağın halini görmüş. Eve kız attığımı anlamış. Almanya'da başım belaya bir kız yüzünden girmişti. Gerçi benim kabahatim yoktu. Kavgayı da ben çıkarmamıştım. Siktiğim bir kızın erkek arkadaşı varmış, ben bilmiyordum. Almanya gibi bir yerde herif namus meselesi yaptı olayı. Lise öğrencisi olduğum için, ihalenin bir kısmı da bana kalmıştı. Babam, şimdi yine bu işlere bulaşırım diye korktuğundan iş, okul, spor filan beni boğuyordu ki, böyle şeylere zaman bulamayayım. Bu gün o nedenle saat 3'de ancak bıraktı usta beni. Modadaki evin anahtarını aldı, telefonu da her aradığımda açacaksın, nerdesin görüntülü bakacağım filan, anlayacağın boku yemiş durumdayım!" dedi.
Ben de ona, "Ben de eve geciktiğim için aynı durumdayım aşkım. Ne yapacağız? Yanıyorum ben sensizlikten!" dedim alt dudağımı uzatıp ona bakarak. Elini yarağına götürüp tuttu ve "Ben de yanıyorum gördüğün gibi, ama yapacak bir şey yok. Bir yer bulup kaçamak yapalım desem, durmadan arıyor babam, görüntülü bir de. Bir süre bekleyeceğiz. Belki ortalık durulur biraz. Evin anahtarını geri alırım, ya da annemdekini isterim filan, bir yol buluruz yani. Ama beklememiz gerek!" dedi.
Sarıldık birbirimize, ama çok uzatmamak gerek, bazen babam da buralarda dolanıyor. Ateşimizi onun almasını istemeyiz sonuçta. Derken, "Gitmem gerek!" dedi. Nerdeyse ağlayacağım, "Bu kadar çabuk mu?" dedim. "Evet, eve gideyim. Babamı biraz hoş tutarsam belki yumuşatırım yasaklarını. Bu arada ben yazmadan bana mesaj atma. Babam bakıyor telefona ara sıra, bir de sana sardırmasın!" dedi. Yine bastı gitti. Hep gidiyor amına koyum. Ben de eve döndüm. Hafta sonu beraber bir şeyler yaparız, sonra da hayvanlar gibi sikişiriz diye nasıl da hayaller kuruyordum. Hepsi yalan oldu. Benim için şu an, hayat bile yalan.
O hafta sonu hep evde ve hiç odamdan çıkmadan, yaşamaya çalıştım. 31 de çekmenin bir anlamı kalmadığı için, artık patlama noktasındayım.
Pazartesi yeni okul haftasına, bir değişiklikle başladık. Çok ihtiyacımız vardı ya. Sınıfa yeni biri gelmiş. Birinci dönemin bitmesine bir ay kala, ne alaka bilemedim. Müdür getirdi çocuğu, bu da bir değişik. Bizle tanıştırdı filan, yetmez gibi bana bakmaya başladı. Ben iki yıldır Emine'yle yan yana oturuyordum. İkimiz de kendimizi (silik eleman) olarak tanımladığımızdan sanırım, olaysız geçinip gidiyorduk.
Müdürün bana bakmasının nedeni belli oldu. Emine'yi benim yanımdan kaldırdı, başka yere nakletti. Yeni gelen elemanı, yani Fırat'ı benim yanıma oturttu. "Berk oğlum, senin derslerin iyi, efendi çocuksun da. Okula da derslere de uyum sağlaması için arkadaşına yardımcı olucaksın!" dedi. Emriniz olur. Müdürün beni tanıdığını bile bilmiyordum. Hele efendi çocuk olduğumu, hiç bilmiyordum. Neyse, tanınır olmak benim için yeni. Silik elemandan, sikik elemana doğru evrilirken, tanınır da olduk sanırım. Müdürün bizzat bu olayla ilgilenmesi biraz garip. Bizim okulda hocalar hiç kimseyle böyle yakından ilgilenmez. Fırat'ın farkı ne acaba?