Ahmet abi bizim sitenin az buçuk kenarında, sote bir yerde bıraktı beni, söylediği gibi. Arabadan çıkarken montumun cebine bir şey sıkıştırdı. Ben bir an evvel eve gitmek için acele ediyordum, kolumdan tutup, "Bundan sonra arayınca telefonunu aç!" dedi. "Bundan sonra beni arama abi..." lafımı bitirmeden, elini kaldırdı. "Dur sakin ya, arama mesaj at diyecektim!" dedim. Biri görecek rezil olacağız, amına kodumun kaportacısı ya. Mahallenin ortasında vurmaya kalkıyor bana. Arkama bakmadan topukladım, çok sinir oldum bu herife ya...
Siteye girince kaç saattir kotumun cebinde unutulmuş duran telefonuma baktım. 18:45 olmuş saat. 6 tane de cevapsız arama var. Hepsi annemden, canım benim. Sabah kahvaltı etmeden, ona haber de vermeden hayalet gibi evden çıktım. Deli olmuştur şimdi. Bugün az yedik ya, bir de evde yiyeceğiz, azar diyecektim. Kapıyı açar açmaz karşımdaydı annem. Öylesine sever beni kapılarda karşılar. Terliklerimi de ver bari, ama ben terlik giymem o ayrı mevzu.
"Nerdesin sen saatlerdir Berk? Telefonunu da açmıyorsun!" dedi. Çok dikkatli gözlerimin içine bakmaya başladı. Niye böyle bakıyor ki? Gözlerimde ki ışığı mı gördü acaba? Hemen ardından, "Sen yine içki mi içtin!!!" dedi. Off, neyse ben de başka şeyler anladı zannettim. Nasıl anlayacaksa, korktum işte. "Anneciğim, bir kere oldu, o da bir yıl önce. Biliyorsun okul bitti diye bütün sınıf sahilde bira içtik. Sen, yine mi, diyorsun. Sanki her gün içki içiyorum!" dedim. Ağzımı kokladı, inandı içki içmediğime. Ama, "Ne bu suratının hali o zaman, bir değişiklik var sende!" dedi. Öfff ya, ayrıntıcı olacak günü buldu kadın.
"Hiç sorma anneciğim, paramın bittiğini unutmuşum. Kahvaltı da etmeden çıktım ya, bütün gün aç kaldım. Kimse de yoktu tanıdık, borç filan alayım!" dedim. "Basket maçına gittin yine değil mi? Seyredeceğine boş boş başkalarını, sen de oynasana oğlum ya! Boyun da uzun, belki basketçi bile olursun!" dedi. Annemin salonda basket seyretmediği belli oluyor. Beni basketçi olabilecek kadar uzun boylu zannediyor. Ayrıca ben basketi seyretmeyi seviyorum, anneciğim. Daha doğrusu basketçileri seyretmeyi seviyorum. Özellikle de Mert'i seyrediyorum. Ama merak etme, ben de spor yapıyorum. Benimkisi daha çok yatak sporları. Milli bile oldum. Bu yaz Paris olimpiyatlarına gidiyoruz. Menajerim de ünlü kaportacı Ahmet abi. O yetiştiriyor beni. Yediğim önümde, yemediğim arkamda. Çok iyi bakıyor bana :)
Neyse, annem yemeği yaptı, yedim. Babam evde yoktu iyiki de. O varken bireysel takılamazsın evde. Kutsal akşam yemeği sofrası kurulmadan da yemek yiyemezsin. Malum, İngiliz kraliyet ailesine mensubuz ya. Fenerin maçı varsa bugün, arkadaşlarıyla kafa çekip maç seyrediyorlardır bir yerlerde. Yemekten sonra annem saldı beni.
Odama gitmeden aklıma geldi. Gidip montumun cebine baktım. Ahmet abi 100 dolar koymuş cebime. Oha, oldum. Mahmut pezevenginin açtığı yolda artık tek başına ilerliyoruz. Parayı da aldığıma göre, resmen orospu oldum sayılır. Annem basketçi ol filan diyor ama ben öyle atlama zıplama işlerini pek beceremiyorum. Sırt üstü yat, bacaklarını kaldır veya domal, oldu bitti. Sikişmek, sanki benim vücut yapıma biraz daha uygun bir spor gibi geliyor :)
Odama girdim, yatağıma uzandım. İlk iş Mert sosyal medyada ne yapıyor diye telefonuma baktım. Yine bir hareket yoktu. Onun için açtığım hesabıma baktım. Müjdeler olsun, sonunda Mert beni takibe almış. Hemen kalkıp odada zıplama hoplama şeklinde, şükür dansı icra ettim. Mert'i azdırmak için nasıl bir gönderi hazırlamalıyım bunu düşünmem gerekiyordu şimdi. Ancak o kadar yorgunum ki, Ahmet abinin eline beline sağlık... Mert'in basket videolarına ve fotolarına bakarken pamuk prenses uykuya daldı. Gerçekten deliksiz, derin, dolu dolu 12 saat uyku çekmişim...
Pazar sabahına yakışır, enerjik ve sevgi dolu bir şekilde uyandım. Bunu da yine Ahmet abinin yaptığı yaşam ve gençlik iğnesine borçluyum. Yataktan çıkmadan telefonumdan müzik dinleyerek kendimi ödüllendiriyordum ki, babam her zaman olduğu gibi destursuz odama daldı. "Hadi koçum fırından taze ekmek kap gel. Sucuklu yumurta da benden... Fırla, el yakmazsa ekmek, enseni yakarım!!!" dedi. Sanırım dün fenerin maçı vardıysa, yenmişler. Babam neşe dolu. "Tamam babacığım, kalkıyorum!" dedim. Bunu demezsen de ensene yersin şaplağı.
Şimdi işin yoksa, anasının amındaki fırına kadar yürü bir ekmek almak için. Sitenin çıkışında market var ama ekmek ille fırından ve sıcak olacak. Enerjimi böyle gereksiz şeylere harcamak yerine Mert'in radarına girebilmek için fotoğraf çekimlerime başlamam gerekiyordu. Ama önemli bir sorunum var. Fotoda çıplaklık oranı ne olmalı ona karar veremedim daha...
Kahvaltı ederken televizyonda dünkü maçın özetini seyredince, babam iyice kendinden geçti. Kahvaltı bitince de annemi gezmeye götürdü. Böylece evde yalnız kaldım. Hazır evde yalnızken, kendimi havaya sokmak için bilgisayarı açıp şöyle gaddar bir porno aradım. Birkaç tane zevkime uygun yapım buldum. Bir saate yakın arka arkaya elim sikimde izledim hepsini. Son videonun son sahnesinde dehşet bir ağza attırma sahnesi vardı, beynim uçtu, nerdeyse boşalıyordum... Pipimin ucunu sıktırıp, durdurdum tahliyeyi. Artık boş hayallere döl harcamak anlamsız geliyor bana.
Çırılçıplak soyundum. Birkaç selfi çektim ama beğenmedim. Telefonu bir yere koydum, on saniye sonra çekime ayarlayıp domalarak çekmeye karar verdim. Bu şekilde de epey çekim yaptım... Doğal sanat yeteneğim sayesinde, deneme yanılma yöntemiyle giderek yetkinleştim. En sonunda ışık, plan, sekans üçlemesinin cuk oturduğu, beğendim bir iş çıktı ortaya. Domalmıştım, popom hafif gölgede kalıyordu, kiraz tanesi memişlerime kadar görünüyordu vücudum. Altta sadece küçük toplarım, incecik parlak bacaklarım ve en önemlisi deliğimin tam üstünde, ışıktan bir yıldız oluşturdum. Bunu ancak usta fotoğrafçılar yapabilir.
Çükümü göstermedim. Onun konumuzla ilgisi yok, mesajı veriyordum böylece... Biraz editleyip gönderdim fotoyu. Zaten tek takipçim Mert, hesabımda gizli olduğu için sadece o görecek. Ama yine de suratım görünmüyordu fotoda. Ne olur ne olmaz, homofobik biridir filan, yayabilir fotoyu diye önlemimi aldım. Bu arada gönderinin altına da sanki bir milyon takipçim varmış gibi, "İlgilenen DM atsın lütfen!" yazdım.
Epey bekledim heyecanla, elimde telefon. Bir bok çıkmadı. Zaten gizli hesabına attığım takip isteğimi epey sonra yanıtlamıştı. Beni takip etmesi de günler sürdü. Yine bekleyeceğiz gibi görünüyor. O benim gibi değil tabii, antremanları var, maçları var, kız arkadaşı var, bir sürü arkadaşı var. Var oğlu var. Siktirik sosyal medyayla uğraşacak zamanı mı var yiğidimin.
Yarak yemeye başladıktan sonra, odaklanma problemimi yenmek bana çok iyi geldi. Yaptığım sıradan şeylerden bile daha çok zevk alıyorum artık. İnsanları mutlu etmekten zevk almaya bile başladım. Ama en önemlisi ders çalışmayı çok sevmeye başladım. Notlarım bir çığ gibi katlanarak artıyor. Sınavlarda öğretmenler başımda duruyor, sanırım kopya çektiğimden şüpheleniyorlar. Ama zamanla ne akıl küpü ve çalışkan bir birey olduğumu anlayacaklardır. Bu gazla akşama kadar ders çalıştım. Akşam yemeğinen sonra da bir iki bölüm dizi izleyip erkenden yattım.
Annem gizliden izler beni hep. Tam uyumak üzereyken kapımı aralayıp baktı, az ışıkta parlayan göz yaşlarını görüverdim. Bu yeni halimden çok memnun olduğunu gösteriyor. Zira annem sevinince de üzülünce de ağlar.
Pazartesi sabahı erkenden kalktım. Bütün hafta da böyle disiplinli yaşadım. Ama Mert'ten, onca emeklerle hazırlayıp attığım gönderiye hiç bir tepki gelmedi. Yine de moralimi bozmadım. Bu olmazsa başka bir plan bulurdum nasılsa. Çünkü bir şekilde Mert'in altına yatmak, ölmeden önce yapılacaklar listemde birinci sırada. Ama bu hafta Mert'in maçı var mı diye hiç bakmadım. Bundan sonra onun maçalarına gitmem biraz zor. Çünkü geçen cumartesi Ahmet abinin dükkanında gördüğüm, Mert'in takımında oynayan çırağın beni tanıması ve bana alaycı ve üstten bakışını unutamıyorum bir türlü. Ustasının bu tür işler çevirdiğini biliyorsa, beni sikmek için oraya getirdiğini de anlamıştır... Onun hem sanayide çalışıp hem basket takımında oynaması ne iş onu da halen çözemedim.
Cuma günü okul çıkışı eve dönerken bunları düşünüyordum ki, Ahmet abi mesaj attı. "Ne yapıyorsun Berkciğim?" yazmış. Eve gidene kadar bekledim. Ne yazmalıyım diye düşünmek için. Eve girip bir şeyler yedikten sonra cevap yazdım. "Okul, kurs filan uğraşıyoruz abi..." yazdım. Sanırım biraz soğuk bir cevap oldu. Hemen cevap yazdı, "Seni bıraktığım yerden saat 1'de alacağım yarın!" diye. O da soğuk bir emir yayınladı. Bir şey yazmadım. Aklımda o kadar çok Mert var ki...
Neden bu kadar çok kafaya taktım anlamıyorum. Ben Mert'i nerdeyse iki yıldır takip ediyorum. Şimdi ne değişti de, illa Mert'e siktireceğim kendimi moduna girdim? Sanırım bu da yarak yemeye başladıktan sonra, kendime olan güvenimin artmasıyla ilgili. O kadar erkeği memnun edebildiğime göre, aşık olduğum erkek neden olmasın havasına giriverdim.
Ahmet abiyi unuttum yine. O unutmamış, "Berk niye cevap yazmıyorsun?" yazdı. Acındırsam kendimi, acır mı bana? "Abi kızarsın diye korktum yazamadım. Hafta sonu full kurstayım. Hiç zamanım yok. Affet beni ne olur." dedim. Acımadı da, affetmedi de. "Yarın saat 1'de orda ol, yoksa istemediğim halde çok üzerim seni. Şimdi hemen, tamam, diye cevap yazmazsan, şimdi hemen de üzmeye başlayabilirim!" yazdı. Benim adımı, evimin yerini nerden öğrendi bu herif. Üzerim, derken, beni üzmek için, ne yapmayı düşünüyor acaba?
Ahmet abiden değil de, babamdan korkuyorum asıl. Geçenlerde aldığım skinny bir kotu görünce, "Oğlum ibne misin, ne biçim kot bu?" demişti. Ahmet abi benim adımı ve adresimi bulduğuna göre, babamın telefon numarasını da bulabilir. Ona bir mesaj atsa, oğlun ibne, filan diye. Babam eğrisini doğrusunu araştırmadan direkt öldürür beni. Hem de döve döve, acılı bir süreç yaşatarak yani. "Tamam Ahmet abi, söylediğin gibi olsun. Artık okuldan atılırsam dükkanda iş verirsin bana!" yazdım sinirden ve korkudan ellerim titreyerek. Ama kendi çapımda, lafımı koydum. Espri yapma özgürlüğümü de kimse elimden alamaz. Cevap olarak, "Dükkan senin!" yazdı. O da kendince espri yapıyor.
Dersimi çalışıp, gece geç yattım bu defa. Ders çalışmak bana iyi geliyor, nedense artık. Öğlen 1'de Ahmet abinin dediği yere gittim. Havalı siyah bir VİP Merced*s minibüs selektör yaptı. Yaklaşıp baktım ama direksiyonda genç biri oturuyordu. Ortadaki büyük kapı, otomatik açıldı. Ahmet abi içerdeydi. Elini kaldırıp iki parmağıyla gel işareti yaptı. Köpeğini çağırıyor sanki andaval. İçerisi çok lüks döşenmişti. Koltuklar deri, büyük ekran televizyon içki dolabı, buzdolabı, ne ararsan var.
Biner binmez kapı kapandı, şöför topukladı, Ahmet abi kucağına çekti beni. Dudaklarıma yapıştı, dilini boğazıma sokacak nerdeyse. Arabayı süren heriften utandım, "Abi yavaş, dükkana gidince yaparız. Şöför var..." dedim. Güldü, "Bugün dükkana gitmeyeceğiz. Arabayı süren yabancı değil, benim yanımda çalışıyor, çekinmene gerek yok, alışkın böyle şeylere!" dedi. Ahmet abi oturduğu koltuğun yanındaki panelde bulunan düğmelerden birine bastı. Şöför bölümü ile aramızdaki kısmı buzlu bir cam ile kapattı. Oturduğumuz kısımdaki camlardan da, dışardan içerisi görünmediğinden, dünyadan izole olduk.
Beni kucağından yere indirdi. Eliyle yeri işaret etti. Dizlerimin üzerinde oturdum koltuğun önüne. Pantolonunun önünü açtım. Dizlerine kadar indirdim pantolonunu. Külotunun üzerinden öpmeye başladım yarağını. Sabredemedi, külotu indiriverdi. Oysa ben pornolardaki gibi bir giriş bölümü tasarlamıştım. Halk sanattan ne anlar? İnikken bile sikinin tümünü ağzıma alamadım. Ucunu biberon gibi cork cork emmeye başladım. Anında kan hücum etti, dev boyutlarına ulaştı. Başına iyice tükürüp avucumun içiyle ovuşturdum, çelik gibi oldu yarak.
"Özlemişim kız seni. Soyun bakayım!" dedi. Ben de seni değil ama yarağını özlemişim, yalan yok, dedim, içimden tabii. Hemen soyundum. Bu defa kırmızı bir kız külotu giymiştim. Onu görünce çok hoşuna gitti. "Külot kalsın!" deyip o da pantolonunu çıkardı. Araba çevre yoluna çıkmış son hız gidiyordu. "Gel kucağıma!" dedi. Yüzüm ona dönük göbeğine oturdum. Kılları popoma değince çok hoşuma gidiyor. Beni göğsüne yatırınca götüm kabak gibi açıldı. Eliyle tutup, yarağını deliğime sürtüp vurmaya başladı. Kuru kuru, hart diye geçirirse patlatır götümü diye hemen ağzımdan avucuma tükürük attırıp deliğime sürdüm. Kollarını iyice sardı bana sımsıkı, nefes zor alıyorum.
Yarağının başı deliğime oturmuştu. Birden belini yükseltti, beni de aşağı itti. Haşırt diye geçirdi. Acı beynime kadar çıktı, "Ahhh!" diye bağırmışım farkında olmadan. Dibine kadar içimdeydi koca yarak. Kollarını gevşetmeden, belini oynatarak sikmeye başladı götümü. Öyle bir bastırıyor ki beni kendine, pipim göbeğindeki kıllarla benim aramda sıkıştı...
15 beş dakikadır filan sikiyordu beni ve çok zevk alıyordum. Sikilmeye başlamadan önce hemen her gün 31 çekerdim. Ama artık zevk vermiyor kendi kendine yapmak. Geçen cumartesi Ahmet abinin dükkanında, yataktan yere kadar rekor fışkırmayla boşaldığımdan beri attırmamıştım. O yüzden içim ağzıma kadar doluydu. Bir taraftan kol gibi yarak beni sikerken, bir yandan pipimin yün yumağı gibi göbek kıllarında sıkışıp sürtünmesi, bir de zor nefes alıyor olmak... Daha fazla dayanamadım, inleyerek faşır faşır boşalmaya başladım...
Ahmet abi gevşetti kollarını, ayırdı beni kendinden biraz. Karnına baktı, göbeği döl içindeydi. Parmaklarının ucuyla dölümün en yoğun kısmını aldı ve ağzına götürdü. Zevkten gözlerini kapatıp, ağzını şapırdatarak yuttu. Sonra da, "Orospu çocuğu, hoşaf gibiymiş dölün, çok güzel!" deyip içimden çıkmadan kucaklayıp koltuğa yatırdı sırt üstü. Bacaklarımı kaldırdı iyice. Dölümün verdiği enerjiyle olsa gerek :) sertçe pompalamaya başladı. Amcık ağızlı herif, arada derede yine anneme giydirdi.
Epeyce uzun süre vurdura vurdura sikti beni. Yarak yemeyi gerçekten özlemişim. Boşaldığım için pipim düğme gibi kalmıştı ama ben çok zevk alıyordum. Son bir vuruş yapıp sarıldı bana sımsıkı... Boşalıyordu sanırım, içim ısındı... Üstüme yığılmış kalmıştı, halen de içimdeydi. "Kız senin amcığın kadar zevk veren olmadı bu güne kadar bana!" dedi. Yandan kağıt havlu aldı, içimden çıkıp kağıt havluyu tıkadı götüme. Malum erkekler arabalarına, evlerinden daha titiz davranırlar.
Kalkıp baktım, Körfez, İzmit tabelaları filan var etrafta. Sikile sikile, İzmit'e kadar gelmişiz. Şehrin içine girdik. Ahmet abi hızla giyindi, ben de giyindim. Şöför kısmıyla aramızdaki buzlu camı açtı. "Servet oğlum beni her zamanki yerde indir. Pazar akşamı gelirsin almaya. Berk'i de aldığımız yere bırakırsın!" dedi ve indi arabadan.
Şöför, "Gel yanıma otur!" dedi. İnip arabadan öne geçip yanına oturdum. "Ben Servet!" dedi elini uzatıp. Oldukça genç ve yakışıklıydı. Sanırım 20 yaşlarında falandı. "Ben de Berk!" dedim. "Memnun oldum, çok tatlısın!" dedi. Yiyecek gibi de bakmaya başladı. Sonra bastı gaza, İstanbul'a dönmek için çevre yoluna çıktık...
Ona, "Sen Ahmet abinin dükkanda mı çalışıyorsun abi?" dedim. "Evet!" dedi. "Geçen hafta Ahmet abi beni dükkana götürmüştü, orda birini gördüm, tanıdık geldi ama emin olamadım..." dedim. "Nerden tanıyordun ki?" dedi. "Basketçiydi benim gördüğüm, maçını seyretmiştim, ama aynı kişi mi emin olamadım?" dedim. "Ha, sen bizim Ersin'i görmüşsün, altyapıda basket oynuyor!" dedi. Şimdi esas merak ettiğim şeyi sormalıydım. "Abi hem sanayide çalışıp hem basket nasıl oynuyor ki? Benim bildiğim o kulüp okumayanları altyapı takımına almıyor!" dedim.
"Ersin okuyor zaten, ama meslek lisesinde. Yeni kanun mu ne çıkmış, bunlar haftada birkaç gün okula gidiyorlar aynı zamanda da okulun yönlendirdiği bir iş yerinde çalışıyorlar!" dedi. Sonra anlamlı anlamlı bana bakıp gülümsedi ve "Bizim Ersin yakışıklı parlak biridir, düştün mü ona sen yoksa?" dedi. Ben de, "Onun takımında oynayan birine aşığım da abi!" deyiverdim :)