Benzin istasyonundan benzin alırken pompacı uyardı, 'ana yolda kardan dolayı kapanma varmış, istersen bekle açılınca devam edersin' diye. Ben bir an önce eve döneyim diye, tali yollardan geçerim diye düşündüm. Ana yol tepeyi aşıyordu, dağın eteklerinden geçen tali yollarda o kadar kar yoktur diye düşündüm. İk 7-8 kilometre kar yağışı devam etmesine rağmen yavaş da olsa sorunsuz gittim. Karşıdan gelen yoktu, nedense garibime gitmedi. Sonra kar yağışı artınca kar lastiğine rağmen artık aracı kontrol etme yeteneğim azaldığı gibi, karın içine gömülür gibi gidiyordum. Sanırım birkaç kilometre güç bela gittikten sonra, ne ileriye gidebiliyordum, geri manevra yapacak alan da yoktu. Bir noktaya geldi ki, araba yerinde sürekli patinaj yapıyordu. Etraftaki karın seviyesi de lastikleri kapatacak kadardı. Ben buraya kadar nasıl gelebilmiştim ki. Yoksa ben yerimde sayarken mi bu kadar kar birikti. Biraz zorlanarak kapıyı açtım. Kar tipi şeklinde yağıyordu. Benzini yeni almış olmama rağmen, arabada kalmam donmam demekti. Hemen beremi kafama geçirdim, montum üzerimdeydi. Bakındım etrafa, yamaçtan aşağıda yoğun tipiden güçlükle seçilen bir köy ışıkları vardı. Arabayı olduğu yere bırakıp, yamaçtan aşağıya yürümeye başladım. 300-500 metre yürümemiştim ki, eldivenlerimi almayı unuttuğumu farkettim. Yaşamadan bilinmez, o tipide 300 metre bile geriye gitme enerjim yoktu. Mecbur ellerimi cebime sokarak yürümeye ve yamaçtan inmeye çalıştım. Düzlüğe indiğimde neredeyse bel boyunca kara düştüm. Güç bela, kimi yerlerde daha az yükseklikte karlar içinde ve yüzüme tipili kar atan ortamda yürümeye çalıştım. Önümü göremiyordum, yürüdüğüm mesafe belki bir kilometredir, bana yüz kilometre gibi geliyordu. Artık köyün ilk evine yüz metre kadar kalmıştı. İşte o son yüz metre ise, bana yüz kilometre gibi geldi. Ellerimi, ayaklarımı hissetmiyordum. Yüzümü ne kadar kapatmaya çalışsam da yüzüm kar kesiği olmuştu. Kaşkolum olmadığı için de montumun yakasından kar içime kadar işliyordu. Gözümle göremesem de ilk evin kapısına yaklaştım. Evin kapısının önündeki karlar gündüz temizlenmiş görünüyordu ama yeni yağan karlar yine kapatmak üzereydi. Buz camlı demiş dış kapıyı elimle vurarak çaldım. Elimi hissetmediğim için, sert mi yumuşak mı vurduğumu bilemiyordum. Acaba beni duyabiliyorlar mıydı? Kapının açılma süresi, bana yüzyıl gibi gelmişti. Açmazsalar oracıkta soğuktan donup ölecektim.
Yaşı kırka yakın bir kadın açtı kapıyı, elleriyle hırkasını göğsüne doğru kapatarak. "Bu havada ne işiniz var dışarıda" dedi, şiveli bir şekilde. Bu hikayemde, hem o kadının anısına saygı, hem de bu hikayenin her yerde yaşanabileceği için, isim, yer ve şive vurgulamayacağım. Demir kapıdan girdikten sonra botumu çıkarmak için eğildim. Parmaklarımı hissetmediğim için botumun bağcıklarını çözemedim. Kadın benimle birlikte eğildi ve botumu çıkarmama yardım etti. Sonra sobasının kurulu olduğu odaya geçtik. Bir köşede çek-yat, diğer köşede minderli oturma yeri ve kapının hemen yanında da kuzineli soba vardı. Montumu, beremi ve en önemlisi ıslanmış çoraplarımı çıkarıp sobanın üstüne astık. Ellerimi sobanın üstünde ısıtmaya başladım. O kadar donmuştum ki ellerimi sobanın üstüne yapıştırsam ancak öyle ısınırdım. Montumun yakasından giren karlar içimi de ıslatmıştı. Kadın, üstünüzdekileri de çıkarsanız iyi olacak dedi. Evde başka biri olup olmadığını da bilmiyordum. Yavaşça ellerim kendine geldikçe üstümdekileri çıkarmaya başladım. Altımdaki baksır don bile ıslanmıştı. Kadın, odadan çıktı ve bir süre sonra, o meşhur mavi çizgili pijama ve iç donla geldi. "Rahmetlinindi, size de uyar. Bunları giyin" dedi. Demek duldu kadın. Giyinmem için, odadan çıktı. Onu bekletmemek için baksır donumu da çıkararak, kadının getirdiği iç don ve çizgili pijamayı giydim. Sonra kapıyı açarak onu çağırdım. Çıkardığım elbiseleri, sobanın üstüne itina ile astık. Kadın bu arada, arada bir gözünü alamadan köşedeki televizyondan bir dizi izliyordu. Ben de ayakta sobanın yanında çizgili pijamamla ısınmaya çalışıyordum. Yeni işimde, patronun özel işlerinden dolayı düzenli televizyon seyredemiyordum. Zaten bu iş gezisine de zalım patronun özel işlerinden dolayı gelmiştim. Kar bastırmadan eve döneyim dedim, ama nerelere düştüm. Ben de odadaki o sessizlikte kafamı çevirip, televizyondaki diziye göz attım. Oradaki oyuncuların daha önceki bir dizisini izlemiştim. Şu dizideki oyuncu değil mi diye sordum. "Ooo, o senin dediğin kaç yıllık dizi" diye gülümsedi. Sonra, bildiğim ve sevdiğim dizilerden konuştuk. O da şimdi hangi dizileri izlediğini anlattı. Bir şekilde sohbetle kaynaşmaya başladık. Pijamayı verirken "rahmetli" diye bahsettiği için, geçmişini sorma gereği duymadım. Ben kısaca nereden geldiğimi, nereye döndüğümü anlattım. O da şaşırdı, "Buraya nerden saptınız ki. Buradan çok uzatırsınız yolu" dedi. Ben de "Salaklığıma yanayım" diye güldüm. Sonra kadın sobanın üstündeki sıcak suyla çay demledi. Çay demleninceye kadar, sobanın yanında dikelmeye devam ettim. Çaylarımızı televizyon izleyerek ve fazla konuşmadan içtik.
Artık yatma vakti gelince, kadın diğer odadan bir yer yatağı getirdi. Çarşafı ve yorganı serdikten sonra yatacağım yeri hazırladı. Kendisi için de çek-yat'ı hazırladı. Ben yorgunluktan ölüyor durumda olduğum için, yorganın içine girdikten sonra, yorganın içi daha ısınmadan uykuya daldım.
Sabah dinç ve iyice dinlenmiş olarak uyandım. Uyandığımda soba yakılmıştı. Kadın erkenden kalkmış, sobayı yakmıştı. Yorganı kaldırdığımda, sabah ereksiyonu oradaydı. Üstelik sikim iç donumdan da sıyrılmış ve o şekliyle çizgili pijamadan daha çok belli oluyordu. Kadını da kontrol ederek çaktırmadan sikimi iç donun içine koymaya çalışsam da, kadının dikkatinden kaçmadı. Ben elimle sikimi düzeltirken, gülümsedi. Ben de utangaç bir gülümseme ile baktım ona. Sonra nispeten sade bir kahvaltı hazırladı, beraber yer sofrasında kahvaltımızı yaptık. Aç olduğumdan mı, yoksa gerçek organik zeytin, peynir olduğundan mı bilmiyorum, şimdiye kadar yediğim en lezzetli kahvaltıydı. Kahvaltıyı kaldırmaya yardım etmeyi önersem de kabul etmedi, kendi hemen bir çırpıda götürdü ve temizledi geldi.
Kahvaltıdan sonra, yolların iki güne ancak açılabileceğini; onların köyünün genelde pek ihmal edildiğini anlattı. Zaten pencereden gördüğümüz kadarıyla kar neredeyse pencere seviyesindeydi. Kapının önünü açmak gerekecekti, yeni kömürü kömürlükten almak için. Bari o işi ben yapayım deyip, kuruyan giysilerimi giyip, bir kürekle neredeyse belimi geçen boydaki karladı temizledim, kapının önünden evin sağ girişindeki kömürlüğe kadar. Sonra da iki kova kömür, birkaç kucak odun taşıdım içeriye.
İçeri girdiğimde kadın, televizyonda gündüz programlarından kimin kiminle kaçtığını anlatan olayları izliyordu. Hemen televizyonda anlatılan konuyu anladıktan sonra, "Aman ne olacak, insanın doğasında olan bir şey. Kadın da erkek de elbet beraber olacak. Yeter ki, iki tarafın gönlü olsun. İki tarafın gönlü olduktan sonra, neden burada konuşuyorlar ki" dedim. Kadın da, "İyi ama adam kızdan neredeyse on yaş büyük" dedi. "Amma büyüttün, şimdi seninle benim aramda da on yaş vardır. Ama sen, benim yaşımdakilerden çok daha güzelsin. Onu ne yapacağız" dedim. Hoşuna gitti. Utanarak, "Sen de hoşşun" dedi. "İki kişi anlaştıktan sonra, hele kimsenin haberi yoksa. Kime ne" dedim. O anda sanki kadının kafasında bir şimşek çaktı. Ben çek-yatın kenarında otururken üstüme doğru geldi. Ben tabii bu hareketin sinyalini aldım. Ben de ona doğru eğilip sarılmaya başladım. Boynundan başlayarak öpmeye başladım. O da bacaklarımın üstüne oturmuştu. Ellerim vücudunda geziniyor, ama henüz onu soymaya başlamamıştım. O sırada o, önümde diz çöküp pantolonumu çıkarttı. Kendi çiçekli basmalı altlığını çıkardı ve dizlerimin üstüne tekrar oturdu. Sikim kalkmıştı tabii ki. Kadın sürtünmeye başladı üstümde. Ben de boynunu öperek ellerimle vücudunu okşuyordum. Sonra kadın, sikimi eline alarak amının üstüne doğru getirdi ve yavaşca oturdu. Yumuşacık sıcak amına girişini hissettim sikimin. Kadın gözlerime bakarak ve yüzü kıpkırmızı yukarı aşağı gidip gelmeye başladı. Artık o esnada ellerimi bıraktım, kadına bıraktım her şeyi. Kadın kendince beni içine alıp gidip geliyordu. Islaklığı taşaklarıma kadar taşmıştı. Artık dayanamayacak noktaya gelinceye kadar kendimi tutsam da, sonun da boşaldım. Ben boşaldıktan kısa bir süre sonra o tekrar boşaldı. Ayağa kalktığında görebildim kıllı amını. Bu soğuk havada herhalde amını düzenli tıraşlayacak değildi. Çok acele etmeden giyindi. Onunla birlikte ben de giyindim. Sikişmemiz ile ilgili tek kelime konuşmadık ama yüzlerimizden ikimizin de memnun olduğu belli oluyordu. Odadaki hava bunu hissettiriyordu.
Ben gün içinde dışarıya bakıp, çıkıp çıkamayacağımı kontrol ediyordum. Ama dediği gibi iki gün daha burada görünüyordum. Köyden başkalarının beni görmemesi için de çaba sarfediyordum. Sonuçta 'Dul bir kadın, evine yabancı birini almış' derlerdi.
Öğlene doğru yaptığımız sikişmemiz, aramızdaki havayı çok değiştirmişti. Öğleden sonra yine yakınlaştık ama sikişmeye kadar gitmedi. Onu zorlamak istemiyordum. Sanırım yine ne de olsa bir gerginlik vardı onda.
Akşam yemeğinden sonra, kuzine sobada bir kek yaptı, sade idi ama yediğimiz portakal kabuklarını da kullanmıştı. Sobada olduğu için mi, yoksa kadın bu işi iyi mi beceriyordu bilmiyorum, çayla çok iyi geldi. O akşam çayla televizyon izlememize rağmen, ikimizin de gözü birbirimizdeydi. Cinsel gerilim ya da çekim hissediliyordu. Ben onun ufak bir hareket göstermesini bekliyordum. Bunu hissettiğim anda, yine yumuldum ona. Bu sefer çek-yat üzerinde onu soydum. Kendim de soyundum. Artık memelerini, göbeğini, boynunu, her yerini öpüyordum. Gayet güzel bir vücudu vardı, çıplak görünce. Sonra yavaştan kıllı amına doğru indim. Bacaklarını iyice ayırarak dakikalarca yaladım amını, arkadan gelen televizyon sesi eşliğinde. Sonra üstüne çıkıp içine girmeye niyetlendiğimde beni durdurdu ve sikimi emmek istedi. Ben de çek-yatın kenarında ona doğru eğilerek sikimi emmesini sağladım. Pornolardaki gibi sert ve derin emmiyordu, zaten hangi şey pornolardakine benziyordu ki. O sikimi emmekten yorulunca, bacaklarının arasına geçtim ve sikimi yavaşça ıslak amına soktum. Bir bacağını omzuma atarak çek-yatta yan bir şekilde onu sikmeye başladım. Gözlerimiz birbirimize bakıyordu ve onun bu arzulu bakışları beni çıldırtıyordu. Gidip gelirken kanırtıyordum ki, sikimi iyice hissetsin. Nitekim bu hareketim, onu da çıldırtıyordu. Dışarıdan duyan olur diye, sessiz sikişiyorduk. Eminim, o da benim gibi çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Gidip gelirken taşaklarımın çarpma sesi ise dışarıdan duyulacak gibi değildi. Bu sefer biraz uzun gidip geldikten sonra boşaldım içine. Kadın sorun etmiyordu içine boşalmama. Ben boşaldıktan sonra kadın doğruldu, giyinmeden bir süre birbirimize terli terli gülümseyerek baktık. Sonra benim pijamamı getirdi ve yer yatağımı hazırladı.
Bu sefer o da bana hazırladığı yer yatağına girdi. Birbirimize sarılarak uyuduk. Soba söndükten sonra da, yorganın altında birbirimizi ısıtarak uyuduk. Sabaha karşı sikim kalkmış uyanınca ona arkadan sarılarak sürtündüm. O da kalçasını bana doğru çıkartarak sürtündü. Sikimi çıkarttım ve onun da kalçasından donunu sıyırarak arkadan girdim. Birbirimize yakın durarak kısa mesafede gidip gelerek içine boşaldım. Ben çekildikten sonra donunu yukarı çekti ve kalktı. Sanırım erken kalkmaya alışkındı, sobayı yaktı. Ben yatakta bir süre daha tembellik yapmaya devam ettim. Soba odayı ısıtmaya başladıktan sonra, ben de kalktım.
Ondan sonraki iki gün de, gün içinde ikişer kez sikiştik, kimi zaman sadece birbirimizi tahrik ettik. Sanki kar esareti değil, kar cennetine düşmüştüm. İkimiz de, sanki dünyada sadece biz varız diye düşünüyorduk. Sadece o anın mutluluğunu yaşayarak, birbirimizden utanmadan sikiştik.
Üçüncü gün, sabah kahvaltıdan sonra arabamı kontrol edip gelmek üzere, ilk defa evden çıktım. Kadına da, eğer yol açıldıysa kimsenin görmemesi için tekrar gelmeyeceğimi, ama havalar ısındıktan sonra mutlaka geleceğimi söyledim. Elimdeki cep telefon numarasını zaten vermiştim.
Arabanın yanına vardığımda, kar araçlarının yolu açmaya çalıştıklarını ve benim arabamın onları engellediğini gördüm. Bana sitem ettiler, 'arabayı nasıl bırakmışım burada' diye. Ben ise nereden geldiğimi söylemedim tabii. Onlar yolu açtıktan sonra, geldiğim yoldan geriye tekrar ana yola çıktım.
Tekrar İstanbul'a döndükten sonra, bir süre kadınla telefonda konuştuk ve hatta mesajlaştık. Ama patron beni iki ay sonra işten çıkardı ve telefon şirket hattı olduğu için kadınla bağımız koptu. Ben yine de ona söz verdiğim gibi havalar ısınınca yazın, ilk fırsatta o köye gittim. Yolları tahmin ederek gitmeye çalışıyordum, çünkü akşam karanlığında kar altında gittiğim yolu o kadar zaman sonra bulmam zordu. En sonunda buldum köy yolunu. Köy sapağına geldiğimde bir traktör karşıdan geliyordu. Ellili yaşlarında bir adam traktörü kullanıyordu ve yanında da ayakta bir kadın vardı. Yaklaşınca traktör, kadının benim o kadın olduğunu anladım. Traktör sapaktan dönünce ben de arabadan indim. Kadın beni görmüştü. Eliyle yavaşça kimse görmeden uzaklaşan traktörden bana geriye doğru, 'Hoşçakal' der gibi mahzun el salladı. Ben de bakakaldım. Evlenmişti belli ki.
Yine de, ona ihtiyacı olacağını düşündüğüm iki koli erzak ve bir koli elbise ve eşyayı evlerinin kapısının önüne not yazmadan bıraktım.
Kar esarettir, ama iyi bir insanla esaret ise cennettir.