Jülide o geceden sonra bir daha Mira Abla ile görüşmedi. Pişman olduğunu düşünmüyordum fakat bence sabah sakin kafayla yaptığımız şeyin kendisi için ne denli tehlikeli olduğunu görmüş köprüleri yakmıştı. O senenin sonunda Mira Abla’dan evlendiğini duydum ve Jülide’nin adını pek anmaz olduk. Bizim için eğlenceli ve uçarı bir anıydı sadece.
Mira Abla ile ilişkimiz ise farklı bir eksene kaymıştı artık. Her şey ortadaydı. O sahip, ben oyuncaktım. Fakat kötü bir ilişki değildi bu. İkimiz de kendi yöntemlerimizle birbirimizi seviyorduk. Onun kollarında, ayaklarının dibinde kendimi ezik değil güvende hissediyordum. Benim için yüce bir varlık gibiydi. Diline bir çeşme gibi akıta akıta boşaldığım o anları tekrar tekrar hayal ederek iliğim kemiğim kuruyana kadar 31 çekerdim o ders çalıştığım stresli günlerde. Mira Abla hala sık sık beni elleri ve ayaklarıyla, bazen tükürerek boşaltırdı ama kolay kolay sakso çekmiyordu. Saksosu özel anlar için saklıydı. Aramızdaki dengeyi bozmak istemiyordu.
O sene bana iki kere daha sakso çekti. İlki Nisan ayındaydı. Nisan ayında, Mira Abla yeni bir kızla ilişkiye başladı. Aynı üniversitede, konservatuar bölümünde okuyan biraz deli bir kızdı sevgilisi. Adı Mine’ydi. Mine ve Mira, uyumlu bir çiftlerdi. Mira Abla onu ilk gördüğü andan itibaren çok hoşlanmış ama ilişkileri aylar boyu flört aşamasında kalmıştı. Mine’yi düşürmesi için bir sürü plan yapıyorduk ve en sonunda bir akşam, fakülte sonrası bir partiye katıldıklarını ve partide seviştiklerini anlattı Mira Abla… “Bebekkk… çok güzeldi ya. Sana yemin ederim kız çilek gibi kokuyor, elleri, ayakları, memeleri öpmeye yalamaya doyamadım tertemiz… yani insan bir kızın am sularında boğulmak ister mi? Ben istedim!” diye heyecanla, ağzının sularını akıtarak anlatıyordu.
Onu anlıyordum ama. Mira Abla da benim için öyle bir figürdü. Kızdan iğrenemiyordum. Ayakları, koltuk altları, amı, götü… kirli kıyafetleri her şeyi ama her şeyi bana elma, şeker, çiçek gibi kokuyordu. Başka bir insanda iğreneceğim şeyler onda kutsaldı sanki. Okuldaki herhangi bir kızla aynı şişeden su içmeyebilirdim ama Mira Abla götünü bana teslim etse o deliği saatlerce, dilim kuruyana kadar yalardım.
Sevgili olmalarının ardından kız gelip gitmeye başladı. Mine Abla’yı görünce, Mira Abla’nın azgınlığını biraz anladım. Kız ince uzun, manken vücutluydu. Hafif yanık bir teni vardı ama asla esmer denemezdi. Çok güzel makyaj yapar, çok güzel giyinirdi. Uzun saçlarını toplar, siyah kot ve siyah bir gömlekle Mira Ablaların kapısında biterdi bazen. Elleri ve ayakları turkuaz ojeliydi. Mira Abla asıl tanrıçaydı ama bazı zamanlar… Mine’nin ayaklarının kokusunu, onun altında olmayı da merak etmiyor değildim. Yine de onlara hiç bulaşmadım. Mira Abla beni ona herkese tanıttığı gibi, “Oğluşum!” diye tanıttı. Kız da aramızdaki ilişkiye sadece sempati duymakla yetindi. Fakat ilişkilerinin gidişatı bizi de çok etkiliyordu.
Nisan Ayında Mira Abla, evde yalnız olduğumuz bir akşam bir video kamerayla çıkıp geldi. “Bu Mine’nin kamerası.” dedi şevkle. “Sana manyak bir şey izleticem küçük bebek!”
Mira Abla, video kamerayı bilgisayarına bağladı. Görüntü titrek tüplü monitöre yansıdı. Çok çok kaliteli olmasa da o yıllarda izlediğim en sağlam kayıtlardan biriydi. Kamera sabitlenmişti. Tanımadığım bir evin odasıydı. Siyah duvarlar. Moda dergileri, çıkartmalar, topuklu ayakkabı dizili bir raf ve geniş bir yatak. Mine Abla’nın evi olduğunu tahmin etmek çok zor değildi. Mine ve Mira, önce utanarak kamera önünde şakalaşıyor, sonra öpüşmeye başlıyordu. Mine atılgan olan taraftı. Önce, Mira’nın tişörtünü kaldırıp, şekilli memelerini emiyordu. Sonra da oradan karnına iniyor, öpe öpe eteğine geliyor, eteği kaldırıp cennetin kaynağı olan o sulu amcığa daldırıyordu dilini. Nefessizce, ses çıkarmadan izliyordum. Mira Abla bazen ekrana, bazen bana bakıp sık sık gülümsüyordu. “Ayhh,, aşkımmm, güzel sevgilimmm” lafları ikisinin de ağzından eksik olmuyordu. Bir süre sonra kontrolü Mira aldı. Mine’yi yatağa devirdi. Çorapsız ayaklarını öpücüklere boğup, bacaklarından yukarı çıktı hızlıca. Sonra o kafasını Mine’nin amcığına daldırdı. Fakat Mira Abla’nın duracağı yoktu. Gittikçe hızlandı. Kızı orgazma yaklaştırıp yaklaştırıp bırakıyordu. En sonunda, yatağın ucunda kameraya doğru domalttı. Kızın taytını iyice sıyırdı. Göt yanaklarını ayırdı. Mine’nin kararmamış, gölge izleri olsa da tertemiz ve kılsız deliklerini gösterdi kameraya. Kameraya doğru bir piç gülüşü attı.
Sonra bir anda Mira Abla durdurdu kaydı. “A… abla..” diye sızlandım istemsizce. “Hehehe küçük sapık seniii…” diye burnumu sıktı eğlenerek. “Nasıl beğendin mi sevgilimi?”
“Mine Abla çok güzel…” dedim. “Senin kadar değil tabi ama bir kadına göre.”
“Güzel hatun ayarladım sonunda Ferit. Taş gibi kız off…”
“Evet abla baya iyi.”
“Yerim seni bebek.” diyip öpüverdi yanağımdan. “Sen de çok destek oldun. Bir ödülü hakettin.” dedi bana. Eli baksırımdan içeri daldı. Hali hazırda dimdik olan sikim, yumuşacık avuçlarında eridi bitti.
Bir anda dizlerinin üzerine çöktü sandalyenin önünde. Sikimi çıkarıp, pembe diline vurdu bir iki kez. “Bu uslu bir çocuk olduğun ve kıskançlık yapmadığın için tamam mı ablasının aşkı?” diye konuştu usulca. Kafamı salladım mutlulukla. “Şimdi aç kaydı izle. Bundan sonrasını senin için çektim.”
Videonun devamı akmaya başladı ekranda. Mira Abla detaylı bir şekilde, Mine’nin dolgun am yanaklarını çekiştiriyor. Deliğin pembe sonsuzluğunu gösterip insanın canını çektiriyordu. Büzülmüş küçücük göt deliğine öpücükler konduruyor bazen yukardan tükürüyordu. Tükürüğü kızın hassas göt deliğinden amcığına akıyor, oradan boylu boyu kopmadan yatağa damlıyordu. Kız her saniyesinde ayrı deliriyordu. Sonra bir anda kızı parmaklamaya başladı. Önce yavaş ve bir parmak. Sonra hızlandıkça parmak sayısını arttırarak. Bu sırada bilgisayar masasının önünde. Saçlarını okşadığım Mira Abla bana kendi sevgilisiyle olan amatör pornosunu izleterek sakso çekiyordu. Salyalarının akışı, şlop şlop sesleri derken zevk beni ele geçirmişti. Sonra kayıttaki Mira Abla, Mine Abla’nın daracık göt deliğini işaret parmağıyla parmaklamaya başladı. Öyle hızlı ve sert yaptı ki bunu kız “Hyahhh, Mira… Aşkım Yavaş!” diye bir çığlık koyuverdi. Bu o dönem çok porno da izleyemediğimden benim gördüğüm ilk gerçek anal deneyimiydi. Mira Abla’nın parmakları deliğinde kayboldukça Mine sarsıldı ve çığlığı bastı ama asla dur demedi.
Bu görüntülerin ve ıslak, sıcacık salyalı ağzının etkisine dayanamayarak tanrıçamın ağzına boşalmaya başladım. Mira Abla yine hepsini yuttuktan sonra, “Neredeyse videonun sonuna kadar dayandın bebek. Aferin.” diyip öptü yanaklarımdan.
Bu amatör porno işini Mine’nin okulundan gelen kamera merakı sayesinde çektiklerini öğrendim. Bir oyuncu ve yönetmen olmak isteyen Mine sanat olarak gördüğü her şeyin videosunu çekiyordu. Buna yatak odaları da dahildi. Gerçi bu bana göre de gerçek sanattı. İkisi de heykeltraşlarca oyulmuş gibi kızlardı. Tek izleyicilerinin ben olması en büyük mutluluğumdu. Tabiki Mine’nin bundan haberi yoktu ama ben kızın deliklerini bile ezberlemiş, neredeyse ekrandan kokusunu alacak kadar kudurmuştum ona.
Mira Abla, sevgilisini aldatacak bir tip değildi. Buna aldatma olarak da bakmıyordu. Ben erkektim sonuçta ve beni sevgilisi ya da kırığı gibi görmüyor. Burada betimlemekte zorlanacağım bir şekilde seviyordu. O dönemlerde bunu ben de adlandıramıyordum. Gerçekten de kafa karıştı ve garipti ilişkimiz. Anne ve oğul gibiydik. Efendi ve köle, kraliçe ve soytarısı… hepsi bir arada. Bazen abla kardeş, bazen karı koca… fakat bir mantığı yoktu bu ilişkinin. Tek bildiğim ona hasta olduğumdu. Kendi ailemin, anamın babamın değil onun yanında iyi ve güvende hissediyordum. Sanki anam da babam da o gibiydi. Mira Abla benim en yakın arkadaşımdı.
O yılın son saksosunu Temmuz ayında çekti bana. Tıp fakültesini kazandığımı öğrendiğim gece, annemler çığlık çığlığa tüm komşulara duyurmuştu haberi. Annem dağıtmak için kuru pasta almaya yollamıştı beni. Mira Abla haberi alan annem ve babamdan sonra ikinci kişiydi. Gidip koşa koşa söyleyip atlamıştım kollarına. “Ben de geleyim bebek tek taşıyamazsın.” diye benimle pastaneye kadar yürümüştü. Dönüşte beni sitenin dışındaki tenha bir sokakta, çocukların top oynadığı arsadaki kömürlüğe çekmiş. Yakalanmanın da heyecanıyla sulu bir sakso daha çekmişti. Döllerimi yine yuttu. “Ohh doktor mu olacak benim bebeğim…” diye de övmüştü beni.
O yıl hayatımın en adrenalinli yıllarından biriydi sanırım. İkibinli yılların başındaydık. Önümde sayısız yol vardı ve her şey yolunda gidiyor gibi geliyordu bana. Fakat hayatın gerçeği tümseklerden oluşmasıdır. O yıl bunu da öğrendiğim yıl olacaktı. Henüz bunu pek bilmiyordum.
Ekim ayında okul telaşesindeydim. Yeni ortama, yoğun derslere alışma telaşesinde kaybolup gitmiştim. Mira Abla o dönem biraz mutsuzluğa kapılmış gibiydi. Sürekli yanında olmaya çalışsam da başaramıyordum. Mine ile araları kötüydü sanki. Anlat dediğimde pek detaylandırmıyor. Sadece, “Üzerimizde bir yük var.” diyordu. Ben de onu sıkmamaya çalışıyordum.
Bir akşam evlerine gittiğimde, onu yatağında ağlarken buldum. Leyla Teyze içerde televizyon izliyordu. Mira Abla’nın yanakları ve gözleri kıpkırmızıydı. Yanına gidip oturdum. Saçlarını okşadım. “Ayrıldınız mı?” diye sordum.
Hayır manasında kafasını salladı. “Ama ayrılıcaz galiba Ferit. Yetişemiyorum ona, duygularım çok karışık. Uğraşacak çok şey var. Kalbim sabit değil. O da bunu hissediyor, söylüyor bana sürekli. Onu kaybetmek istemiyorum…”
“Kaybetmezsin ablacım korkma…” diye teselli etmeye çalıştım onu. “Hem ben hep yanındayım senin.”
Soğuk bir bakış attı bana. Ondan ilk kez öyle bir bakış almıştım. Bana pek temas etmiyordu o an için. Nedense bu beni çok korkuttu. Korkuyla sarıldım ona. İçten bir şekilde karşılık vermedi. Asla yapmazdım öyle bir şey, dediğim gibi kontrolün onda olmasına hep izin verirdim fakat o an bir anda onu öpmeye çalıştım. Dudaklarına yapışmaktı hedefim. Ağzımın ortasına bir tane tokat geçirdi şaşkınlıkla. “Ne yapıyorsun ya!” diye azalardı beni.
“A…bla özür dilerim. Neden yaptım bilmiyorum bir anda…”
“Ben burada nelerle uğraşıyorum… aptal velet seni… çok seviyorum onu ve kaybetmek üzereyim.”
“…”
“Senin yüzünden kaybediyorum onu!”
“B-benim yüzümden mi?”
“Senin… yani tam olarak senin değil ama… bizim yüzümüzden Ferit.”
Sakinleyip, gözyaşlarını sildi usulca. “Boku çıktı Ferit. Bir iki senede ne hale geldik. Kimseye anlatamam aramızda olanları. Bir yandan hoşuma gitti. Bir yandan suçluluk duydum. Seni de hep sevdim. Elimde büyüdün sonuçta. Seni mutlu görmek hoşuma gitti ama yaptıklarımız doğru değil. Çarpık bir ilişki yaşıyoruz farkında değil misin? Hiçbir aşk ilişkim yürümüyor çünkü sırtımda tek kişiyi taşımıyorum. Sen de ordasın hep. Orada olmamalısın ama…”
Ne diyeceğimi bilemeyerek büzüldüm.
“Senin suçun değil…” dedi merhametli ama hala soğuk bakışlarla. “En çok benim suçum. Büyük olan, olgun olması gereken benim. Bana olan ilgini çok farklı yerlere çektim. Buna izin verdim. Vermemeliydim.”
“Abla ben…”
“Sus Ferit.” dedi netlikle. “Ablacım bak… bu böyle olmaz. Bunun bir yere varacağını mı sanıyorsun? Varmayacak. Biz seninle neyiz? Bir şey değiliz. Olamıyoruz da. Ben lezbiyenim… o hayatımdaki kadınlardan biriyle olmalıyım. Mine ile olmalıyım. Seni, kendi zihnimdeki çarpık zevkler için kullanmamalıyım. Düzgün bir ilişkiye ihtiyacım var. Sonu olacak bir ilişkiye. Aynı evde oturabileceğim, aile olabileceğim, anneme bu benim sevgilim diyebileceğim, ailesiyle tanışabileceğim birine ihtiyacım var Ferit. Şimdi gidip annene, oğlunuza ayaklarımı yalatıyorum, üstüme boşaltıyorum desem nolur Ferit? Bir düşün. Kıyametin büyüklüğünü hayal et…”
Hiçbir şey söylemedim karşısında. Bunların doğru olduğunu ben de biliyordum. İlişkimizin mantıklı olmadığını ben de biliyordum. Bir sonu ben de kolay kolay göremiyordum. Fakat vazgeçmek istemiyordum. Mira’sız bir hayat hayal edemiyordum…
“Bu saatten sonra… eskisi gibi de olamayız değil mi Ferit?” diye sordu üzgün bir surat ifadesiyle. Gözlerinden usul usul yaşlar akıyordu.
“Olamayız Mira Abla…” diye yanıtladım dürüstçe. Ona yalan söyleyemezdim.
“O zaman… artık ilişkimizi kesmek bizim için en doğrusu. Büyüdün de zaten. Kimse garipsemez. Okuluna git, derslerine bak falan. Gelip gitme bize. Ben de seni çağırıp durmayacağım artık. Kopalım birbirimizden. Ben seni hayattan alıkoyuyorum. Sen de beni Ferit. İnelim birbirimizin sırtlarından. Hayatımıza bakalım. Birbirimize çok güzel anılar olalım. Pişman mıyım bilmiyorum ama seni hep güzel hatırlarım küçük bebek…”
Boğazıma bir yumru oturdu. Saf mutsuzluk. Fakat Mira Abla haklıydı. Onu yürümek istemediği bir yola zorla sokamazdım. Dedikleri de çoğunlukla doğruydu. Rasyonel bir ilişki yaşamamız imkansız gibiydi. Herkes garipser, bizi mahvederdi. Hem hayatım boyunca Mira Abla’yı benden başka bir erkeğe yükselirken hiç görmemiştim. Bana yaptıkları bile belki de sırf aramızdaki bozuk ilişkinin verdiği tatmin için kendini tutarak yaptığı şeylerdi. “Seni çok seviyorum Mira Abla.” dedim. “Biliyorum…” diye yanıtladı beni.
“Eğer doğrusu bu diyorsan, senin kararına uymaktan başka çarem yoktur.” diyip ayaklandım. “Son kez öpsem olur mu?”
Kafasını sallayıp başını kaldırdı. Dudaklarına küçük bir buse kondurdum. İçim titredi. “Git ilişkini kurtar. Beni de at sırtından. Ölmem merak etme. En güzel anılarımsın.” diyip uzaklaştım yanından. Arkamdan hiçbir şey söylemedi. Usul usul ağlayarak oturdu yatağında. Çıkarken Leyla Teyze’ye selam verdim. “Feritçim annene selam söyle!” diye bağırdı arkamdan.
O gece çok çok düşündüm. Bu takıntıyı geri de bırakmanın vakti geliyor da geçiyor bile belki de dedim. Hayatımda başka bir kız bile olmamıştı hiç. Yaşayacağımı hayal bile edemeyeceğim şeyler yaşamıştım. Benim gibi genç erkeklerin en vahşi rüyalarında olmayacak cinsel deneyimlere girmiştim. Ve sevmenin de tadını çıkarmıştım. Köpek gibi sevmiştim. Belki biraz da salmanın vakti gelmişti. O yıl, Mira’nın kararına saygı duydum ve gerçekten onunla görüşmeyi kestim. Çok ama çok zor olsa da yaptım bunu. Yalan söylemeyeceğim. O ilk gece çok ağladım. Fakat her şeyin bir sonu vardır diye düşünüp tatmin ediyordum kendimi.
Hiçbir zaman etkileyici, deli, mükemmel, güçlü bir erkek olmadım bu hayatta ama duygusal olarak, mental olarak hep çok sağlamdım. O zamanlarda da böyleydi bu durum.
Bir de o zamanlar bilmediğim bir gerçek vardı. Ben ve Mira gibi insanların hikayelerinin sonları olmazdı. Biz anca reklam arası verirdik. Ertesi senenin ilk altı ayı da… bizim reklam aramızdı.