Bu eve pandemi başlamadan önce taşınmıştım. Ne bilebilirdim ki, Çin'den korona diye bir bela çıkacak sonra biz kaç ay evlerimize hapsolacağımızı. Taşındığım ev, yeni güvenlikli sitelerden birinde 1+1, tam benim gibi bekarlara göre bir evdi. Asansörden çıktıktan sonra uzun koridorda, aynı otel odasının kapısını açar gibi evin kapısını anahtarımla açıp giriyordum. Bırakın aynı katta kimlerin oturduğunu, iki tarafımdaki oturanları bile bilmiyordum. Bazen girerken veya çıkarken katta evine giren veya çıkanlar oluyordu, onlara da dikkat etmiyordum. Böyle bir yabancılaşma içinde, bazen asansöre binerken gülümseyerek 'Günaydın' veya 'İyi akşamlar' demem bile garipseniyordu nedense. Gerçi ben de öyle insan canlısı değilim, yine de bana bile garip geliyordu. Ancak göstermelik bir gülümseme ile yetiniyorlardı. Hele koronadan sonra, asansörde maskeli hallerinde konuşurken, gülümsedikleri de belli olmuyordu. Yapmacık gülümsedikleri için, gözlerine yansımıyordu o gülümser gibi yaptıkları dudak bükmeleri.
Ben taşındıktan iki üç ay sonra başladı korona halleri. Yaptığım iş gereği, evden de devam edebilecektim çalışmaya. İlk başlarda çok süper gelmişti. Sabah gidiş, akşam geliş en azından iki saatimi kurtarmıştım. Ama müdürüm ona göre iş veriyordu ve pandemi ile bizim işler de artmıştı. Bazen mesai saatini aşan vakitlerde mesaj geliyordu veya aranıyordum. Mecburen film seyrederken bilgisayarımı açıp işe dönüyordum. Toplamda yine o yolda geçen zamanı kendime ayıramamıştım yani.
Ofiste çalışırken ya çay kahve molasında, ya da yemek arasında birileriyle laflıyor ve en azından kafam dağılıyordu. Evde çalışırken ise yaptığımız Zoom toplantıları sıkıcı olduğu yetmiyormuş gibi, yerimden kalkamıyordum istediğim zaman. Arada bir kendime mola verdiğimde pencereye gider dışarı bakarak en azından gözlerime ferahlık sağlamaya çalışırdım. Ama nafile. Gördüğüm elli yüz metre ileride başka bir blok ve sitede yeşil alan diye gösterdikleri kutu kadar bir çimenlik ve site inşaatından sonra dikildiği belli olan küçük fidan ağaçlar. Neyse ki, benim kendi kendime de mutlu olabilen bir karakterim vardı. Çok sosyal sayılmazdım. Akşamları kahvemi yapıp, küçük salonumda büyük ekran televizyon ve ses sistemimle, kendime özel sinema havası yapıp iki film birden yapardım. Ruh halime göre bir film seçer, başka dünyalara dalardım. Fiziken o salonda olmama rağmen, ruhen istediğim dünyalarda dolaşırdım o yaptığım küçük sinema salonu atmosferi sayesinde.
Pandemiyle birlikte yemeğimi ve hatta bazen market alışverişimi internetten söylemeye başladım. Bu şekilde neredeyse kaç gün evden çıkmamaya başladım. Bundan pek şikayetçi olmasam da, en azından sağlık açısından doğru olmadığını düşünüp market alışverişleri için çıkmaya başladım. Fiziksel olarak gördüğüm insanlar marketteki müşteriler ve kasiyerler ve bizim blokta asansörde karşılaştığım sakinler idi. Dolayısıyla yeni birisi ile tanışmam pek mümkün görünmüyordu.
Bir gün marketten dönüp asansöre binerken bir 50'li yaşların sonunda bir adam ve yanındaki 30'lu yaşların başındaki kadınla karşılaştım. Adam kibar ve eğitimli birine benziyordu ama biraz aksi karakterde idi. "Asansöre binerken maskesiz binenleri kontrol etmesi için asansörün kapısına güvenlik koyalım" önerisinde bulundu. "Ya amca, hadi giriş kata koydun. Her kata mı koyacaksın güvenlik" diye güldüm. Yanındaki kızı imiş, o da eğitimli ve kibar birine benziyordu. Saçlarını koyu sarışın rengine boyatmış, saçının dip boyası geldiği için açık kahverengi gerçek saçı belli oluyordu. Saçının rengi ten renginde dikkati çekmiyordu. Abartılı olmayan ama sade bir makyaj da yapmıştı. Asansör gelinceye kadar ayakta sabit durduğumuzdan ayağının aksadığının farkına varmamıştım. Asansöre binerken, "Baba, haklı çocuk. Bir kere insanın içinde olacak, başkasını düşünerek takacak maskesini kendisini düşünmese bile" diyerek benden yana oldu. Ben onlardan önce ineceğim için asansörün içinde pek fazla konuşamadık, ama ilk kez tanışır gibi olmuştuk.
Tanışmamız ise, benim güneşli havayı görünce bari yürüyüşe çıkayım dediğimde oldu. Dönüşte aynı aksayan kadını gördüm asansöre binerken. Karşılıklı merhabalaştık. Ancak beklenmeyen oldu ve asansör iki kat çıkmadan durdu. Elektriklerin kesilmediğini tahmin ediyordum, sigortası atmış olabilirdi. Benim öyle pek klastrofobim ve asansör korkum olmadığı için pek panik yapmadım. Kadın önce panikledi, hemen alarmı çalıştırdık. Muhtemelen hemen müdahale ederlerdi. Sonra onu sakinleştirmeye çalıştım. O arada tanıştık. İsmi Meftun imiş. Ona nasılsa pandemide kapalı alanda kalmaya alıştığımızı, birkaç dakika asansörde kalmamızın da önemi olmadığını anlattım. O da en azından o küçük kabinde yalnız kalmadığı için ve benim sakin tavırlarımdan güvende hissettiğini söyledi. Bu şekilde ismi dışında pek bilgim olmasa da tanışmış olduk. Asansör tahmin ettiğim gibi birkaç dakika içinde çalıştı. Ben her zamanki gibi daha önce inmiştim. İnerken "İstersen bir gün benim eve gel, asansör kabininden daha ferahtır" diye güldüm. O da dudaklarından göremesem de, gözlerine yansıyacak şekilde gülümsedi ve "Belki bir gün" dedi.
Daha sonraki zamanlarda çeşitli defalar asansörde veya apartman girişinde karşılaştık Meftun ile. Bazı karşılaşmalarımızda biraz daha uzun sohbet ettik. Genelde o aralar korona en büyük gündem olduğu için, konu korona oluyordu, korona olmasaydı neler yapardık onları da konuşuyorduk. Bu sohbetlerin birinde, sinemayı özlediğini söyledi Meftun. Ben "Çok fazla bir şey istemiyormuşsun" deyince gülüştük. "Sinemalar açılsın, sana da ısmarlarım" diye de ilave etti. Ben öylesine söylemiştir diye pek üstüne düşmemiştim. Birkaç ay sonra sınırlı kapasite ile de olsa sinemalar açılmıştı. Benim pek niyetim olmadığı için takip etmiyordum. Yine karşılaştığımız bir gün, "Sinemalar açılmış, gidelim mi" deyiverdi. Ben beklemediğim için "Hangi filme?" deyiverdim. Aslında onun kişiliğiyle ilgili değil, pek bir yere gidesim yoktu. Ben böyle söyleyince, "Filmi sen seç" dedi ve benim kibar bir şekilde reddetmemin de önünü kapamış oldu. Sonra o zamanlarda gösterimi geciktirilmiş olan Hızlı ve Öfkeli 9'u seçtim. "Aaa ben de severim o seriyi. Bütün filmlerini seyrettim" deyince şaşırdım.
Sözleştiğimiz tarihe biletlerimizi internetten alıp, beraber sinemanın olduğu AVM'ye gittik. AVM'nin koridorlarında yürürken bir tuhaf hissettim, o yanımda aksayarak yürüyor ve ben ona uygun olarak ona eşlik ediyordum. Beraber olduğumuz belliydi ama bu şekilde yürümek bana tuhaf gelmişti. Ondan utanıyor değildim, sadece sanki birbirimize biraz yabaniymişiz gibi duruyordu bu şekilde yürümek. Ona söyleyemedim elini tutsam, belki bu durum biraz daha az 'garip' görünürdü başkalarına. Tam bunu düşünürken, o koluma tutundu. Bundan memnun olduğumu, başımı ona çevirip gülümseyerek gösterdim. Bu şekilde sinemaya kadar gittik. Yolda konuştuk, serinin önceki filmlerinden ve diğer günlük şeylerden. Koltuklarımıza oturduktan sonra ben kalkıp, içecek ve patlamış mısır alıp geldim. Sinemayı o ısmarlamıştı ama, ben altta kalamazdım. Filmi sessiz bir şekilde izledik. Film arasında ve çıkışında film hakkında yorumlarımızı yaptık. Filmden çıktıktan sonra, buraya kadar gelmişken bir şeyler yiyelim diye ben ısrar ettim. Bir fast food zincirinden hamburger menü alıp, oturduk ve yedik. Artık sohbetlerimiz film ve günlük şeylerden çıkıp, kişisel konulara da gelmişti. İkimizin de dikkatini çekmişti, kişisel konulardan konuşmak. Ona "Bari bir kafeye oturup sohbetimize devam edelim" dedim. Ve oradan da kalkıp, AVM'nin bir kafesine oturduk.
Uzun zamandır yeni birisi ile tanışmamıştım. O yüzden kendimi hiç bu kadar birisine uzun uzun anlatma gereği de duymamıştım. Ne çok ihtiyacım varmış, kendimi birisine anlatmaya. Hele hiçbir beklentim olmayan ve beni dinleyebilecek birisine anlatmaya. Ben anlattıkça, sıkılmadan dinledi. Benim için sanki psikoterapi seansı gibi oldu. Daha sonra sıra ona geldi. O anlattı hikayesini.
Dört beş yıl olmuş kaza geçireli. O günü ve o saati, ve hatta o saniyeyi bugün gibi kare kare hatırlıyordu. Akşam işten geç çıkmıştı, yaptığı yazışmaları ertesi günkü toplantı için raporlaması gerekiyormuş. İşten çıktığında trafik de rahatlamıştı. Eve de rahat rahat giderim diye düşünüyordu. Bir kadın olarak trafikte daha önce de taciz edilmiştim, sıkıştırılmıştım diye anlatıyordu. Devam etti: "Ama o gece, ısrarla önümü kesmeye çalışmıştı. Ben yavaşlasam, o da yavaşlıyor, hızlansam bu sefer önüme geçiyordu. En son döneceğim yere yaklaştığımda aniden önüme kırıverdi. Çok hızlı değildim ama o hızlıydı. Saniyeler içinde arabanın içinde sıkışmış olarak buldum kendimi. Sonrası uzun ameliyatlar, hastane koridorları. Beni sıkıştıran adama kinim o kadar büyüktü ki, o kazada onun ölmüş olması bile beni yatıştıramıyordu. O ölmüş cezasını bile çekemiyordu. Ben ise doktorların uzun uğraşları sonucunda, sadece bacağımın bir kısmını kaybederek kurtulmuş ve hala bilmediğim suçun cezasını çekiyordum. Yine de hayattan umutsuz değilim Şimdi evde anne ve babamla küçük dünyamı yaşıyorum."
Ona da iyi gelmişti, hikayesini anlatmak. Korkularını, özlemlerini ve ümitlerini anlatmak. Birbirimize kendimizi anlatırken saatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Eve dönerken ona evdeki sinema düzenimden bahsettim. Ayaklarımızı uzatarak istediğimiz filmi seyredebileceğimizi söyledim. Önce biraz çekindi. Ben ısrar edince kabul etmese de, sonra konuşuruz diye geçiştirdi.
Ben pek sık dışarı çıkmadığım için pek karşılaşmadık o hafta. Aslında ilk görüşmeden sonrak birkaç gün, aramak veya mesaj yazmak önemlidir. Ben ise ona mesajla ertesi gün sinema için teşekkür ettim. O da önemli değil diye gülücükle cevap verdi sadece. Bu kopukluğa rağmen bir hafta sonra gördüğümde, yine sıcak karşıladı. Ona evde sinema teklifimin devam ettiğini söyledim. Bu sefer daha olumlu yaklaştı. Daha sonra telefon ve mesajla günü belirledik. Benim evde her zaman abur cubur olurdu zaten, yine de onun istediği özel bir şey olup olmadığını sordum. Geleceği yer asansörle birkaç kat inip, benim evdi ama yine de, güzelce giyinip gelmişti, hafif makyajını da yapmıştı. Hatta ben onun karşısına günlük ev kıyafetimle çıkınca mahcup oldum. "Ağır misafiri böyle mi karşılıyorsun" dedi ve gülüştük. İlk kez evime giriyordu. Evi kendimce toparlamıştım ama yine de pek düzenli ev sayılmazdı. Nihayetinde bir bekar eviydi. Girince güzelce süzdü evi, sonra "Beklediğimden daha temiz" diye gülümsedi. Hemen onu büyük ekran televizyonumun karşısındaki kanepeye oturttum. Önünde uzun sehpa vardı. Kumandalarımı, hatta bazen bilgisayarımı koyuyordum oraya. Evde kahve makinam olduğu için, hemen Latte, Americano, Mocha ve hatta Frapuccino yapabileceğimi söyledim. Şaşırdı, "Latte iyidir" dedi. Film seçmemiz biraz zaman aldı. Neredeyse kahvemiz bitmişti seyredeceğimiz filmi seçerken. Sonra ışığı kapatıp filmi başlattık.
Ben gayrı ihtiyari kanepede otururken, ayaklarımı sehpaya uzattım. Tabii yanımda Meftun otururken biraz ayıp kaçtı, o yüzden ona da dedim, "Rahat ol, ayaklarını uzat" diye. O yine hanım hanımcık düzgün oturmaya devam edince ben rahatsız oldum. Filmi durdurup, ona doğru döndüm ve bacağını tutup sehpaya kendim koyayım dedim. Ancak tuttuğum onun protezi imiş. Şaşkınlığıma rağmen devam ettim, sağlam ayağını kendi kaldırıp koydu, protez ayağı biraz rahatsız edici gibiydi. "İstersen çıkaralım" dedim. Pek istekli değildi ama daha rahat edeceği belliydi, o yüzden ısrar ettim. Üzerindeki uzun etek elbisesinin altında dizinin üstüne kadar çıkan çorabı vardı. Çorabın rengi, protezini de göstermiyordu. Önce çorabını, sonra da protezini çıkarmaya yardım ettim. Televizyonun ışığı dışında ışık olmadığı için loş bir ortam vardı. Protezini çıkardığımda loş ışık altında ampute dizi ortaya çıkmıştı, ama bundan utanıyor gibiydi. Ben de konuyu değiştirmek için, "Bugün siyah mı giydin" diye gülümsedim. "Neyi?" diye şaşırdı. "Külodunu canım. Güzelmiş" dedim. "Siyah değil ki" dedi ve gülümsedi. "O zaman galiba mavi" dedim. "Hayır, o da değil" dedi ve güldü. "O zaman ne renk?" diye ısrar ettim. "Söylemem" dedi ve güldü. Ben yatıştırmıştım ve konuyu ampute bacağından saptırmıştım. Onun rahat bir şekilde oturmasını sağladıktan sonra ben yine yerime geçtim. Bacağımı uzattım yine ve filmi seyretmeye devam ettik. Filmin yarısını geçtikten sonra, "Bir bira ister misin?" diye sordum. "Sende de izzet ikram iyiymiş" deyip gülümseyerek kabul etti. Filmin ikinci yarısını biralarımızla izledik. Filmden sonra pek filmin kritiğini yapmadık, ama o da benim evde film seyretmenin konforlu olduğuna kanaat getirdi. İkinci filmi açmaya ısrar etsem de kabul etmedi. "Bizimkiler bekler" dedi, halbuki birkaç kat yukarıdaydılar. Kalkışı biraz telaşlı oldu haliyle, protezini tekrar takması ve çorabını giymesi. Onu kapıdan geçirip, asansöre kadar bıraktım. Gece mesajlaşmamızda bu sinema akşamlarını tekrarlamamızda karar kıldık.
İkinci sinema akşamımıza tunik bir gömlek ve altında pantolon ile geldi. Daha rahat bir giysi tercih etmişti. Yine film seçmemiz uzun sürdü, en son artık onun istediği bir filmi açtık. Haliyle o daha duygusal ve romantik filmler seçiyordu, arada macera filmleri de olsa da. Film seyrederken ayaklarını sehpaya uzatmasını istediğimde, bu sefer pantolon giydiği için protezini çıkaramadık. "İstersen pantolonu çıkaralım, bu sefer külodunun rengini görürdüm" dedim, gülüştük. Bu ikinci film biraz romantik film olduğu için kanepede arkamıza yaslanarak seyrederken, biraz bana doğru eğildi. Ben de rahat olması için, ona doğru yaklaştım ki, fazla boşlukta kalmasın. Böylece başını omzuma koymuş gibi oldu. Halbuki aramızda hiç duygusal bir yakınlaşma olmamıştı. Sadece arkadaş olarak görüyorduk birbirimizi. O da bunun farkındaydı. Romantik film de seyrettiğimiz için, halimizi düşünüp "Seni seviyorum" dedim gülerek. "Ne dedin, ne dedin" dedi o da bana bakarak. Şakayla karışık söylediğimi anlamıştı. "Filmi durdur da, bir daha söyle" dedi gülerek. Filmi durdurdum, "Seni seviyorum" dedim gülerek. O da, "Duyguyu veremedin ama aferin çalışırsan biraz daha olur" dedi gülümseyerek. Ben de, eski kız arkadaşımın ona "Seni seviyorum" demediğim için beni terkettiğini anlattım. "İyi yapmış. Madem seviyordun, niye söylemedin" dedi. "Ya aslında sevip sevmediğimi de bilmiyordum ki. Hem sevdiğimi illa söyleyerek mi belli edeceğim. Ona sarılarak, onun sevdiği şeyleri yaparak ve ona sürprizler yaparak da belli ederim" dedim. "Onlar da önemli ama, söylesen daha güzel" dedi. Sonra, "Bu arada biraz daha çalış, böyle yapmacık ses tonuyla olmuyor" diye devam etti gülerek. Sonra kendisi anlatmaya başladı hikayesini, kazaya kadar devam eden uzun süreli ilişkisi varmış. Hatta evlenmeyi düşünüyorlarmış. Kazadan sonra hastaneye geldiğinde, Meftun nişanlısına onu bıraktığını söylemiş. "Aslında onun beni bırakmak istediğini sezinlemiştim", diye başladı. "O sargılı ve ameliyatlı halimle ona ayrılmak istediğimi söylemek, beni rahatlatmasa da, onun daha sonra ben hastaneden çıktığımda beni bırakmasından daha az acıtacaktı. Ayrılmak istediğimi söylediğimde sözleriyle her ne kadar beni asla bırakmayacağını söylese de, vücut dili onu rahat bıraktığım için memnun olduğunu gösteriyordu. O yüzden, o günden beni onu düşünmedim." diye anlattı gözleri dolu bir şekilde. Film bile bu kadar duygulu değildi. Sonra onun gergin halini yatıştırmak için, hemen filmi başlattım. Film o kadar duygusal olmamasına rağmen, filmin bazı yerlerinde iç çektiğini ve gözünün nemlendiğini hissettim. Bu yüzden başını omzuma koymasına izin verdim. Yanımdayken ağlamak istemiyordu belli ki. Film bitip de ışıkları açtığımda, filmden ziyade beraber geçirdiğimiz zamandan hoşnut kalmıştık. O yüzden yine başka bir gün sinema akşamı için sözleştik.
Bu sefer filmi önceden seçmesini söyledim, nasılsa hep onun istediğini seçiyorduk. Bazen o benim için bir film seçtiğini söylüyordu. Artık film arkadaşım olmuştu. Aynı blokta oturduğumuzdan, yine hafif makyaj yapsa da, daha rahat giyinerek gelmeye başlamıştı. Artık yanımda kendisi protezini çıkarıp bacağını uzatıyor ve rahat bir şekilde izliyordu. Bazı filmlerde sevişme sahneleri olunca birbirimize bakıp gülümsüyorduk. İlişkimizin adını koyamamıştık. Yine de o başını bana koyduğunda ben de elimi onun üzerine atıyordum, bazen memelerini üstüne geliyordu elim. İşte o sevişme sahnelerinde, elimle memelerini mıncıklıyordum, o da "Rahat dur" diye gülüyordu. Bazen diğer elimle bacağının üstüne de koyuyordum elimi. Bir gün elimi çaktırmadan, ki mutlaka farkına varmıştır, elimi sağlam bacağında, dizüstü çorabının üstüne kadar götürmüştüm. O anda başını çevirip sadece gülümseyince daha da devam ettim. Elim bacak arasında külodunun kenarına kadar gelmişti. Bu durum beni de tahrik etmişti. Artık filme kendimi veremiyordum. Bir elimle elbisesinin üzerinden memelerini mıncıklıyor, diğer elim artık bacak arasına kadar gitmişti. Bir noktadan sonra o da o şekilde duramadı ve bana doğru döndü. Başımı ona doğru eğip, dudaklarımı dudaklarının üstüne kondurdum. Önce küçük dokunuşlarla öpüştük. Sonra boynuna doğru eğilip, boynunu öpmeye başladım. Ellerimle memesini mıncıklamaya ve diğer elimle külodunun üzerinden amını okşamaya devam ediyordum. Bu arada filmin devam etmesine aldırmıyorduk. Daha sonra o ellerini benim svitşörtümün içine sokup tenime dokunmaya başladı. Bir süre sonra da svitşörtümü çıkardı. Ben de bunu üzerine onun elbisesini çıkardım. Sutyeni ve külodunun rengini o zaman görmüştüm, koyu kırmızı. Sutyeninin üzerine eğilip, bir yandan arkasındaki kopçasını açmaya çalışırken memelerinin açık kısımlarını öpüyordum. Sutyeni açılıp memeleri ortaya çıkınca memelerin de somurarak öpmeye başladım. O da ellerini nereye koyacağını bilemiyor, benim sırtımda gezdiriyordu. Bir elimi bu arada üstten külodunun içine sokuyor ve amını okşuyordum. İkimiz de iyice tahrik olmuştuk. Sonra benim eşofman altımı çıkarmaya çalışınca ben hafif doğrulup, çıkarmasına yardım ettim. Sikim taş gibi olmuştu. Muhtemelen ilk gördüğü sik benimki değildi ama şaşkınca ve şehvetle baktı sikime. Sonra eğildi ve dudaklarını gezdirdi sikimin üzerinde. Ben de bu sırada onun saçını ve sırtını okşamaya başladım. Sikimi emmeye başladığında, saçını kulağının arkasına alarak ağzına alışını da görmeye çalıştım. Sonra çıplak sırtına doğru kaydırdım gözümü. Bana doğru eğildiği için üzerindeki kırmızı dantelli külodunun yuvarlak kalçasını nasıl belli edecek şekilde ayırdığını görebiliyordum. Daha aşağılara doğru baktığımda ise ampute bacağı dikkatimi çekiyordu. Saçını okşayarak sikimi emmesini seyretmeye devam ettim. Bu arada benim elim de onun sırtında dolaşıyordu. Artık sikimi emmekten yorulduğunda doğrulmaya çalıştı ve ona yardım ettim, külodunu çıkardık ve üstüme çıkmak istedi. Kanepede tek dizinin üstünde, diğer dizi kanepeden aşağıya sarkarken sikimin üstüne oturdu. Ter içinde gidip gelmeye çalışıyordu. Tek dizinden kuvvet aldığı için onun için yorucu oluyordu, bu yüzden arada bir ben de kalçamı indirip kaldırarak ona yardımcı oluyordum. İkimiz de şehvet ve ter içindeydik. Bana eğildikçe o koca memelerini avuçluyor ağzıma alıyor ve somuruyordum. Hafif sertlikte ısırıyordum. Hemen gelmemek için çaba göstersem de, bir noktadan sonra dayanamayıp sesli bir şekilde içine geldim. Sesli boşalmam onun hoşuna gitti. Gülümseyerek yavaşladı ve ben iyice boşalırken beni seyretti. Gülümsedi. Sonra onun üstümden kalkmasına yardım ettim. İkimiz de nefes nefeseydik. Yanıma otururken, çıplak vücuduna tekrar baktım. "Çok seksi bir vucudun varmış" dedim gülümseyerek. "Sen de çok iyiymişsin" dedi o da. Amının kıllarını düzgün bir şekilde, küçük ters üçgen bırakarak almış olması dikkatimi çekti. "Güzel desen vermişsin" dedim. "Napiim, evde yalnızlıktan sıkılıyor, kendime bakmaya çalışıyorum." dedi. "Bayağı uğraştın galiba" dedim. O da "Banyoda küvete oturuyor, rahat rahat yapıyorum. Nasılsa ayakta uzun süre kalamıyorum diye basamaklı küvet yaptırdık banyomuza. Tutamaç da var. Rahat rahat takılıyorum. Bu sefer de annem sürekli kapıdan bağırıyor, geç çıkıyorum diye. Merak ediyorlar. Onlara diyemiyorum, keyif yapıyorum" diye anlattı. Bu arada film bitmişti. Biz de filmin nasıl bittiğini anlayamadık. Sonra gülüştük, "Yaptığımız filmden daha güzeldi" diye. Hızlıca geri alıp, kaldığımız yerden bitirdik. O gidinceye kadar da giyinmedik. Giyinmesi ve kalkması yine telaşlı oldu.
Ertesi gün benim Zoom toplantılarım yoğun geçtiği için, normalde Meftun'u ya arar, ya da mesaj yazardım. Bazen de önceki seyrettiğimiz filmin yorumunu yapardık. Onu arayamayınca bozulmuş. Akşama doğru arayınca, ters bir şekilde açtı telefonu ve sonra kapattı. Tekrar aradığımda da reddetti. Mesaj yazdım defalarca yanıt vermedi. Bu yüzden o gün tekrar arayıp mesaj yazmadım. Ertesi gün aramayı düşünürken, blok girişinde karşılaştık. Yine bana küskün gibiydi. Asansöre binerken neden ertesi gün aramadığımı sordu. Akşama doğru aradığımı söylesem de, sabah aramam gerektiğini söyledi. Benim kata hemen geldiğimiz için, konuşmamız bölünecekti. Asansör kapısını tutarak konuşmaya devam ettim, gün içinde yoğun işlerim olduğu için arayamadığımı filan anlatıyordum. Tartışmamız uzayacak gibiydi. "Asansörden çık bari, meşgul etmeyelim" dedim. O da çıktı, devam ettik tartışmamıza. O da söyleyeceği bir şeyler olduğu için çıktı, benim kapının önünde devam ettik. İkimiz de ne alttan alıyor, ne de koparıyorduk ipleri. Sanki ikimiz de epeydir kavga ederek, gerginliğimizi atmak istiyor gibiydik. Sonunda o kızarak iki eliyle iki omzuma vurmaya başladı. Zaten kız haliyle ne kadar sert vurabilirdi ki. Ben ampute olduğu için devrilmesin diye onu tuttum, ve sanki sarılır gibi olduk o iki omzuma vurmaya devam ettiği için. Sonra ben yine gülerek, "Seni seviyorum" dedim. O da, "Sersem gülerek söylenmez" dedi ve o da gülmeye başladı. Kapının önünde gülüşmeye başladık. Sonra ona doğru eğilip öpmeye başladım. Tutkulu bir fransız öpücüğüne döndü öpüşmemiz, dillerimiz birbirinin ağzında. Sonra bir hamlede cebimden anahtarı çıkarıp kapımı açtım. Onu tutarak ve öpüşerek içeri girdik. İçeri girdiğimizde kapının kapanıp kapanmadığından da tam emin olamadım. O şekilde ayakta öpüşerek ayakkabılarımızla girişten birkaç adım ötedeki yatak odama geçtik. Aslında pek titiz olmasam da, ayakkabılarımızla içeri girmek pek alışkanlığım değildi. Onu yatağa yatırdıktan sonra, ayakkabılarımızı ve elbiselerimizi çıkarmaya başladık. Sert bir şekilde sevişiyorduk. Bu sefer gündüz gözüyle seviştiğimiz için, ampute bacağının kesim yerlerini ilk defa daha detaylı görebilmiştim. Daha önce amını görmüş olmama rağmen, orasının görülmesinden daha çok utanmış gibiydi. Demek ki insan zayıflığını karşısındakinin görmesini istemiyordu. Onun zaafiyeti fiziksel olarak belliydi, yine de buna rağmen hayata tutunup mücadele edebiliyordu. Bu hassasiyetini farkedip, gözümü ampute dizimden ayırarak ona doğru eğildim. İkimizin de elleri birbirimizin üzerinde geziniyor ve ben bir süre öpüştükten sonra içine girdim. Alışkanlıkla bacaklarını omzuma almaya çalıştım, o anda bir bacağının dizinden aşağısının olmadığının tekrar farkına vardım. O bacağını serbest bırakarak, tek bacağı omzumda gidip gelmeye başladım. Sertçe gidip geliyor ve çarpma sesi yatak odamda yankılanıyordu. Bu arada dış kapının açık olabileceği aklıma geliyordu ama bölemiyordum. O şekilde hızlı gidip gelerek içine boşaldım. Yine sesli boşaldığım için hoşuna gitti Meftun'un. "Daha önce hiç böyle sesli boşalan erkek görmedim" dedi. Ben de ona, neden onun da sesli olmadığını sordum. O da, sessiz yapmaya alıştığını o yüzden ses çıkaramadığını söyledi. Bundan sonra benimle rahat olmasını söyledim. Yanına uzanmadan önce çıplak bir şekilde odadan çıkarak, dış kapıyı kontrol ettim. Tahmin ettiğim gibi anahtarı dışarıda ve açık kalmış kapı. Neyse ki, kimse gelmezdi zaten.
Yatağa döndüğümde bir süre sohbet ettik. Kavga etmesek, böyle sevişmeyecektik deyip gülüştük. Sonra ona neden çalışmaya dönmediğini sordum. "Bilmem. Galiba biraz hayata küsmüştüm" dedi. "Ama böyle hayat geçmez. Eski yaptığın işe tekrar dönebilirsin. Yine yapabileceğine inanıyorum" dedim. Ben böyle söyleyince cesareti geldi. Tekrar iş başvuruları yapabileceğini söyledi.
O günden sonra yine sinema geceleri yaptık. Ben ona elimi attığımda, eğer keyfi varsa filmi durdurmamı istiyor, yoksa da eliyle elime hafifçe vurup gülüyordu. Artık ikimiz de her çeşit film izleyen birer sinefil olmuştuk. Onun zaafiyetinden faydalandığımı düşünmesini istemiyordum, o da ona acıyarak yaklaşmamı istemiyordu. O yüzden arada bir kavga edip, sonra sevişiyorduk. O yüzden sanki biraz çatlak bir ilişkimiz vardı. Arada bir, birbirimize küser, basit bahanelerle barışırdık.
Bizim ofis artık normal çalışma düzenine geçmişti. Ben de sabah erken, giyinmiş işe gidecektim. Asansöre bindiğimde Meftun'un güzelce giyinmiş ve makyajını yapmış olduğunu gördüm. Birbirimize gülerek "Günaydın" dedik. Bana eski iş yerinden çağırdıklarını ve artık işe başladığını söyledi. Çok sevindiğimi söyledim ve onu metroya kadar bıraktım. Ben de artık her gün ofise gideceğimi anlattım. En son ayrılırken, "İstersen evin anahtarını vereyim rahat rahat film seyredersin" dedim. O da gülümseyerek göz kırptı: "Evde sen yoksan keyfi yok" dedi.