O sonbaharda, farklı bir hayata adım attım. Her şeyi yeniden öğrenir gibiydim… Herkes Tıp fakültesindeki tiplerden inek ve sıkıcı olmalarını bekler fakat aslında en deli yerlerden biridir. Ya ders çalışmaktan kafayı yakmış delilerle ya da hiç çalışmadan burayı kazanacak kadar zeki delilerle tanışırsın ki ikisinin de kendince eğlencesi boldur. Benimki de öyle bir süreçti.
Babam o aylarda bana bir CLK200 aldı. Tabii ki kendi de ara sıra binebilmek için takıntılı olduğu arabanın spor versiyonu. Babam Mercedes dışı arabaya binmezdi çünkü erkekliği, adamlığı, kişiliği yani her şeyi maddi kazıklara bağlı olması gerekecek kadar kırılgandı. Araba bana bir hediyeydi ama tabii ki fikrim hiç sorulmadı. Yine de şımarıklık etmemek lazım. Henüz 19 yaşında olduğum o sene kendime ait bir arabımın olması dahi delice bir riskken ben kendim seçmemiş olsam da güzel bir arabaya biniyordum.
Okulda ilk haftalarda Enis diye bir elemanla tanıştım. Tam bir yakışıklılık abidesiydi. Piçti, ağzı laf yapıyordu. Burayı çalışmadan kazanacak kadar zeki, okula bir Jaguar’la gelecek kadar zengin ve yanından geçerken dönüp bir daha keseceğiniz kadar yakışıklıydı. Tam bir şans abidesiydi elaman. Fakat özünde iyi çocuktu. Beni o sessiz halimle niye o kadar benimsedi de arkadaş oldu hiç bilmiyordum. Beni arkadaş grubuna dahil etmişti. Dört erkektik. Hepimiz tıp fakültesinin çalışkan, iyi ailelerde büyümüş çocuklarıydık dolayısıyla iyi kötü ortak noktalar hep bulunuyordu. O yaşlardaki erkekler olarak, konuştuğumuz konular genelde hep aynıydı. Futbol, arabalar, filmler ve tabii ki memeler.
Sorduklarında çocuklara bakir olmadığımı söyledim. Fakat hikayeyi anlatmadım. Yaşadığım şeylerden hiç bahsetmedim. Lisede herhangi bir yaşıtımla yatmış gibi konuştum. Diğerleri de hep ben gibiydi. Lisenin sonuna doğru ya kız arkadaşlarıyla ya da ortamdan edindikleri bir kaşarla çakışıp adımlarını atmışlardı bu büyülü dünyaya. Fakat asıl bombayı burada patlatmak istiyor, üniversite hayatlarında mutlaka bir kız arkadaş edinmek istiyorlardı.
Sikiş delisi değildim. Hatta belki de istemiyordum. Tekrar aşık olmayı arzuluyordum içten içe. Bu deli duygu olmadan yapacaklarım hep boş gelecek gibi geliyordu. Neyse, üniversite hayatımın renksiz geçeceğine emin gibiydim. Hem yapacak çok iş vardı. Hem de kendime öyle çok güvenmiyordum. Beni şoka sokan şey dersler başladıktan 2 hafta sonra gerçekleşti. Sınıfta bir dedikodu çıkmıştı. Kızların, sınıfın yakışıklı erkeklerini belirledikleri bir liste için oylama yaptığını söylüyorlardı. Söylentidir diyip takmadım ilk önce. Fakat sonra oğlanlardan biri listeyi ele geçirmiş halde gelip öne koyunca hepimiz merakla inceledik tabi ki…
Beni şok eden şey ikinci sırada olmamdı. Enis elbette birinciydi ama ikincilik? Kızların bende ne bulduğunu düşündüm o an. Ve sonra aynaya baktım. Yıllar sonra kafamda bir duvarı yumruk atıp yıkmak gibiydi bu. Artık kalın gözlüklü tıfıl Ferit değildim ben. Uzun boylu, yeterince zengin, belli ki yeterince zeki, eli yüzü güzel ve donuk olsa da korkak olmayan bir genç adamdım kadınlar için. Bunu fark etmek sanki gözlerimden bir perde kaldırmış gibi aydınlandım. Diğer fakültelerden gelip, tıp fakültesinin kafesinde oturan kızları, tanışmak için can atan stajyer hemşireleri ve yolda yürürken aldığım bakışları fark etmeye başladım. Bu tüm kilitler açılacak demek değildi ama belli ki bazı kilitleri kıracaktım o sıralar.
Mira Abla’yı o aylarda hiç görmedim. Halbuki hala onun hayaliyle rüyalar gördüğüm, baksırımı doldurup uyandığım geceler olurdu.
Çok nadir kapıda karşılaşırdık. Ya o ayakkabısını giyiyor olurdu ya da ben market poşetiyle evime girmeye çalışıyor olurdum. Hiç selamlaşmaz. Birbirimize bile bakmazdık. Birini hayatından çıkarınca nasıl bu kadar yakın olmana rağmen bu kadar az görürdün? Gerçekten şaşırırdım bazen. Mine Abla ile ilişkileri gayet iyi gidiyor gibiydi. Ara sıra manken gibi kızı, topuklularıyla apartmanımızın asansöründe yakalardım. “Ooo selam tatlış naber?” der, yanağımdan bir makas alırdı. Mira Abla ona ne anlatmıştı bilmiyordum ama bana karşı hala aynı gibiydi. Görüşmeyişimizi en çok takan kişi annemdi. “Ne oldu aranızda? Bir şey mi söyledi?” falan diye merakla sorgulardı ama ona hep aynı cevabı verirdim. “Bir şey olmadı anne. Büyüdük sadece…”
Neyse, günler hızlıca geçip gidiyordu. Derslere boğuluyor, okula gidip geliyor arada çıkışta iki bira atıyorduk. Bahar aylarına doğru, Enis’in bir sevgilisi oldu. Merve adında bir afet.
Kız uzun sayılırdı. İncecik, yapma bebek gibiydi. Çamurdan değilde vanilyadan yoğurulmuş gibi bembeyaz bir teni vardı. Az makyajla bile ışıl ışıl parlardı. Küçük bir yüzü, upuzun sarı saçları vardı. Renkli gözlü, tatlı bir şeydi. Tekstil tasarım gibi bir şey okuyordu. Enis kızın güzelliğine prestij katmış, kız da güzelliğiyle Enis’in koluna yakışmıştı. Tam bir win win durumu.
Merve’nin sayesinde o sıralar hayatımıza kızlar girmeye başladı. Bir kafeye oturduğumuzda, bir yemeğe ya da bilardoya gittiğimizde tanımadığımız kızlar belirirdi onunla birlikte. Bizim oğlanlar deli olurdu tabi. Fakat ben uzak dururdum genelde. Özellikle yaptığım bir şey değildi aslında. Hatta belki de Mira Abla’ya olan sadakatimden bile değildi. Onu unutmak için gerçekten çabalıyordum o sıralarda…
Asıl sorun korkmaktı. Kalbim kırılmıştı ve sanırım tekrar kırılması korkutuyordu beni. Üstelik etrafımızda dolaşan, beklentili korkak kızlar da çekmiyordu ilgimi. “Gel bana çıkma teklif et, çiçek al, arabanla gezdir. İlerde doktor ol, evimize bak. Ben de geziyim. Seni biraz seviyim ama asıl olay bana sundukların olsun…”
Onlara baktıkça bunları duyardım kafamda. Sahte ve sıradan gelirlerdi bana…
Bir akşam Beşiktaş’ta bir maç çıkışı Akaretler civarında takılıyorduk. Futbol delisi değildim ama bu elemanlarla geze geze etkinlik olsun diye maçlara gider olmuştum. Bir iki topçu seyreder, boğaz kenarında maç çıkışı köfte gömer, ağaçlı yoldan barlara yürür geceye kadar içerdik… hoş etkinliklerdi.
Barlardan birinin alt katında bilardo oynuyorduk. Yine dört erkektik. Topa odaklanmıştım ki kız sesleri doldu yine ortama. Merve yanında üç kızla gelmişti yine. Kız arkadaşlarına doktor koca bulma scoutu gibi çalışıyordu. Enis uzanıp, dudaklarından bir buse aldı sevgilisinin. Kızın belini kavradı. Kızı resmen yedi bir süre.
Diğer kızlarla birlikte bilardo masasının yanındaki bir masaya kurulup biralarını dikmeye başladılar. Sohbet koyulaşıyor gibiydi. Enisle birebir maç yapıyorduk o sırada. Selam vermiş ama yanlarına gitmemiştim. Enis arada gelip topa vuruyor sıra bendeyken gidip bir laf atıyor, iki dakika sohbet edip dönüyordu. Benim yapımı çözdüğünden bana pek karışmaz diğerleri gibi baskı yapmazdı. Tam hamlemi yapıp, onun sırasını bekliyordum ki masadaki kızlardan biri gelip ıstakayı aldı eline.
“Hmm sen sessiz ve havalı olansın sanırım…” dedi gülerek. Teni beyazdı, düz siyah saçları ve siyaha kaçan gözleri, düşük bir burnu vardı. Gözleri baya ufaktı. Tatlı bir gülüşü vardı. İnsanın içini ısıtan türden. Kız hoşuma gitmişti ama her şey güzellik demek değildi. Merve’nin etrafında pek çirkin kız yoktu zaten.
“Alakası Yok.” dedim.
“Enis’den devraldım. Biraz sevgilisiyle otursun. Rakibin artık benim.” dedi. Usulca kafa sallamakla yetindim.
Bir sağa bir sola baktı. Hangi topu sokacağına karar vermeye çalışıyor gibiydi. Doğru açıda düzgün bir top yoktu. “Hmm. Kırmızıyı sokacağım.” dedi. “Bu topu sokarsam, böyle mal mal kafa sallamayıp benimle konuşacaksın.”
Sert tavrı yüzünden afalladım ama bir yandan da… diğerleri gibi mıymıy olmaması hoş geldi. Kafamı salladım yine.
Beni şaşırtarak kenardan sektirip, kırmızı topu sokuverdi. Suratına yamuk bir gülüş geldi. Masum duruyordu ama bu kızda şeytanlık olduğu da barizdi baya. “Adım Destina, seninki ne?” dedi. “Destina mı? Biraz şovmuş ya…” dedim usulca. “Ben Ferit. Dümdüz Ferit.”
“Peki dümdüz Ferit… seni böyle açıyoruz demek ki?”
“Belki…” dedim.
Sıra bendeydi. Bir vuruş yaptım. Girmedi. Kendi topuna yöneldi yine. “Bu topu sokarsam, bana bir bira ısmarlayacaksın.” dedi kıkırdayarak. “Tercihen, Weihenstephener.”
“Ağzının tadını biliyorsun. Öyle olsun.” dedim yine.
Topu yine soktu…
Sonraki iki saatimiz resmen bu şekilde geçti gitti. Bir o atıyor, bir ben atıyordum ve her vuruş yeni bir iddia getiriyordu ortaya. Destina 20 yaşında, ikinci sınıf öğrencisiydi. Benden bir yaş büyüktü yani. Aslen Ankaralıydı. Babasıyla annesi uzun zaman önce boşanmıştı. İki senedir İstanbul’daydı. Gece ilerledikçe sohbet de derinleşti tabi. Ona dair farklı şeyler öğrendim. Merve ile bir partide tanışmıştı. Merve de o da birbirlerinden aslında pek hoşlanmıyorlardı ama çok ortak arkadaşları vardı. Destina Uluslararası ilişkiler okuyordu, ağzı laf yapıyordu ve çapkındı. (Kendi deyişiyle.)
“Sakın bana aşık olma.” dedi kahkaha atıp ıstakayı dikerek. “Güzelimdir falan ama benden olmaz Ferit bey…”
“Ne gibi olmaz. Hoşlanmadın mı benden?” diye sordum ben de vuruşa hazırlanarak.
“Yok be, sen hoşlanılmayacak çocuk musun? Pek sadık değilimdir. Öyle tek yerde de kalmam pek…” dedi sırıtarak. Bir tepki, atlama ya da ne bileyim iğrenme falan bekliyordu sanırım. Tepkisiz kalınca şaşırdı.
“Neden sana aşık olacağımı düşündün ki?” dedim gülümseyerek.
“Çok masum duruyorsun be Feritcim.” dedi kaşlarını çatarak. Sanki acır ya da küçük bir çocukla konuşur gibi yapıyordu.
Sırıttım tekrar. “Çok masumum aynen…”
“Değil misin?” diye sordu.
“Masum sayılırım… yani öyle pek yalan, aldatma bilmem. Duygusal ilgim olmayan kızlara yakınlaşmam, manipülasyon falan yok bende. Bunlar masumluksa masumum… fakat beynimi kontrol etmeyi bilirim. Kime ne hissetmem gerektiğini, kime ne hissedeceğimi bilirim. Hem zaten istesem de sana aşık olamam Destina. Kalbim çok uzun zamandır zaten bende değil…”
Tek kaşını kaldırıp bir bakış attı. Merakını cezbetmiştim sanırım. Üstelik pek itiraz etmiyordum dediklerine. Sohbet giderek koyulaştı. Ben çok içmediğimden rahattım baya. Önce diğer oğlanlar ayrıldı. Sonra kızlar gitti. En son Enis, Merve, Destina ve ben kaldık. Barın da boşluğundan yararlanarak, köşedeki bir koltuğa yayılmış olan Enis, Merve’yi tek bacağının üstüne oturtmuş, elini belinde gezdirerek yiyor, arada bir mola verip birasını yudumluyordu. Kafalar iyice gidince, Enis’in yakınlardaki öğrenci evinin yolunu tutmak için ayaklandılar. “Gel sen de istersen. Bu saatte nasıl gitcen?” diye sordu Enis. Ellerinin kıvırcık saçlarının içinden geçirdi bir tur. “Yok ya kaçayım… hem siz yalnız kalsanız daha iyi.” diyip gülümsedim ikisine. Piç piç sırıttılar ikisi de. Kafaları rahat tiplerdi. Evde muhtemelen bir şeyler saracaklardı ama ben hala içten içe uslu bir çocuk olduğumdan mıdır bilmem Mira Abla’nın altın kuralına uyuyordum. Alkol dışında her madde bana yasaktı.
Gitmeden Merve, “Destina sen ne yapacaksın çiçeğim?” diye sordu. “Hallederim bir şekilde. Merak etme.” diyip kovaladı onları. İkisi el ele çıkıp gittiler mekandan. Son turları oynuyorduk artık. Bariz öndeydi. Yok etmişti bugün beni. Son bir mavi topu vardı. Onu soktuktan sonra siyahı da sokup, hesabı bana tıkacaktı muhtemelen… Fakat çok önemi yoktu. Bu gece cidden güzel eğlenmiştim. Tatlı bir kız, biraz bilardo, az içki ve sohbet neşeme neşe katmıştı bile.
“Nerede oturuyorsun Ferit?” diye sordu.
“Suadiye tarafı…” dedim.
“Ooo beyfendi karşıda oturuyor… hem de zengin semti.” dedi.
“Atadan dededen ve işkolik ebeveynlerden kalan şeyler… pek önemi yok.” dedim.
“Nasıl gideceksin?”
“Arabam var yakınlardaki bir otoparka bıraktım. Köprüden kaçarım… sen nerede oturuyordun? Bırakayım mı?”
“Ben yurtta kalıyorum yine bu yakada…” diye usulca söylendi. Sonra tek hamlede soktu mavi topu.
“Senin normal bir öğrenci olmadığını var sayıyorum… paran var gibi. Enis gibi bir şeysin?” diye sorguladı. Yine tek kaşı havadaydı.
“Gibi…” dedim.
“Bu gece hiç yurda gidip, kalorifer önünde ısınmaya çalışıp, kanlı ped kokulu 8 kişilik odamda uyuyasım yok… sence çevrede herhangi bir otelde bir gecelik oda tutacak kadar zengin misindir?” diye sordu bana topa tekrar eğilirken.
“Halledilir…” dedim atılganlığına daha da şaşırarak. Jülide Abla bile bu muhabbeti yapmazdı sanırım.
Topa nişanladı ıstakayı. “O zaman…” dedi kahve gözlerini kaldırarak bana bakarken. “Bu topu sokarsam bu gece beni bir güzel sikeceksin…”
Istakayı çekip, temiz bir “TIK” sesiyle yapıştırdı. Siyah top hafif falsolanarak köşe deliğe oturup şıp diye kayboldu delikte. Destina doğrulurken, yamuk bir şekilde güldü yine. “Hesabı bir ödeyeyim önce… sonrasına bakarız.” diyip ben de güldüm suratına aynı piçlikle.