"Soğuk bir kış sabahı, güne erkenden uyanıp dışarıda ne kadar kar biriktiğini merak ettiğim için hemen pencereye koşup etrafın bembeyaz oluşuna baktım." "Çok geçmeden mutfaktan annemin tavada yaptığı patates kızartma sesleri geliyordu. O zamanlar daha 5 yaşındaydım. Çocukluk heyecanı ve hevesiyle hemen içeriye koşup sobanın yanına kurulu koltukta televizyonu açıp çizgi film izlemeye başladım." "Annem ev hanımıydı, babam ise fabrikada işçi. Fakirdik ama kendi yağımızda kavrulan sıradan bir aileydik. Ufak tefek şeylerden mutlu olabiliyorduk; örnek olarak sabahları patates kızartması gibi." "Annem Laz kızıydı, babam ise Kürt'tü. Babamın maddi sıkıntılardan iş ararken kendini Konya'da bulması ve annemin de ailecek İç Anadolu'ya taşınmasıyla annem (28) ve babam (38) tanışmışlar." "Annemin ailesi aslında babamı hiç istememiş, ama bir yandanda annem hem babama aşık olmuş hem de evdeki baskıdan dolayı kendisinden 10 yaş büyük adamla çareyi kaçmakta bulmuş. Evet, babam bekarken kötü alışkanlıklara sahipti; kumar ve alkol gibi. Ama annemin ısrarı ve ricası üzerine bunları bırakmıştı. Ancak nadiren de olsa yaptığı alışkanlıklar devam ediyordu. Annem bunları gördükçe babama uyarıda bulunup kızıyordu." "Babam ara sıra kumarı bıraksa bile iddia veya bahis oynamaya devam ediyordu. Yıl başına çok az zaman kalmıştı; her şey normal gidiyordu. Dışarıda soğuk hava, kar vardı ama içeride Allah'a şükür sobamız yanıyor ve ekmeğimiz pişiyordu." "Yılbaşı gecesi babam eve çok hevesli geldi. Annemle ben merak içinde babama bakıyorduk."
-Ba: Hatun, 3 müzün adına yılbaşı bileti aldım.
-An: İyi yapmışsın ama ne gerek vardı, hem nerede bizde o şans?
-Ba: İnanıyorum hatun, bir gün zengin olacağız. O zaman senin o ailenin istemediği damadını baş üstünde gezdirecek, bak gör.
-An: Zengin olmaya gerek yok, Allah'a şükür aşımız var, başımızı sokacak yerimiz de. Sen şu illetleri bıraktın ya, o bana yeter.
Zaman geçmek bilmiyordu. Babam pür dikkat televizyonda yılbaşı çekilişini izliyordu. Annem bir yandan yarın için fasulye ayıklıyordu, bir yandan da televizyona ve babama bakıyordu. Artık yılbaşı çekiliş vakti gelmişti; tek tek toplar dönüp sayılar ekrana çıkıyordu. Babamın elinde 3 bileti sıkıca tutmuş, gözlerini televizyondan ayırmıyordu. İlk 2 rakam çıktı; babam heyecanla 2 biletin boşa çıkmışken benim şansıma aldığı bileti sıkıca tutuyordu. Rakamlar tek tek açıklanıyordu; açıklandıkça babam yerinde duramıyordu. "Hadi lan, hadi lan, son rakam!" diye evde koltukların tepesinde geziyordu. Annem elindeki fasulyeyi bırakmış, o da televizyona kitlenmiş olanları izliyordu. Ben çocuk olduğum için durumun farkında değildim; babam neye bu kadar deli dana gibi seviniyor, algılayamıyordum. "ekranda son sayı çıktığı gibi babam
-Ba: çıktı lan, çıktı amına koyim, çıktı, bize çıktı lan, bize zengin olduk, zengin olduk
diye evde deli danalar gibi koşturuyordu. Annenin önündeki ayıklanmış fasulyeyi alıp heyecandan tavana fırlattı.
-Ba: bırak hatun fasulyeyi, zengin olduk. Zengin, yarın fasulye yemeyeceğiz artık, her istediğimizi yiyeceğiz."
Annem şaşkın bir şekilde, içinde heyecan ve şok etkisiyle ne diyeceğini bilemiyordu. Babam ise direkt çıkan para ile hesap yapıyordu. "Onu yapacağız, buna yapacağız, şunu edeceğiz" gibi. Sabah olmuştu, heyecandan ailecek uyumamıştık; daha doğrusu babam bizi uyutmamıştı. 3 tane amcam vardı, 2'si doğuda, 1'i Ankara'daydı. Sabahın erken saatinde babam amcamla konuştu; bileti bozdurmak için Ankara Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü'ne gitmesi gerekiyordu. Başka yerden parayı alamaz ya da bileti bozduramazdı. Amcam ile babam gidip bileti bozdurdu. "Prosedür gereği bir banka müdürü ile anlaşması gerekiyormuş. Her şeyi halledip tüm para babamın hesabına yatmıştı. Tabii bir miktar da amcam istemişti. Babam eve geçince hallederiz diye amcam ile birlikte Konya'ya geldiler. Babam geldikten sonra doğudaki tüm akrabalar birden bizim eve doluşmaya başladı. Hatta annemin akrabaları bile gelmişti. Evde tam bir kaos ortamı vardı. İki zıt akraba birbirleriyle itişip kakışıyordu." Babamın telefonu hiç susmuyordu, duyan arıyordu. Çok geçmeden bizim eve babamın çalıştığı iş yerinden bölüm şefi gelmişti. Babam:
-Ba: Şefim, daha işe gelmiyorum. Bugün sondu, patrona söylersin.
-Şef: İş için gelmedim ama patronun bir teklifi var, onun için geldim. O da iş sayılır ama diğeri gibi değil.
Şef ile babam dışarıda 5-10 dakika konuştular. Babam eve gelip:
-Ba: Benim acil işe gitmem gerekiyor, gelirim birazdan.
Tüm akrabalar babamla dalga geçiyordu. "Ne işi oğlum, bu saatten sonra artık patron sensin" tarzında goygoya devam ediyorlardı. Akşama doğru babam gelmişti, hevesli ve mutluydu. Tüm akrabalar olanı biteni soruyorlardı. Babam tek tek her şeyi anlattı. Tabii açgözlü akrabalar, babamdan biraz para tırtıkladıktan sonra borç adı altında parayı alıp evden uçtu gitti. Babamın anlatmasına göre artık fabrikaya işçi olarak değil, patron olarak gidecek çünkü patronları iş ortaklığı teklif etmiş. Zaten bildiğin iş, "Cüzi bir miktara gel, seni hisse ortağı yapalım," demişler. Babam da kabul etmiş. Artık gündüzleri işçi olarak değil, öğlen istediği zaman gidip patronluk yapıyordu. 6 ay geçmişti. 6 ay içinde babam kendine son model bir araba almış, bize de her şeyden ne gerekiyorsa onu almıştı. Artık o eski ev yerine Konya'nın göbeğinde villa tarzı bir dubleks evde oturuyorduk. Her şey çok güzeldi; istediğim oyuncaklar, istediğim yiyecekler, içecekler hepsi vardı. Yediğim önümde, yemediğim arkamda misali. "Annem de gayet mutluydu, her şey onun da istediği gibiydi. Artık rahat bir nefes, rahat bir tavırla geziyordu. Ailesine karşı mahcup değildi, onlara karşı göğsü gere gere kocasıyla gurur duyuyordu." Ama güzel olan her şeyin bir sonu var tabii ki; paranın, zamanın, mutluluğun bile. Sonraki 6 ay bizlere sözler veren babam çok değişmişti. Anneme "kraliçeler gibi yaşatacağım, bana paşalar gibi bakacağım, en güzel, en iyi okullara yollayacağım" diyen babam artık eve geç gelir, hatta bazı geceler gelmez olmuştur. "Eve geldiği zaman ise ayyaşlar gibi, ağzı leş gibi kokar; üstü başı dağınık, kadınlarla gezdiği çok belliydi." "Artık babam o eski alışkanlıklarına kat kat fazlasıyla geri dönmüştü; alkol, kumar, içki ve kadın-erkek meseleleri. Bu sebepten dolayı eve her geldiğinde annemle kavga eder oldular. Tartışmalar gittikçe büyüyordu." "Bardağın son damlası bir gün kapının çalmasıyla taştı. Kapıda 20'li yaşlarda, ağzı burnunda, göbeği oldukça şişmiş hamile bir kadın (Selin) vardı. Annem:
-An: Buyurun, kime baktınız?
-Se: Necati'ye bakmıştım.
-An: Siz kim oluyorsunuz?
-Se: Asıl siz kim oluyorsunuz?
-An: Ben Necati'nin karısıyım.
-Se: Yalan söylemeyin, Necati bekar.
-An: Ne yalan söyleyeceğim ben sana? Al, bu da oğlumuz. Asıl sen kimsin, neden Necati'yi soruyorsun?
-Se: Ben Necati'nin evleneceği kadınım.
-An: Ne saçmalıyorsun sen?
-Se: Necati bana bekar olduğunu söyledi, karnımdaki de onun bebeği. Doğurduğum gibi düğünümüzü yapacaktık.
-An: Saçma saçma konuşma, sabah sabah git başkasından bul belanı. (Annem kapıyı kadının suratına kapatırken kadın araya girer.)
-Se: Necatiiii, sevgilim, biliyorum evdesin. Bu şıllık senin karın olduğunu söylüyor. Hem bana fark etmez, bunu boşayıp zaten benimle evleneceksin. (Diyerek evin içine doğru sesleniyordu.)
Annem öfkeli bir şekilde babama tokat atarak uyandırdı. Babam ne olduğunu anlamadı, geceden kalma ayyaştı.
-An: Bu kapıdaki kaşar kim? Necati orospu karılar gibi mahalleyi inletiyor.
Babam tokatın sersemliği ve geceden kalmanın etkisiyle sinirli bir şekilde uyandı.
-Ba: Ne diyorsun karııı, sabah sabah, geceden beri uyutmadın, tepemde dır dır dır.
O sırada Selin içerden hâlâ sesleniyordu. Selin'in sesini duyan babam yataktan fırladı, panikle kapıya doğru gitti.
-Ba: Senin burada ne işin var kızım? Gelme benim evime, diye uyarmadım mı?
-Se: Ne yapayım kocacığım, geceden beri sana ulaşamadım. Ben de en son çare buraya geldim. Hem bu yılışık paspal kadın da kim, karın olduğunu söylüyor. Sen bana yalan mı söyledin? Hani eşin yoktu, bir de çocuğun varmış? (Kadın tam para avcısı olduğu belliydi, babamı sevmiyordu, babamın parasını seviyordu.)" kadın ile annem arasındaki tartışmalar uzamaya başladı. Bu duruma çok öfkelenen annem, babama tokat atmaya başladı.
-An: "Artık yeter, burama kadar geldi, pes artık! Pes nedir bu? Sen çok değiştin Necati, alkol, kumar, içki, birde kadından çocuk peydahlıyorsun. Artık ben yokum, boşanıyorum!"
Bu durumun üstüne babam ile annem şiddetli tartışmaya başladılar. Artık ikisi de birbirine vurmaya, arbede yaşamaya başladılar. Babam annemin boğazına sarıldı, iki eliyle annemin boğazını sıkıyordu. Annem nefes almakta güçlük çekiyordu. Araya girip ayırmaya çalışsam da gücüm yetmiyordu. İki dakika sonra annem kendini saldı, yere yığıldı. Babam annemin başına gelip uyandırmaya çalışıyordu ama annemden tepki gelmiyordu. Babam panik içinde ne yapacağını şaşırdı, içeri gidip üstünü değiştirip yanındaki kadını da alıp evden kaçtı. Gürültü sesine karşı komşular geldi. Annem evde baygın yatıyordu. Annemin yanına gidip dürtüyordum ama tepki vermedi. İlk başta anlamadım ama eve polisler ve ambulans gelince durumun ciddiyetini anladım. Annem orada ölmüştü. Babam çok geçmeden yakalanmıştı. Polisler beni alıp hastaneye götürdüler. Akrabalarımız gelmişti, cenaze olmuştu. Artık yalnız hissediyordum. Babamı nezarete atmışlar, tutuklu bir şekilde yargılanmayı bekliyordu. Amcamlar ve babamın akrabaları çıkarcı şerefsizlerdi. Annemin ailesi ise beni gördükçe, babam yüzünden onlara kızlarının acısını hatırlattığım için öfkeyle bakıyorlardı. iki arada bir derede kalmıştım; kimsem yoktu, sahip çıkanım da yoktu. Bir tek annem vardı, o da gitmişti. İçimde sinir ve hırçın bir şekilde günlerimi geçiriyordum. Çok geçmeden beni devlet alıp yetiştirme yurduna yerleştirdi. Babama da ilk başta müebbet cezası verdiler. "Sonradan sahte görgü tanıkları ile cezasını 20 yıla, ardından namus davasına çevirerek ve araya adam sokarak 15 yıla düşürdüler." Aradan 10 yıl geçmişti, o kadın ikiz bebek dünyaya getirmişti. Kızları olmuştu, isimlerini Helin ile Pelin koymuştu. Bu 10 yıl içinde ben de yurtta çok iyi arkadaşlıklar edinmiştim. Yaşım 17 olmuştu, yurttaki son senemdi. 18 olunca artık devlet yurtlarında kalamıyordum. Oda arkadaşım vardı, adı Arda. Ardada pasif bir çocuktu. Pasif derken cinsel anlamda gaylik veya femboyluk vardı. Ama ben yurtta Merve adında bir kıza aşıktım. Yurdun annesi vardı, Hafize Abla,O kadın benim ikinci annem olmuştu, çok ilgilendi benimle. Yurdun müdürünü de es geçmemek gerekir; Münevver hanım, o da çok iyi bir insandı.