← Ana Sayfaya Dön

ADANALI HANIMAĞA 18

📌 ADANALI HANIMAĞA (ÖZEL)

Saat 13:00 gibi telefonum çaldı. Arayan İstanbul’daki genel müdürdü. “Ne yaptın Tuğrul? Neye karar verdin!” diye sordu. “Valla müdürüm, kararımı verdim aslında, bu saatten sonra vazgeçmem çok zor, kusura bakmayın!” dedim.


Bunun üzerine “Tahmin etmiştim zaten!” dedi önce. Ardından da “Benim de sana vereceğim haberler var. Patron sana çok kızgın. “O çocuğa senelerce emek verdim, yatırım yaptım ama o beni yüzüstü bırakıyor hem de mafyaya karışmak için!” dedi. En kısa zamanda şirketle ilişkini kesmeni istedi. Yasal sürenin sonunu beklemeden ayrılmanı istiyor. Firmanın bu tip mafya ilişkileriyle anılmasını istemiyor doğal olarak. Bu birincisiydi…!”

“İkincisi senin yerine Pırıl geçecek. Bu akşam geliyor Adana’ya. En azından hafta sonuna kadar oradaki işleyişi ona anlat genel hatlarıyla. Pırıl zaten işe hakimdir, kolay kapar. Onun adına otel rezervasyonu falan hepsi ayarlandı. Şimdilik kendine bir yer bulana kadar dairede oturabilirsin. Patrona ancak bu kadarını kabul ettirebildim. Başka şeyler olursa konuşuruz…!” diye uzun bir açıklama yaptı. “Tamam müdürüm. Hayırlısı neyse o olsun. Ben de böyle olsun istemezdim ama yapacak bir şey yok artık!” dedim nazikçe.

Telefonu kapattığımdaysa “Amına koyduğumun orospusu!” dedim öfkeyle. Neşe konuşmam sırasında uyanmış, sessizce dinlemişti. “Hayırdır, kim bu orospu!” dedi gözlerini açarak. Kendisi ile ilgili bir mesele sanmıştı belki de.

“İşle ilgili. Kendi işimi bırakıp Hanımağa’nın yanında çalışmaya başlayacağım ya. Benim yerime şirkette en uyuz olduğum karıyı getireceklermiş!” dedim. Doğrulup yanağımı okşadı. “Üzülme, her yerde oluyor böyle şeyler. Bizim kulüpte bile neler neler oluyor kadınlar arasında!” dedi gülümseyerek.

Dolgun vücudu sıcacıktı. Şişkin memelerinin sallanması için sağa sola kıpırdanması yeterliydi. Ancak ne gariptir ki onunla ilişkiye girmek istemedim. Aklım Pırıl’daydı. Neşe de bunu anlamış gibi hiçbir şey demedi. “Ben kahvaltı hazırlayayım!” diyerek kalktı.

Çırılçıplak kumral ve dolgun hatlarıyla dolabın çekmecesinden beyaz bir külot alıp giydi. Dantelli tangasından sonra bu sıradan bir külottu. Ablasınınkilere benzer lacivert renkli ince bir eşofman takımı giyindi ardından. Sutyen takma ihtiyacı hissetmedi. “Sen uzan biraz daha, ben kahvaltı olunca kaldırırım!” deyip alnımdan öptükten sonra çıktı odadan…

Pırıl’la aynı sene çalışmaya başlamıştık firmada. Eğitimli bir ailenin şımarık ve insanlara tepeden bakan kızıydı. Küçük dağları ben yarattım havasındaydı. Buna rağmen ilk zamanlarımızda aramız iyiydi, hatta romantik bir yakınlaşmamız bile olmuştu.

Ancak sonra Pırıl patronun oğluyla çıkmaya daha doğrusu yatmaya ve kendini firmanın sahibi gibi görmeye başlamıştı, üstelik adam evliydi. Ama patronun oğluyla yatmak ona istediği terfiyi getirmemişti. Adam bir süre sonra bunu dehlemişti. Patron da onun sular seller gibi İngilizcesi olmasına rağmen beni terfi ettirince bana kin gütmeye başlamıştı.

Gıcıklık olsun diye adımın sonunda Bey ekini hiç kullanmamış hep adımla hitap etmişti. Benim altımda çalışmasına rağmen ayağımı kaydırmak için türlü komplolar içine girmiş ama başaramamıştı. Arada bir de evlilik geçmişti başından. Beyoğlu’nun entel barlarında takılıp ünlü olmaya çalışan bir yazarla evlenmiş ama bir yıl dolmadan boşanmıştı. Şimdi de benden boşalan yere geliyordu…

O ara içerde Neşe’nin telefonda konuştuğunu işittim. Hanımağa’nın adı geçiyordu konuşmasında. “Şimdi yarağı yedik!” dedim kendi kendime. “Yok Hanımağam olur mu öyle şey… Evinin anahtarı yokmuş, gel dedim bende kal bu gecelik… Hem ablam evde Hanımağam, onun yanında olacak şey mi… Vallahi… Salonda çekyatı açtım, orda yattı… Yok, o işe gitti az önce, öğlenciymiş bugün… Dur vereyim sana, o söylesin bana inanmıyorsan…!”

Son cümlelerini nerdeyse bağıra bağıra söylemişti duymam için. Kalktım ama daha giyinemeden kapı açıldı. Neşe “Veriyorum Hanımağam!” diyerek telefonu uzattı bana. Kaş göz işareti yapıyordu bir taraftan da.

Neşe’ye kapıyı kapatmasını işaret ettikten sonra çekinerek “Alo, efendim!” dedim. Hanımağa “Ne arıyorsun lan sen orda!” diye sordu sert bir şekilde. “Şimdi hakaretler, küfürler geliyor!” diye düşündüm.

Ama cevap vermemi beklemeden “Doğru mu lan çekyatta yattığın, ablası evde miydi!” diye sordu. “Evet, salonda yattım, her yanım ağrıdı. Ablası vardı zaten evde!” dediğimde “Tamam, kes, yeter!” dedi sinirle.

“Söyledikleriniz yalan mı gerçek mi bulup çıkartmasını bilirim ama dua edin ki işlerim başımdan aşkın… Ama eğer Neşe yerine Sevda’nın evine gitseydin ananı sikerdim senin… Neşe’den zarar gelmez kimseye, kendi halindedir… Severim onu… Yaşı büyük olduğu için eskisi gibi fazla müşteri çekemiyor, ablasının hatırına tutuyorum… Ablasıyla bir zamanlar aynı kulüpte çalışmıştım… Ha, bu arada, oteldeki maceranı da bilmiyorum sanma… Üniversiteli eskortla takılmışsın…!”

Neşe’yi atlatmıştım ama iş Merve’ye gelmişti birden. “Şimdi siki tuttun oğlum Tuğrul!” dedim içimden. “Sen nerden öğrendin, Şehmuz mu söyledi!” diye sordum pişkince. “Ne Şehmuz’u lan… Sana karıyı gönderen herif pezevenk, benim korumam altında iş yapıyor. Adı Mecnun. Otelin adamı değil o. Kapıda rastlayınca çantayı onunla gönderdim. Başka bir herife karı getirmiş dikiliyordu orada. Seni de kafalamış iki dakkada, hemen karı istemişsin…!”

“Seni de o pezevengi de gebertsem yeridir ama bunu yaparsam kendimizi açık etmiş oluruz… Sevda meselesi kadar basit değil bu… Mecnun akıllıdır, bir ibnelik olduğunu anlar hemen… Hem onunla iş yapıyorum… Yeni kulüpte çalışacak kızların bir kısmını da o pezevenk ayarlıyor… Ona zarar verirsem kendi ayağıma sıkmış olurum…!”

“Hem belki böylesi hayırlı bile olmuş olabilir… Sonuçta benim damadım olarak biliyor herkes seni, başka karılarla takılman da bu yüzden normal… Aramızdaki ilişkinin bilinmemesi için dikkat etmemiz gerek… Yine de zamanı gelince bu yaptığının cezasını kesecem… Affettiğimi sanma… Öyle kolay kurtulamazsın… Deftere yazdım bunu, günü geldiğinde defteri açacam, hesabını soracam…!”

Derin bir oh çektim bunları duyunca. Adamın otelin çalışanı olmadığı belliydi zaten. Ne bir kravat ne bir papyon vardı üzerinde. Tipi, konuşması ve hareketleri de normal değildi. Adamın bir çırpıda kadınları sayması zaten ne iş yaptığını gösteriyordu bilen biri için ama ben anlayamamıştım.

İşi ibneliğe vurup “Senin pezevenk benden bin lira aldı!” dediğimdeyse “Yeğenimsin diye indirim yapmış daha ne istiyorsun!” dedi. Hemen ardından da “Ulan sikik, Allah bilir çantadaki paradan vermişsindir, benim sana verdiğim para değil mi lan!” diye sordu. Yalan söyleyecek değildim, “Başka param yok, o kadar para üzerimde ne arasın!” dedim alttan alır bir ses tonuyla. “Senin amına koyim!” dedi sinirle ama devamını getirmedi.

Kısa bir sessizliğin ardından “Sabaha kadar götümün acısından duramadım… İbne, illa göt sikeceksen önce aynada kendi götüne bakıp 31 çek, sonra da kıvır götüne sok, amcık… Neyse bırak şimdi bunları… Sendeki paraları bankaya götür… Müdür ibnesiyle konuştum biliyor o meseleyi…!” dedi.

Konuyu değiştirmek için vurulan korumayı ve Orhan’ın durumunu sordum. “Bizim çocukta çok şükür bir şey yok… Ameliyat ettiler ama bir zaman çalışamayacak… Orhan denen beynini siktiğimin manyağı herifi Uzi’yle vurmuş… Benim başımı derde sokacak amına koyduğumun salağı… Kendini hala rambo sanıyor manyak…!”

“Piçin bacağını zor topladı doktorlar… Bir de akrabaları gelmiş hastaneye gece gece… Biz aşiretiz, şuyuz buyuz, bunu yanına bırakmayız falan laga luga ediyorlar… Dedim oğlum, bana bakın dedim… Sizin de aşiretinizin de amına korum… Bi gecede sülalenizi denize dökerim dedim… Sizin adamınız benim kızın ağzına vermeye kalkmış yapamamış, ben hepinizin ağzına gündüz vakti tren garının önünde verdiririm dedim… Siktirin gidin belanızı aramayın dedim… Bi de bu ibnelerle uğraştım gece gece…!”

“Orhan’ı mecburen biraz da formalite icabı aldılar ama fazla yatırmam içerde… Yeni kulüpte lazım olacak bana… Bi de eski polis olduğu için fazla üstüne düşmüyorlar… Avukat ayarlayacak bir şeyler…!”

“Neyse siktir et sen şimdi bunları… Milletvekilleriyle görüşmem var bugün… Yeni kulüple ilgili toplantılarım olacak… Akşama sen kulübe geçersin, ben kumarhanede olacam çünkü… Durumlar biraz karışık… Abuzer’in ihbarından sonra mekânın yerini değiştirmek gerekebilir… Şimdilik öyle bir tehlike görünmüyor ama yine de ihtiyatlı olmakta fayda var…!”

“Sen kulübü idare et akşam benim yerime… Hem yavaş yavaş bu işlere girmen gerek zaten… Müdür de bu gece orada, sana yardımcı olacak… Başka bir şey olursa konuşuruz… Seni şimdiden uyarıyorum… Adımlarına dikkat et… Çekirge gibi zıplamaya kalkma ezerim seni, asfalttan jiletle bile kazıyamazlar…!”

“Akşam karılara da dikkat et, her birinin başı götü oynuyor bu aralar… Hepsi yeni kulübe geçmek için götünü yırtıyor… Müdürün gözü devamlı üzerinde olacak… Bu gecelik serbestsin, Sevda hariç kimle istiyorsan takıl…!” diyerek kapattı telefonu…

Yeniden derin bir oh çektim. Hanımağa’nın aklı benimkinin önünde gidiyordu. Aramızdaki ilişkinin öğrenilmemesi için çevreye karşı benim tek takılıyor görünmem lazımdı. En azından bir zaman için böyle olacaktı ama dediği gibi atacağım adımlara dikkat etmeliydim…

Hanımağa ile dal taşak bir halde konuşmuştum. Baksırımı giyerken kapı açıldı. Neşe “Ne oldu ne konuştun!” diye sordu merakla. “Yok bir şey, akşamki olayları konuştuk. Bu akşam da kulüpte takılacakmışım, onun işleri varmış!” diyerek yanıt verdim.

“Beraber olup olmadığımızı sordu bana. Sana da sordu mu!” diyerek yeşil gözlerini kocaman açtı. “Sordu, senin dediklerini söyledim ben de. Çok üstünde durmadı, ucuz yırttık!” dedim. Elini göğsüne koyup “Oh, çok şükür!” dedi keyifle. “Kahvaltı hazır!” deyinceyse “Tamam, giyinip geliyorum!” dedim. O çıktıktan sonra giyinip mutfağa geçtim…

Mutfağın balkonunu içeri katmışlar, oraya bir çekyat koymuşlardı. Duvara dayalı masada güzel bir kahvaltı beni bekliyordu. Çeşit çeşit peynirler, zeytinler, sucuklu yumurta, bal ve kaymaktan bolca vardı. Neşe’nin dolgun hatlarının sebebi belliydi, yemeyi seviyordu. Yan yana yaptık kahvaltımızı.

“Ablanla Hanımağa tanışıyormuş!” dediğimde “Evet, o mu söyledi!” dedi. Başımı sallayıp “Hı hı!” deyince açıklama yaptı: “Hanımağa’da esk**en bu işteymiş, konsomasyon işinde, biliyorsundur sen de… Esk**en ablamla bir ara aynı kulüpte çalışmışlar… Ama sonra Hanımağa kocasıyla tanışınca bırakmış konsomasyonu, patron olmuş…!”

“Aradan yıllar geçmiş ama arkadaşlıkları devam ediyor… Ablamın bu çalıştığı işi o buldu mesela… İşi bıraktıktan sonra esk**en konsomatris olduğu için doğru düzgün iş bulamadı, herkes kullanmaya, yararlanmaya bakıyordu… Bu kafenin sahibi Hanımağa’nın çok yakın dostu… Bir telefonla hemen işe aldı ablamı… İki senedir çalışıyor orada…!”

“Ablam şey der onun için… Gençliğinde bir içim suymuş, bakmaya kıyamazdın der… Halen güzel kadındır gerçi… Adana’nın en birinci konsomatrisiymiş öyle der hep… Bütün müşteriler onu istermiş masasında… Adamlar birbirine girermiş, o kadar iyiymiş… Daha 14-15 yaşında koskoca hacıağaları, fabrikatörleri parmağında oynatıyormuş…!”

“Ama sonra iftira atmış diğer konslar hırsızlık yaptı diye… Patron da kovmuş bunu… Devamlı müşterisi olan çok zengin bir adamın baba yadigarı altın saati çalınmış, bunun çantasından çıkmış… Ben yapmadım dese de dinlememiş patron… Çok sonra başka bir kadının yaptığı ortaya çıkınca patron o kadının suratına kezzap atmış, şarkıcı Bergen gibi olmuş aynı… Bana altın yumurtlayan tavuğumu kestirdiniz diye bağırmış adam… Bir daha da iflah olmamış…!”

“Sonra gittiği kulüpte kocasıyla tanışmış… Adam 6 ay her gece gelmiş sırf onun için… Bakmış olacak gibi değil parayı bastırıp kulüpten çıkartmış, evlenmişler… Birlikte kulüp açmışlar… Ama bu işleri kocasına Hanımağa öğretmiş… En erkeğim diyen adamdan daha erkektir… Bugün şu sofrada şunlar varsa onun sayesinde var…!”

Hanımağa hakkında detaylı bilgiler vermişti Neşe. Kahvaltı sonrası sofrayı toplarken utana sıkıla çıkmam gerektiğini söyledim. Hanımağa görev vermişti, onu yerine getirmem gerekiyordu. “Benim de alışverişe çıkmam lazım hayatım. Zaten akşam kulüpte olacakmışsın nasılsa, orada görüşürüz!” deyince dudağının kenarından öptüm. “Tamam, görüşürüz!” diyerek çıktım evden…

Para dolu naylon torbayı kendi çantama sıkış tıkış bir halde koydum. Taksiye atlayıp bankaya gittim. Kel müdür yerindeydi, sanki beni bekliyor gibiydi. Çantadan çıkardığım paraların ne kadar olduğunu şef garson söylemiş, ufak bir kâğıda yazmıştı. Çalışanlar parayı sayınca aynı miktar çıktı. 60 bin liradan fazla bir paraydı.

Müdür parayı Hanımağa’nın kendisine verdiği bir hesaba yatırdı. Bu hesap gece Orhan’ın vurduğu adamın hesabıydı. Hanımağa kan parası olarak ödeme yapmıştı. “Bunun daha fazlasını elden yapacak Hanımağa, maksat o heriflerin sesini kesmek. Olay kulüpten bağımsız alacak verecek meselesi olarak gösterilecekmiş!” dedi müdür üstüne vazife olmadığı halde.

Doğal olarak kulüpte yaşanan akşamki olaydan da haberi vardı. Hatta olayın merkezindeki Tuğçe adlı kızın geçen geceyi beraber geçirdiği kız olduğunu söyledi. Belli ki kızın muamelesinden çok memnun kalmıştı, kızı öve öve bitiremedi.

Onun yanındayken Pırıl aradı. Müdürün yanında açmadım telefonunu. Bunun onu daha da sinir ettiğinden emindim, bu da hoşuma gidiyordu. Caddeye çıktığımda aradım. Bu sefer de o açmadı. Ama 5 dakika kadar sonra aradı.

“Mafyaya karışmışsın, ne iş!” dedi gülerek. “Öyle oldu. Daha iyi para veriyorlar!” dedim. Hayatta en sevdiği şey paraydı, lüks tutkusu vardı. “Dikkat et götü çizdirme sakın!” dedi bu kez. “Ya havle çektim!” içimden. Ağzı pis bir kadındı Pırıl ama bunu nerede ne zaman ve nasıl kullanacağını bildiği için insanın gözüne batmıyordu.

“Senin ne işin var Adana’da kızım. İzmir’e git, Antalya’ya git, Ankara’ya git. Adana sana yaramaz!” dediğimde “Adana’nın erkekleri çok sikici oluyormuş!” dedi pis bir gülüşle.

“Akşam beni karşıla ha, başkasını istemem. Havaalanında seni görmezsem herkesin içinde soyunurum ona göre, Tuğrul nerde, bana Tuğrul’u getirin diye avaz avaz bağırırım bilmiş ol!” dediğinde “Yaparsın sen, hatta buranın Conoları gibi götünü açıp sıçarsın da!” dedim gülerek.

Uçağı 21:30 gibi inecekti. “Seni kulübe götürürüm, pavyon ortamını görürsün!” deyince “Valla mı lan? Ulan öyle bir şey yaparsan önüne yatarım senin. Uçaktan inince direkt oraya götür beni!” diyerek kapadı telefonu…

Eve gidip üstümü değiştirmem gerekiyordu ama anahtarım yoktu. Ayrıca Pırıl’ı havaalanından almam için araba gerekliydi. Hanımağa’yı aradım. “Banka işini hallettim. Bana bu akşam için araba lazım, benim yerime çalışacak kişi gelecek akşam, havaalanından alıp kulübe götüreceğim. Bir de eve uğramam lazım, anahtar Emine’de mi kaldı!” dediğimde “Araba galerin var amına koyim, beni ne arıyosun, ara istediğin arabayı getirsinler hemen. Anahtar Emine’de. Dün işleri bitirememiş bugün sabah şoför bıraktı gene, senin evinde yani!” deyince “Tamam!” dedim.

Hanımağa sayesinde sahibi olduğum araba galerisini aradım. Kendimi tanıttığımda bir kadın heyecanlanarak “Buyurun Tuğrul Bey!” dedi. Ona durumumu anlatınca muhasebeci adama verdi telefonu. Adam “Tamam, ben şoförle bir tane yolluyorum hemen!” diyerek bulunduğum yeri sordu. Araba gelene kadar bir kafede oturdum…

Derken yarım saat kadar sonra telefonum çaldı. “Abi ben arabayı getirdim, köşede bekliyorum!” deyince oraya baktım. Beyaz lüks bir Range Rover karşı kaldırımın köşesinde duruyordu. Genç bir adam elinde telefonla aracın yanındaydı. “Oha, bu ne lan!” dedim heyecanla. Kafenin ödemesini yapıp koşar adım yanına gittim.

Genç adam “Abi merhaba, araba istemişsin, buyur abi!” diyerek uzattı anahtarı. “Ya bu ne böyle, basit bir şey de olsa olurdu, buna gerek yoktu!” dediğim vakit “Abi patron adamsın. Sana Passat çekecek halimiz yok. Öyle yapsak Hanımağa topuklarımıza sıktırır!” dedi gülerek.

Hanımağa attığım her adımı takip ediyordu, doğal olarak bundan da haberi olurdu. Adam belki de haklıydı. Lüks cip konsinye olarak bırakılan araçlardan biriydi. “Ya şimdi Allah göstermesin kaza maza olursa ne olacak? Adam arabasını satmak için getirmiş, biz altımıza çekip kullanıyoruz!” dediğimde “Abi sen siktir et bunları, boş ver, kullanmana bak!” dedi kendinden emin bir halde. “İyi, tamam!” deyip teşekkür ederek bindim cipe.

Beyaz aracın içi uzay üssü gibiydi. Kocaman dijital ekranlar, tuşlarla doluydu. Kahverengi derinin kokusu insanın içine işliyordu. Patronun oğlu bir ara böyle bir araca binmişti. Pırıl bununla beni görürse neler olacaktı kim bilir?

Arabanın devasa boyutlarına alışmam kolay değildi. Ayrıca Adana’da araba kullanmak yeni bir deneyimdi benim için. Dolayısıyla yolları öğrenmem gerekiyordu. Arabanın navigasyonunu çözemeyince Hanımağa’nın şoförünü aradım. Bana basit şekilde tarif etti yolları bulabilmem için.

Sonunda evin önüne geldim. Kapıcı binanın önünü yıkıyordu. Lüks cipten indiğimi görünce “Hoş geldin abim!” dedi sıcak bir şekilde. Daha önce doğru düzgün yüzüme bakmayan adam birden “Abi!” çekiyordu. Kapıyı kendisi açtı. Teşekkür ederek içeri girdim, asansöre binip yukarı çıktım…

Kapıya tıkladım. Emine içerdeydi Hanımağa’nın demesine göre ama kapıyı açan olmadı. Zile bastım bu kez, yine açan olmadı. Acaba gitti mi yoksa diye söylenirken içerden birtakım seslerin geldiğini duydum, parke üzerinde hızlı adımlar ve bir kapının açılıp kapanma sesi takip etti bu sesleri.

Zile birkaç defa üst üste basarken “Kim o!” diyen Emine’nin sesi geldi. “Benim Emine Hanım, Tuğrul!” dediğimde “Açıyom abi, açıyom hemen!” dedi telaşlı bir ses tonuyla. Bir dakikaya yakın bekledikten sonra nihayet açtı kapıyı.

Yüzüne bakar bakmaz bir işler döndüğünü anladım. Beyaz yüzü kızarmıştı. Başını büyük bir türbanla çenesinin altından bağlamıştı. Kahverengi uzun kollu bluzunun altına siyah bol bir etek giymişti. Kocaman memeleri bluzun önünü kaldırmıştı yine. Bir işler çeviriyordu evimde. Korkuyla bakıyordu bana.

“Kim var evde!” diye sordum kapıyı kapatırken. Emine “Kimse yok abi, kim olacak!” dedi titreyen sesiyle ama bu ses tonu daha da ele verdi kendini. Salonda kimse yoktu. Ütü masası katlı halde duvara dayalıydı. İçi kirli su dolu bir kova pencerenin yanındaydı. Balkonda da kimse yoktu.

Yatak odamın kapısı kapalıydı. Oraya giderken Emine arkamdan “Valla kimse yok abi!” dedi aynı titreyen sesiyle. Kapıyı açıp baktım, yatağın üstü dağınıktı, perdeler de çekili. Silahları koyduğum odanın kapısı kapalıydı, onu açtım ama kimse yoktu. Silah dolu bavul ve çantalar bıraktığım gibi duruyordu. Öbür oda da boştu.

En son banyo kalmıştı. Kapıyı açmaya çalıştım ama içerden kilitlenmişti. Emine’ye dönüp “Kim var içerde!” diye sordum sertçe. Benim evimde bir boklar çevirmişti. Hanımağa haklıydı, kadın belki de aşığını benim evime almıştı.

Emine yine “Kimse yok abi!” dedi, yüzünden çaresizlik akıyordu. “Celil mi içerde!” diye sorduğumda bam teline bastığımı anladım. Mavi gözleri bir an açıldı korkuyla. “Celil aç kapıyı, içerdesin biliyorum, aç şunu!” dedim ama ses gelmedi. “O zaman benden günah gitti, Hanımağa’yı arıyorum!” diyerek telefonumu çıkardım.

Emine bir anda “Abi kurban olim abi, yapma abi, Hanımağa öldürür bizi, yapma abi…!” diyerek elimdeki telefonu almaya çalıştı. Sertçe ittim onu. “Celil aç kapıyı, açmazsan ararım!” dedim yeniden.

Az sonra kapı açıldı. Celil’in ödü bokuna karışmış haldeydi. Hanımağa’nın yanında etrafa korku salan adam şimdi karşımda dokunsan ağlayacak haldeydi. Doğru düzgün giyinememişti bile.

“Tuğrul abi, kurban olayım söyleme Hanımağa’ma. Öldürür beni. Ne olur abi, Allah rızası için. Kurban olayım söyleme abi!” diyerek elimi öpmeye kalktı. “Dur tamam dur, gerek yok, tamam!” dedim elimi çekip geriye çekilerek.

Öfkeyle “Bu işi benim evimde yaptığınız için kızgınım ama Hanımağa’ya söylemem. Onu azıcık tanımışsam öğrendiği vakit seni yaşatmayacağını biliyorum. Emine’nin de başına ne geleceği belli olmaz. Ama bir daha ikinizi yan yana görürsem direkt söylerim Hanımağa’ya. Gerisini siz düşünün. Aklınızı başınıza alın!” dedim. Hanımağa’nın damadıydım ne de olsa. Sert çıkmamda bir sakınca yoktu, eğer bunu yapmazsam beni ciddiye almazlardı.

“En adi orospu çocuğuyum ki bir daha bunun yanında durursam!” dedi Celil. İtirazlarıma rağmen elimi öpüp başına koydu. “Köpeğinim abi, öl de öleyim. Ne istersen yaparım abi!” dedi sonrasında. “Bir şey istemiyorum, evi terk et yeter!” dediğimde “Emrin olur abim, hemen siktir oluyorum!” dedi. Üstünü başını düzeltti. Çamaşır makinesinin üstüne koyduğu tabancasını beline soktu. Ve koşar adımlarla arkasına bile bakmadan çıktı kapıdan.

O gittiği vakit Emine elimi öpmeye davrandı. “Tamam, gerek yok, bırak!” dedim elimi çekip. “Ayıp değil mi, kocan hapiste. Sen başka erkeklerle iş pişiriyorsun. Hem de bunun için benim evimi kullanıyorsun!” dediğimde “Kurban olduğum abi Hanımağa’ma deme. Ne istersen yaparım abi. Kaç zamandır it gibi peşimde dolanıyodu. Şeytana uydum abi, yapma abi, deme Hanımağa’ma. Vallaha yaşatmaz beni, gebertir. Kurban olam abi!” diye diye salya sümük ağlamaya başladı.

“Tamam, ağlamayı kes. Bundan sonra gözüm üzerinde olacak. Kendine dikkat et!” dedim sinirle. Kadın yediği boku şeytana uydum diyerek örtmeye çalışıyordu. Hanımağa onu tokatlamakta haklıydı, ne de olsa insan sarrafıydı…

Uzun bir gece beni bekliyordu. Pırıl’ı karşılayıp kulübe götürmeden evvel biraz dinlenmek istiyordum. Ben kapıya vurduğum vakit onlar yatağımda sikişiyordu. Düşüncesi bile midemi bulandırdı. Emine peşimden ayrılmıyordu. Yatağı gösterip “Şu yatağı topla bari!” dedim.

“Tamam abi!” dedi ve dolaptan temiz bir çarşaf aldı. Onu serip yatağı düzeltti, topladı. Yastık yüzünü değiştirdi. “Ben biraz yatacağım. Sen işini yap!” dediğimde “Tamam abi, bir isteğin olursa söyle bana!” dedi. Uysal bir kedi gibiydi. Koca cüssesine rağmen küçük bir çocuk gibi ürkek halde gözlerimin içine bakıyordu.

Emine gidince soyunup girdim yatağa. Neşe’nin evinde dışardan gelen sesler nedeniyle uykum sürekli bölünmüştü. Yorgun olmama rağmen gündüz vakti uyuma alışkanlığım pek olmadığı için uyuyamadım bir türlü. Sağa sola dönüp durdum. Bir de yatağımdaki Emine ve Celil’i düşündüm. İyice uykum kaçtı. Üstüme bir şort çekip içeri geçtim.

Emine koltukların yüzünü elindeki bezle bastıra bastıra siliyordu. Beni görünce doğruldu, bıraktı işini. Korkuyla bakıyordu. “Celil dün de gelmiş miydi!” diye sordum. Bunu duyunca yüzü renkten renge girdi. “Geldi demek ki!” dedim. Ses etmedi çünkü gerçeği söylemiştim.

“Aslında evde çok bir iş yok ama sen Celil’le beraber olabilmek için işi uzatıyorsun benim anladığım kadarıyla!” dediğimde “Kurban olduğum abi, it gibi dolanıyo peşimde kaç zamandır. Başıma bela oldu, git diyom anlamıyo. Belki verirsem kurtulurum diye düşündüm. Benim bi günahım yok abi!” dedi ağlar bir halde.

“Dalga mı geçiyorsun sen benimle. Adam peşinde dolanıyorsa söyle Hanımağa’ya fişini çeksin hemen!” diyerek itirazda bulundum. “Hanımağam beni dinlemiyo ki abi, desem de inanmazdı bana. Söylemeye korktum. Ta Ramazan içeri girmeden önce bende gözü vardı. Ama Ramazan’dan korktuğu için yaklaşamıyodu yanıma. O içeri girince ipini koparan it gibi etrafımda gezinmeye başladı. Şey, yani yalan yok, az buçuk ben de şey ettim ona karşı. Ama en çok o dolandı peşimde… Sen geldiğinde balkondan kaçmaya çalıştı önce ama yüksek olduğu için korktu, banyoya girdi…”

“Tamam, bundan sonra ikinizi yan yana görmeyeceğim. Yoksa yakarım. Hanımağa anında öğrenir, seni de onu da gebertir. Onca laf sayıp döktü ikinize de ama siz onun sözünü çiğnediniz. Bunu affetmez!” dedim. “Affetmez abi, gebertir bizi!” dedi uysalca.

O ara telefonum çaldı, yatak odasına geçip telefonu aldım. Karımdı arayan. “Hayatım maalesef ben gelemiyorum hafta sonu. Cumartesi de mesaiye kalmam lazım, çocukları anneme bırakacağım. Kusura bakma aşkım!” dedi üzgün bir ses tonuyla. Alınmış, darılmış gibi konuştum kendisiyle ama aslında gelmemesinden mutlu olmuştum.

Karımın hemen sonrasında Hanımağa aradı. “Nerdesin!” diye sordu sert bir tonda. “Evdeyim!” dediğimde “Emine yanında mı!” diye sordu bu kez. “Yanımda, temizlik yapıyor!” dedim. “Tamam. Senin evde toplantı yapacağız. Ben geliyorum yarım saate!” diyerek kapattı telefonu.

“Hanımağa geliyormuş!” dediğimde birden korkuya kapıldı Emine. “Ne oldu öğrendi mi yoksa? Söyledin mi yoksa abi!” dedi ağlamaklı bir halde. “Korkma, bir şey demedim ben. Seninle ilgisi yok, bu yeni açılacak kulüple ilgili herhalde. Toplantı olacakmış, sen buraları topla. Böyle görünmesin!” dedim.

Emine atom karınca misali salonu toplarken ben de içeri geçip giyindim. Emine’nin ütülediği kıyafetlerimin arasında iç çamaşırlarım da vardı. Her birini jilet gibi ütülemişti…

Hanımağa dediği gibi yarım saat sonra geldi. İlk defa geliyordu evime. Yanında orta yaşlı dolgun hatlı bir kadınla dün akşam bana Merve’yi ayarlayan pezevenk Mecnun vardı. Hanımağa bir iş kadını gibiydi. Diz altına gelen beyaz çizgili siyah bir kalem etekle ceket, içine de beyaz gömlek giymişti. Burnu açık beyaz topuklu ayakkabılar vardı ayağında. Sarı saçlarını ensesinden topuz yapmış, hafif de boya sürmüştü yüzüne.

Hanımağa Emine’ye sert bir bakış attı. “Göt kadar evin temizliğini üç günde bitiremedin. Bugün de bitmezse seni şu balkondan aşağı atarım!” dedi sinirle. “Yok Hanımağam, az kaldı, bitiyor!” dedi Emine korka korka.

Hanımağa bizi tanıştırdı. Kadının dün akşam milletvekillerine Rus kızları ayarlayan pezevenk olduğunu öğrendim. Adı Seher’di. Mecnun ise gülümseyerek elimi sıktı. “Ben tanışım abimle!” dedi dün geceki gibi başını yana eğerek.

Emine bize kahve yapmak için mutfağa geçerken Hanımağa salona göz gezdirdi. “Amına koyduğumun şirketinin verdiği ev bu mu!” dedi gözlerini üzerime dikerek. “Evet ama yakında çıkmam lazım zaten, malum işten ayrılıyorum!” dediğimde “İsabet olur, iti bağlasan durmaz burada. Ev kolay, kıyamet kadar ev var!” dedi karşılık olarak. Evim güzeldi aslında ama Hanımağa’nın kriterlerine göre kötüydü.

Ceketinin cebinden altın tabakasını ve çakmağını çıkardı. Bir sigara yakıp tekli koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne attıktan sonra “Evet, hadi gösterin bakalım… Seher ve Mecnun yeni kulüpteki kızlar için sunum yapacaklar. Senin de görmeni istedim!” dedi.

Mecnun’un elinde bir laptop çantası vardı. Seher ise çantasından bir Ipad çıkardı. Her iki pezevenk de teknolojiyi takip ediyordu. Benim için yeni ve ilginç bir deneyimdi bu. Hanımağa’ya kızları tanıtacaklardı.

Seher orta boylu, dolgun hatlıydı. Leopar desenli daracık bir taytla ip askılı siyah bir bluz giymişti. Tayt kalçalarını ve götünü sımsıkı sarmıştı. Adım attıkça götünün yanakları oynuyordu. Büyük ve sarkık memelerini siyah sutyeni zor taşıyordu. Uzun kırmızı takma tırnakları vardı. Kestane kızılı dalgalı saçları sırtına dökülüyordu. Kadın satıcısı bir kadındı.

Önce Seher Ipad’i Hanımağa’nın önündeki sehpanın üstüne koyarak başladı işe. “Bu göstereceğim kızlar Moldovalı Hanımağam. Moldova piyasasında fiyatlar öbürlerine göre daha uygun. Hem yüzleri güzel, endamları da yerinde. Sıkıntı çıkartmazlar!” diyerek giriş yaptı.

Kızların kiminin vesikalık, kiminin Facebook ya da Instagram benzeri sosyal sitelerden alınma resimleri vardı. İrina, Nadya, Anna, Marina diyerek sırayla isimlerini, yaşlarını, mesleklerini söylüyordu Seher.

“Kızların çoğu uzun zamandır Türkiye’de. Türkçe bilirler, müşteriye nasıl davranmaları gerektiğini bilirler. Mesela şu, adı neymiş Valerya, bu kız mesela 3 sene Ankara’da çalışmış, iyi bilir bu işleri. Bunların lideri de odur. Bunları çok uyguna bırakırım sana Hanımağam. Her birinin pasaportu, kimliği vs. elimde…”

Hanımağa bana dönüp “Sen ne dersin Tuğrul. Bir erkek olarak hangisini tercih edersin!” diye sordu. O sırada önüne küçük bir tabak koymuştum küllük olarak kullanması için.

Seher yüzüme bakıp “Hepsi on numara kızdır abim. Sorun çıkartmazlar. Müşterinin ağzından girip burnundan çıkarlar. Muhabbetleri iyidir. Hepsi meslek sahibidir. Kimi öğretmen, kimi hemşire, kimi mühendis. Ha, şu kız vardı, sana göstereyim mesela… Adı ne, Oksana. Bu kız makine mühendisiymiş mesela. Ülkesinde birkaç yüz Dolar anca alıyor ayda ama burada bir haftada daha fazlasını cebe indiriyorlar. İçlerinden ayırmak yerine hepsini birden alırsan daha iyi olur…!”

Kızların resimlerine baktım tek tek. Her biri genç ve çok güzeldi. Kulüpte konsomatris olarak çalışacaklardı. Sarışın, mavi gözlü aynı tornadan çıkmış gibilerdi. “Valla ne desem, her biri çok güzel!” dediğimde Hanımağa sözümü kesip “İyi tamam, bunların hepsini ver bana. Fiyatı sonra konuşuruz. Başka neler var, onları göster!” dedi sigarasını söndürürken.

“Bu orta Asyalılar var Hanımağam. Özbeklerle Türkmenler revaçta. Azeriler de var. Bunlar da çok iyidir. Senin kulüpte de var bunlardan, sen de bilirsin zaten. Bunların boyları diğerlerine göre biraz kısa oluyor, daha minyon tipliler ama çıtı pıtı böyle daha diri görünüyorlar. Yani 40 yaşındaki karıyı en fazla 25 falan sanırsın, o kadar yani…!”

Açıklamasının ardından Özbek ve Türkmen kadınlarını gösterdi. Bunlar Moldovalılara göre daha yaşlıydı, yaşlarını da tek tek söylüyordu çünkü. Ama dediği gibi minyon olmaları onları genç gösteriyordu. İçlerinde pek çoğu evlenip boşanmış, çocuk sahibi kadınlardı. Halen evli olanlar bile vardı. Azeriler Türk’e daha çok benziyordu, boyları da daha uzundu. Hanımağa’nın şimdiki kulübünde çalışanlara göre daha güzel ve alımlılardı.

“Bunların da pasaportları elimde. Bunlarda pazarlık yapmayacam. Fiyatını sen belirlersin. İstediğin kadar bulabilirim, şu aralar kum gibi kaynıyor bunlardan. Ama diğer ortamlardaki karılar gibi sıradan değiller, öbür mekanlardakilerle karıştırma!” dediğinde Hanımağa “Necati’nin mekânı bunlarla dolu, hiçbirinde tip yok!” diyerek araya girdi.

“O kendi buldu da ondan. Onların hiçbiri yaramaz. Bana geldi önce. Benim gösterdiklerimi pahalı buldu. Gümrükte falan adamları var, onlar vasıtasıyla bulmuş onları. İçlerinde 50 yaşında olanlar var. Ayda en fazla verdiği onlara 1000 Dolar. Karılar da ona göre olur tabii… Ama benim sana vereceklerim on numara beş yıldız. Dipdiriler, beyaz tenli, hiçbir falsoları yok. Götür hepsini hamamda yıka, incele, bir yerlerinde bir şey çıkarsa tek kuruş para almam senden…!”

Hanımağa yeniden bana döndü. “Seç, kimi istiyorsan!” dedi. Bu kadınlar da epey güzel ve çekiciydi. Çekik gözleriyle Uzakdoğulara benziyorlardı. 20 tanesini seçtim, 10 tanesini eledim. Seher “Abim karı kızdan anlıyor, bana sorsan ben de onları seçerdim!” dedi sırıtarak. Hanımağa “Öyledir, kadından iyi anlar. Onun için buraya getirdim sizi!” dedi gülerek. İmalı bir bakışı vardı bunları söylerken. Kendine yeni bir sigara yakarken “İçki yok mu bu evde!” diye söylendi.

Emine kahvelerimizi yapmış getirmişti bu sırada. “Bira var!” dediğimde “İyi, bir tane ver, başım çatlıyor!” dedi. “Emine Hanım kahveyi sen iç!” diyerek uzattım. Bir bira doldurdum Hanımağa’ya. Şakaklarını ovalarken bir yudum aldı birasından.

Seher yeniden sunuma geçti. Şimdi sırada Moğollar vardı. “Bunlar ne böyle!” dedi Hanımağa. Her biri Taylandlılara benziyordu çünkü. “Bunlar piyasada diğerlerine göre daha yeni. Ama her biri bir içim su. Ben içlerinden ayırıp seçtim tek tek senin için. Bu gösterdiklerim onlar. Kalmalarında bir sorun çıkmaz. Bir de bunlar diğerleri gibi bu işi nasıl desem, zorunluluk gibi değil de isteyerek yapıyor. Rahat, geniş insanlar bunlar…”

Seher’in açıklamalarından sonra Hanımağa bana baktı ama bir şey sormadan “Tamam, bunları da ver!” dedi. En az 10 tane Moğol kadınımız olmuştu böylece.

Bu kez sıra Arap coğrafyasına gelmişti. Iraklı birkaç kadın vardı. “Arap müşterilerin illa ki olacak Hanımağam. İşte bunlar tam sana göre. Bir içim su hepsi, at gibiler. Bin üstlerine git. Gözleri sürmeli, boyları uzun, endamları yerinde. Bunlar içlerinde en az sorun çıkaracak olanlar. Bunların geride kimi kimsesi yok. Onun için istediğin gibi tepe tepe kullan. Ağızlarını açmazlar. Uysaldırlar. Ne fiyat verirsen kabulümdür. Diğer yerlere gösterdim ama istemediler. Suriyeliler piyasaya çıkınca bunların pabucu dama atıldı çünkü. Hatırlarsın Hanımağam Irak savaşından sonra bunlar her yeri sarmıştı, kapış kapış gidiyorlardı. Şimdi Suriyeliler meydanı doldurdu, bunlar açıkta kaldı. Çoğu ülkesine döndü ama burada kalanlar da var halen…!”

“Bilirim!” dedi Hanımağa. “O zamanlar savaştan her kaçan kucağımıza düşmüştü. Güzel zamanlardı, iyi paralar kazandık onlar sayesinde. Apo’yu da üstlerinden az toplamadım!” dediğinde Seher “Rahmetli kadından anlardı!” dedi. O zamana kadar sessiz duran Mecnun “Anlamasa Hanımağa’mla evlenmezdi!” dedi sırıtarak. Hanımağa onun eline vurdu bu sözü üzerine, hoşuna gitmişti.

Her biri Arap dilberiydi. Esmer ve can yakan cinsten kadınlardı. “Tamam, bunları da ver!” dedi Hanımağa. Seher’in sunumu bitmişti böylece. “Sen bana, Ukraynalı, Gürcü olacak demiştin ama onlardan yok mu!” diye sordum. Hanımağa’ya sorduğum soruyu Seher yanıtladı:

“Elimde birkaç Gürcü karı vardı ama ben Hanımağa’ma layık bulmadığım için koymadım buraya. Ha, eğer istersen gösteririm sana. Batum’dan yeni bir grup kısa zaman sonra gelecek. Otobüsü ayarlamaya çalışıyorum. İçlerinde Çerkez dilberleri de olacak. Onların içinden vericem abime…!”

“Ukraynalılara gelince, onlar özel müşteriler için abi. Onların piyasası çok pahalı. İçlerinde ucuzları da var ama Hanımağa’ma gitmez. Benim getireceklerime bakmaya kıyamazsın. Dün akşam gönderdiklerim gibi hepsi. Onların listesini ayrıca hazırlıyorum. Yanlarında Beyaz Rus karılar da olacak. Hepsini ayarladıktan sonra ayrıca gösteririm…!”

Hanımağa başını sallayıp “Onlar özel müşteriler için, localar için kızlar ayrı olacak. Onlar alt kata inmeyecek. Ağzına alabilen, muamelesi iyi kızlar olacak her biri. Müşteriyle oyun oynamasını bilen, gerektiğinde sikişmekten çekinmeyecek kızlar istiyorum. Benim için müşteri memnuniyeti her şeyden önce gelir!” dedi ciddi bir yüz ifadesiyle…

Yurtdışı piyasası bitmişti, yurtiçine dönme vaktiydi. Bunu da Mecnun yapacaktı. Laptopu masanın üstüne koydu. Bizden sandalyelere oturmamızı istedi. O da Seher gibi sunum hazırlamıştı.

Önce Türklerden başladı. Gösterdiklerinin çoğunluğu üniversite öğrencisi ya da iş bulamayan yeni mezundu. İçlerinde Merve’nin resmini görünce heyecanlandım. O da konsomatris adaylarından biriydi. Ancak Mecnun’un gösterdiklerinin hepsi konsomasyona çıkmayacaktı, içlerinde garsonluk yapacak olanlar da vardı. Bunu sonradan söyledi Mecnun.

Hanımağa bana dönüp “Bunları seçme işini sen bana bırak!” deyince “Tamam!” dedim. Mecnun geniş çalışıyordu. Türkiye’nin 7 farklı bölgesinden kadınlar vardı elinde. Samsunlu, Karslı, Diyarbakırlı, Balıkesirli…

Derken sıra Suriyelilere geldi. Seher’in şikayetçi olduğu Suriyeliler Mecnun’un listesinde büyük yer kaplıyordu. “Bunların her biri çok ucuz Hanımağam. Gençler, daha gözlerini açmamış hiçbiri. Ne istersen yaparlar. Çoğunluğu savaştan değil, kendi ailesinden kaçanlar. Zorla evlendirilmeye çalışılanlar var içlerinde. Ülkesinde ya da kamplarda tecavüze uğrayanı var. Kendi babası abisi sikmiş kızı. Her birinin hikayesini dinlesen ağlarsın. Ama kız gibiler halen. Hiç deforme yok, güven bana…!”

“Ben bu Suriyelilerden çok para kazanıyorum Hanımağam. Seher abla şikâyet etti ama inan sokakta mendil satanları bile yatakta şov yapıyor resmen. Kendim buldum karının birini, Küçüksaat tarafında yanında 3 çocukla dileniyordu. Kadının tip kaymış, üstte yok başta yok. Buna teklif ettim, yapar mısın dedim. Yaparım dedi. Bunun façasını düzelttim, bi kuaför, bi epilasyon, kılık kıyafet derken bir içim su oldu. Şimdi en kral otobüslerimden birisi bu…!”

“Bunların kiminin yaşı başı almış, çoluk çocuklu ama gene de iş yapıyorlar, hepsi kütür kütür, piyasaları var yani… Gençlerini ayrı çalıştırıyorum. Özel müşterilere sunuyorum. Kimisini babası elinden tutup getiriyor inanır mısın… Daha çocuk yani, resmen çocuk… Piçin oğlu kendi kızını satıyor… Almıyorum onları, direkt siktir ediyorum… Böyleleri de çıkıyor içlerinden…!”

Hanımağa Mecnun’un sözleri üzerine “Aynısını bizimkiler yapardı. Adam kızını, karısını satardı kerhaneye. Pavyon kapılarında karısını satanı az görmedim. Şimdi bile çıkıyor aslanım, şimdi bile. Herif kumarda kaybediyor, çulsuz kalmış. Karım diyor evde, al sana anahtar, gidin alın diyor. Öylelerine sopa çektiriyorum…!”

“Melis’in babası mesela. Kendi karısını satarak başlamıştı bu işe. İlk karısıydı, Melis’in öz annesi değil. Herif karısını satıp sermaye yaptı kendine, sonra da havyan toplayan celep gibi Adana’da karı kız toplamaya başladı…!”

Mecnun’un Suriyeli kontenjanı çok genişti ama Hanımağa bunlarla kulübü doldurmak istemiyordu. Yine de en az 20 tanesini birlikte seçtik. Tüm bunlar ilk etapta seçilenlerdi. Bunlarla ayrıca yüz yüze görüşmeler yapılacaktı.

Hanımağa her biri için temiz kâğıdı istedi ayrıca. Türkiye’de herhangi bir olaya karışmamış olmalarına çok dikkat ediyordu. “Fuhuşta basılan, uyuşturucu madde bağımlısı falan varsa bunların içinde hemen eleyin. Yazık olur gençliğinize yoksa!” dediğinde hem Seher hem de Mecnun padişah önünde el pençe divan duran kişiler gibi başlarını eğip “Olur mu Hanımağam, hepsi tertemiz, sütte leke var bu kızlarda yok!” dedi. Komik bir görüntüydü bu ama gerçekti.

Hanımağa elime vurup “Kulübün inşaat işleri biraz azalsın, bunlarla yüz yüze toplantı yapalım. Böyle fotoğraftan çok anlaşılmıyor çünkü. Bir keresinde ismi lazım değil şimdi, pezevengin birine güvendim birkaç karı aldım, böyle fotoğraftan bakarak. Meğer içlerinden biri dönmeymiş. Allah için kestirmiş, tamamen kadın olmuş, en kadınım diyenden daha kadındı ama gene de kazıklandım gibime geldi onca zaman. İki sene çalıştıktan sonra İzmir’e gitti. Gerçi bu ibnelerin de piyasası var ha. Ara sıra kulüpte onları da görmek istediğini söyleyen müşteriler oluyor!” dediği vakit Mecnun lafa atladı:

“Hanımağam elimde çok güzel trolar var eğer istersen, yani kulüpte olmasa da bunları ayrıca çalıştırırsın, iyi para getiriyorlar!” dedi. Bunun üzerine Hanımağa “Ulan Mecnun, sen beni kendin gibi pezo mu zannettin hem de lubunyaları satacam öyle mi!” dedi sertçe. “Estağfurullah Hanımağam, olur mu öyle şey!” dedi ve sustu Mecnun.

O susarken Seher devreye girdi: “Hanımağam, sana daha önce de demiştim. Gel beraber ev açalım dedim sana. Bak Seyfo aldı yürüdü!” dediğinde Hanımağa daha da sinirlendi:

“Ulan bana bakın. İkinizin de ayağına sıktırırım, adınız topal kalır. Seyfo dediğin dümbüğün işi bu. Başka iş bilmez, beni onunla bir tutma. Bu pezevenklik işleri bana göre değil. Karı sikiştirmek mi lan benim işim, ibneler…!” dediği vakit Seher “Haklısın Hanımağam ama o şerefsizler yiyeceğine biz yerdik en azından!” dedi uysal bir halde.

“Şükretmesini bilin önce!” dedi Hanımağa gür sesiyle. Yeni bir sigara yakıp derin birkaç nefes çekti. “Adana dediğin dipsiz kuyu, herkese yetecek su çıkıyor Maşallah. Siz de işinizi düzgün yapın, siz de yemeye bakın. Kendini Seyfo denen ibneyle bir tutma. Sana ev açsam en fazla üç ayda batırırsın, eline alırsın. Şimdi klas müşterilere veriyorsun kızları ama ev açsan eşekçiler basar içeriyi. Bu kızları çalıştırabilir misin evde? Benim de adım kerhaneciye çıkar, başıma iş alırım. Bırakın artık bunları, kendinize gelin…!”

Sigarasını söndürüp ayağa kalktı. Bugünkü görüşme bitmişti. Seher ve Mecnun da toplanırlarken Hanımağa Emine’ye seslendi. “Toparlan hadi, götürüyorum seni!” dedi. Emine sanki bunu biliyormuş gibi toplanmıştı bile.

Hanımağa omzuma vurup “Akşam kulüp sana emanet. Ben kumarhanedeyim, misafirlerle ilgilenmem gerek ayrıca. Onun için böyle şekilli giyindim!” deyince “Güzel olmuşsun!” dedim gülerek. Seher ve Mecnun önden çıktılar, Emine de peşlerinden.

Evde tek kalınca Hanımağa söze girdi: “Neşe olayından dolayı sana kızgın değilim… Eskort da elinin kiri olsun, o da önemli değil… Ama bu Sevda karısı kafamı kurcalıyor… Ona dikkat et… Aramızda bir şeyler olduğunu çakabilir… Bir de akşam avukat gelecek kulübe… Bu Orhan meselesi yüzünden birilerini görmemiz gerekiyor, anlarsın… Onları getirecek… Müdüre söyle onların masasına Sevda’yı oturtmasın sakın… Kaç kişi gelecekler tam bilmiyorum ama Tuğçe ve Gizem mutlaka olsun içlerinde… Azerilerden de ayarlasınlar… Natali ve öbür yılancı karıyı da koysun yanlarına…!”

“Tamam, bakarım, ayarlarım ben, merak etme!” dediğimde “Tamam, senden başka güveneceğim kimse yok!” dedi gülümseyerek. Celil ve Emine meselesini bir an için anlatsam mı diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. Anlatırsam ikisinin de gideceği yer eşekler cenneti olurdu çünkü. Bu vebalin altına giremezdim.

“Akşam benim işyeri için gelecek kişiyi götüreceğim kulübe. Patron beni gözden çıkarmış mafyaya karışmışım diye, yerime birini bulmuşlar hemen!” dediğimde “Aslanım ben mafya değilim, iş kadınıyım!” dedi gür sesiyle. İki omzumdan tutup beni sarstı. “Senin patronunun amına koyarım!” dedi daha sonra.

“Şu Abuzer ibnesi aradı bugün. Bir iki güne parayı hazırlayacakmış, haber edecek. Amına koyduğumun puştu… Bana racon kesilmeyeceğini görmüş oldu… Parayı seninle aldıracam… Ne de olsa artık sağ kolumsun!” dedi.

Yanaklarımdan öptü, çıkarken “Güzel bir takım elbise giyin, zibidi gibi gitme kulübe!” deyince “Tamam!” dedim. Hanımağa’da çıkınca banyoya geçip yıkandım. Güzel bir banyo beni kendime getirdi. Artık yavaş yavaş akşam olmaya başlamıştı.

Tıraş oldum, güzelce giyindim. O ara Pırıl aradı. “Havaalanındayım, uçağa biniyorum, kapatmam gerekecek!” dedi. “Tamam, sıkıntı yok, ben de çıkıyorum birazdan!” diyerek kapadım telefonu.

Halen çantada duran Hanımağa’nın verdiği paradan yüklü bir miktarı cebime koyup çıktım. Uzun bir gece beni bekliyordu…

Yorum Yap

Yorumlar