Yasemin: Gerçekten sen olamazsın!
Sencer şaşırmış bir şekilde ona bakıyordum*
Yanıma geldi* Yasemin:Sencer beni nasıl hatırlamazsın! Neredeyse her günümüz beraber geçerdi! Gözleri ağlamaklıydı* dudaklarını büzmüş titretiyordu gözleri boncuk boncuk parlamaya başlamıştı.
9 yıl önce* - - - - - - Devlet yetimhanesi Ali:Sencer bak saçmalama! O karı yine gelip sırtını paramparça yapacak. Sencer: LAN OYUN ODASINDAN GEÇ GELDİ DİYE, KÜÇÜKLERİN YEMEĞİNİ KESMİŞ! 9 YAŞINDA ÇOCUK LAN ONLAR! Ali:Oğlum bizim de yemeğimizi keser dururlardı hatırlamıyor musun? Onlar da alışırlar Sencer:Alışmasınlar! ALIŞMAYACAKLAR DA! Bir şey yapmayacaksın, korkmana gerek yok!
Ali:Lan KORKSAM BURAYA KADAR SENLE Mİ GELİRİM! O şerefsizin senin sırtını kokoreçe çevirmesinden sıkıldım. Paylaştırıp sana bana da vurmuyor, anca sana çalışıyor sürtük karı!
Sencer:Aa öyle demiyoruz ama! Bana imaj katıyor. dedikten sonra kıkırdadım. Hadi birleştir avucunu!
Ali: Garip bir mizahın var Sencer! Ali ellerini birleştirmişti ellerine basıp ordan yemek hanenin üst penceresinden girdim. Ben ekmek aşırırken, Ali de gözetmenlik yapıyordu. İçeri girdim, soğuk hava deposundan ekmekleri çöp poşetine doldurdum. Tekrar tırmanıp önce ekmekleri Ali’ye attım, sonra peşinden ben indim. Şimdi küçükler bölümüne girmeliydik.
Yetimhane üç bölümden oluşuyordu, Küçükler, ortaöğretim ve lise. Biz lisedeydik her bir bölüğün birer müdürü vardı. ve bu müdürlerde Sürtüğün tekine bağlıydı. Bu sürtük resmen işkenceciydi, bize işkence eden kadının adı, anlamıyla kişiliği tamamen zıt olsa da “Cennet” di. Onu hiç kimse sevmezdi egoist, sinir hastası saldırgan bir kadındı. Evliliği çok sürmemiş kocası ondan boşandıktan sonra uzaklaştırma emri almıştı çünkü kocası evden gitmesin diye yatağa bağlayıp 3 gün aç, sadece ölmeyecek kadar su vererek hapsetmişti. Boşanmasının suçunu bütün erkeklere atardı, tam bir manyaktı erkeklerden de bu olaydan ötürü ölesiye nefret ederdi. Olabilecek her cezayı erkeklere verirdi, yanlış anlaşılmasın kızlara da terör estirirdi ama erkeklere ayrı bir garezi vardı. Normalde ofisinden bile çıkmaması gerekirken, ofisini lise erkekler grubuna almış, gün içerisindeki sinirini ya “Uslandırıcı” adı verdiği bakır gürzüyle ya da nar çubuğu ile daha erkekliğinden haberi olmayan erkekleri falakaya yatırarak alırdı. Bunları yaparken tek yapmaz, ceza vereceği zaman kırbaç vurulmadan önce en yakın arkadaşlarına tuttururdu. Herkesi tanıdığı için kişilerin en yakın arkadaşlarını da bilirdi. Böylece herkes o kadın ortalıktayken birbiriyle muhattap olmamaya çalışıyordu. Kimse kimsenin işkencesine sebep olmak istemiyordu. Şikayet dilekçesi yazmayı deneyenler olmuş ama Cennet karısı bu kağıtları ele geçirdikten sonra, çocukları soğuk suda yıkayıp ayakları üzerine basamayıncaya kadar falakaya yatırmıştı. Kimse buna cesaret edemiyor ceza yöntemlerinden dolayı çocuklar bir araya gelmeye örgütlenmeye korkuyorlardı. Ekmekleri alıp küçükler grubun bahçesine girebilmek için gece yarısında, yarım saat sürünmüş, çalılardan dolayı kıyafetlerimiz yırtılmış, yer yer de derimiz çizilmişti ama duramazdık devam ettik. Küçüklerin bölgesine girdikten sonra gizlice birilerini uyandırdım. Onlar da diğerlerini, örgütlemiş sessizce oyun odasına toplanmışlardı. Çocukların hiçbiri zaten açlıktan uyuyamamıştı. Hepsi uslu uslu sıraya girdi, herkes ekmeklerini almış köşede yiyordu biri hariç.. Yanına gittim Sencer:Sen neden yemiyorsun? Küçük kız:Ben yiyemem! Sencer:Neden? Alerjin mi var? Küçük kız kızıl saçları kıvırarak*: Ekmek yedikçe saçlarım daha kırmızı olurmuş, saçlarım paslanıyormuş ondan turuncuymuş! Arkada bir kaç çocuk kıkır kıkır bize bakarak gülüyordu* Sencer:İsmin ne senin? Küçük kız:Yasemin benim adım.. Sencer:Bırak paslansın nolcak senin de ismin de Pasemin olur! Gözleri ağlamaklıydı* dudaklarını bükmüş titretiyordu gözleri boncuk boncuk parlamaya başlamıştı. Günümüze tekrar geldim Sencer:Pasemin? OHA! Yasemin:GERÇEKTEN BENİ BÖYLE Mİ HATIRLIYORSUN? ONCA ŞEYİN ARASINDA HEMDE! HEM HEM SENİN YÜZÜNDEN HERKES BANA PASEMİN DİYORDU! Sencer:Hayır demiyordu çünkü sadece ben sana öyle sesleniyordum. Üstüne üstlük sana o lakabı koyduktan sonra herkes kendisine lakap takayım diye sıraya girmişti ve sen de o kadar huysuzlaşmıştın ki, herkes senden korktuğundan lakap bile isteyememişti. Yasemin:Yani evet SADECE BENİM OLMALIYDI! ama kabul etmek gerekirse DÜNYANIN EN SAÇMA LAKABIYDI!! Sencer:Eh şimdi düşününce çok düşünmemiştim ama 13-14 yaşında olduğumu varsayarsak dünyanın en komik şakasıymış. Yasemin:Yaa ne demezsin! Sencer:Onu bunu bırak kocaman kız olmuşsun o zamanlar boyun 70 cm falandı nerdeyse ikiye katlamışsın saçlarını boyamışsın tarzını değiştirmişsin. Yasemin:BEN YETERİNCE UZUNUM TAMAM MI! Sencer:Bunu yüzüme söylemek için yukarı bakıyorsun farkındasın değil mi? Yasemin:Hayır sen uzunsun! Sencer:Boyum 1.70 Yasemin… Yasemin:BENCE GAYET UZUNSUN! Sencer:Sence zaten herkes uzun küçük hanım! Yasemin: SANA ÖYLE DEME EN KONUSUNDA NE SÖYLEMİŞTİM! Sencer:Peki peki neyse ANLATSANA KIZIM NERDEYDİN? NAPTIN! Sultan geldikten sonra ortalıktan kayboldun resmen hiç yanıma gelmez oldun. Yasemin:İŞİN GÜCÜN ZEYNEP’Tİ ÇÜNKÜ ZEYNEP’TEN ZAMAN BULUNCA DA ATÖLYEYE GİDİYORDUN ve bizi almıyorlardı oraya biliyorsun… Sencer:İyi de çalışmam gereken sınavlar vardı ve biliyorsun Zeynep o zamanlar.. Yasemin:BİLİYORUM! ama yine de benimle de vakit geçirmeni isterdim.. MEDİKAL İLE ANLAŞMA YAPINCA NİYE ZİYARETİMİZE GELMEDİN? Bütün sene geri dönmeni bekledim… Sencer:Ben ne diyeceğimi bilemiyorum… Kafamı intikamla o kadar bozmuştum ki.. Yasemin:Sen gelmeyince ben de kaçtım! Sencer:Kaçtın mı? Nereye ? Yasemin:Sokaklara! bunu söylerken bir adım ileri atmış ve minik bir çığlık atmıştı yerdeki cam kırıklarından biri ayağına girmişti* Hemen Yasemini kucağıma alıp cam kırıklarının etrafından dolaşıp koltuğa oturttum* Yasemin:Bir şey yok Sencer geçer şimdi!
Cam deriyi delip geçmişti güçlüyü oynuyordu* Sencer:Tamam bir şey yok! Camı çıkarıp pansuman yapacağım sadece*
Yasemin acısını gizlemeye çalışıyordu * İlk yardım çantasını kahve masasına koydum, önce alkolle çevresini temizledim, sonra cımbızla usulca tek seferde çıkarmıştım. Yarayı hafifçe aralayıp içine baktım temiz duruyordu. Sencer:Biraz acıyabilir* Alkolü önce pamuğa döktüm, sonra yaraya pansuman yapmaya başladım. Yasemin beni izliyordu pansumanı bitirdikten sonra sargıyı sarıyordum.
Yasemin: Beni neden ziyarete gelmedin Sencer? Yere bakıyordum, utanmış hissediyordum. Gerçekten intikamıma o kadar yoğunlaşmıştım ki her şey aklımdan çıkmıştı… Sencer: Ben özür dilerim ama son dönemlerde lakabın sağ olsun oldukça popülerdin zaten ve Cennet karısından beni sen korudun. Herkes cesaretinden dolayı hayrandı sana. 9 yıl önce — Devlet yetimhanesi Ekmek hırsızlığı sonrası Çocuklara ekmeklerini dağıtmış, yemeklerini yedikten sonra yataklarına götürecektim. Plan buydu en azından. Yasemin, “DİKKAT ET!” dedikten sonra bir tahta blok fırlatmıştı. Kafasına çarpan tahta blokla anlık olarak sersemlemiş, bana kaçacak süre bırakmıştı. Cennet, “SENİ KÜÇÜK ŞILLIK!” diye Yasemin’in suratına sert bir tokat atmıştı. Yasemin’in dudağından kan sızıyordu ve yerde hareketsizce yatıyordu. Kan beynime sıçramıştı. Elime geçen ilk şey olan dolma kalemi Cennet’in diz kapağının arkasına saplamıştım. Cennet çığlık atmıştı. Bütün çocuklar yatakhaneye kaçışmıştı. Sencer: ALİ, YASEMİN’İ AL, KAÇ! POLİSİ ARAYIN AMINA KOYİM, BU KARI DELİ! Ali, Yasemin’i kucağına alıp kaçarken ben de bir taburenin ayağını söküp Cennet’e doğru saldırmıştım. Ama sopayı havada kapmıştı. Ben çocuktum, Cennet ise normalden daha iri yarı bir kadındı. Sapı elimden kapıp karnıma vurmuştu. Nefesim kesilip yere yığıldığımda arkadan ellerimi bir şeyle bağlamıştı. Sırtımda çok keskin bir acı hissettim. O kadar acıtmıştı ki bağıramamıştım bile, nefesim kesilmişti. Her zaman böyle olurdu; beni arkadaşlarıma tutturur, sonra sırtıma bir hırsını alamadıysa ikinciyi vurur, beni bırakırdı. İlkine dayanmıştım, şimdi ikincisi gelecekti. Nefesimi tuttum, kendimi sıktım. İkinci darbe geldiğinde nefesim boşaldı ve derin bir çığlık attım. Acı bitmiş olmalıydı ama durmadı. ÜÇ, DÖRT, BEŞ, ALTI... Sekizden sonrasını sayamamış, bayılmıştım acıdan. Sonrasında polis gelmiş, benim için ambulans çağrılmıştı. Sırtıma tam 74 dikiş atılmıştı. O günden sonra alışkanlık oldu; hâlâ sırt üstü yatarken canım acıyacak gibi hissederdim. Duyduğuma göre Cennet o olaydan sonra tutuklanmıştı. Ayağına sapladığım kalem önemli sinirlerden birini parçalamış, Cennet’i kalıcı olarak sakat bırakmıştı. Ama nefsi müdafaa ve yaşım doğrultusunda olduğu için hiçbir şekilde kayda geçmedi… Günümüz Yasemin: Hayır Sencer, o olayın tek kahramanı sendin. Senin sayende kurtulduk. Ama evet, o olaydan sonra artık kimse saçımdan dolayı benle dalga geçmedi ve bir sürü arkadaşım vardı. Ama sen… Sen farklıydın Sencer, sen benim çocukluk aşkımdın… Sencer: Yasemin, ben— Yasemin’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sokaklara her düştüğümde seni aradım! Ben her yakalandığımda beni geri yurda verdiler ve ben yine kaçtım. Sana denk gelmeyi arzuladım, seni görmeyi arzuladım. Her zorluk çektiğimde yine çıkıp geleceğini umdum. Benim beyaz atlı prensim sendin Sencer! Çocukken ne zaman senle oynamak istesem “Para kazanmam lazım! Borcumu ödemem lazım!” deyip durduğun aklıma geliyordu. Sokaklarda sana para bulmak için hırsızlığı öğrendim… Ama başaramadım, ıslah evine düştüm. Orada 4 ay kaldım. Sonra tekrar yurda gönderildiğimde senin başarılarını duydum. Gelip bizle kutlayacağın günü bekledim, gelmedin… 16 yaşındaydım o zaman… 18 yaşıma girmemi bekliyor belki de dedim. Beni alacak… Bu hayattan kurtarıp beni eşin olarak alacaktın, hep buna inandım… Ama gelmedin… Sonra tamamen umudumu kestim, seni unutmayı kabullenmeyi seçtim. ŞİMDİ KARŞIMA ÇIKIYORSUN, HEM DE 18 OLUR OLMAZ! Hayat çok komik değil mi Sencer? Hüngür hüngür ağlıyordu. Sımsıkı sarıldım, omzuma sıcak gözyaşları akıyordu. Leş gibi hissediyorum…
Sencer: Özür dilerim Yasemin… Özür dilerim… Bencildim, düşünemedim. Yasemin: Sencer, evlenmedin değil mi? Demişti ağlamaklı bir sesle. Sencer: Hayır Yasemin. Yasemin biraz yüzü gülmüştü. Sonra omzuma başını koymuştu. Bir süre o pozisyonda kaldık. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bana sarılmayı bırakmadı. Omzum uyuşmaya başlayınca bunun Yasemin için de rahatsız edici olduğunu düşünerek başımı kaldırdım. Uyuya kalmıştı. Kim bilir, dinlenmeden ne kadar süredir hareket halindeydi. Onu kucağıma alıp yukarı kata taşıyıp yatağa yatırdım. Usulca eğilip alnını öptüm. Gece ışığını açık bıraktım çünkü Yasemin karanlıktan hep nefret etmişti. Kapıyı sessizce kapatıp aşağı indim. Biraz önce ne yaşanmıştı? Ciddi ciddi Yasemin miydi? Benim küçük Pasemin’im… Büyük eşeklik yapmış, kendimi affettirmem gerekti. Ama ondan önce yapılması gereken daha önemli bir şey vardı. Hemen mutfağa geçtim. Önce cam kırıklarını temizledim. Sonrasında ellerimi iyice yıkayıp mutfak önlüğümü taktım. İşimi bitirdiğimde saatime baktım; 2.5 saat geçmişti ama kesinlikle buna değecekti. Sonrasında atölyeye geçtim. Yasemin’e güzel bir çocukluk verememiştim, belki buna imkânım yoktu ama ona güzel bir gelecek vermek hâlâ elimdeydi. Sabah erkenden uyandım. Usulca Yasemin’in kapısını açtım. Hâlâ uyuyordu. Aşağı inip pastırma yumurta, yanına çay ve ekmek kızarttım ve yukarı çıktım. Kapıyı açtığımda ela güzel gözleriyle beni izliyordu. Yasemin: Demek rüya değildi ha… Gerçekten buldum seni. Sencer: Bence hâlâ rüyadayız. Gerçek gibi gelmiyor çünkü çok değişmişsin be Pasemin. Yasemin: BENİM İSMİM VAR! Hem artık saçlarım turuncu değil. Sencer: Eh, bence seni bayağı tatlı yapıyordu. Gerçi mor da çok yakışmış. Yasemin: Ehehe, beğeneceğini biliyordum. Sencer: Saçını da mı bana göre yaptın? Yasemin: Öyleyse ne olmuş? En sevdiğin rengin hep mor olduğunu söylerdin. Sencer: Gerçekten otobüs durağında beni görünce hemen tanıdığına inanamıyorum. Yasemin: Tanımadım ki… Çok değişmişsin, sakalın şıkmış, saçların uzamış. Sencer: Yani… Beni tanımadığın halde mi beni takip ettin? Yasemin dudaklarını bükmüş, alt dudağı önce çıkmış, yine yavru köpek bakışı atıyordu. Sencer: LA, YABANCI BİRİNİ NİYE TAKİP EDİP EVİNE KADAR GELİYORSUN YA? BAŞINA BİR ŞEY GELSEYDİ? Yasemin: AMA GELMEDİ! BU KADAR ENDİŞELENMENE GEREK YOK! BEN YETİŞKİN BİR KADINIM! Sencer: EVET, SADECE 4 GÜNLÜĞÜNE. Yasemin: BAZI İNSANLAR HIZLI GELİŞİR! Sencer: Belli ki sen pek bazılardan değilsin, Pasi! Yasemin: PASİ NE YA? KÖPEK İSMİ GİBİ! HEM BOYUM GENETİK, ELİMDEN GELEN BİR ŞEY YOK! Sencer: Boyunu kastetmedim. (Anlına ufak bir fiske atmıştım.) Burayı kastettim. Yasemin: Awww, çok acıdııı! Sencer: Kıyamam, canın çok mu yandı? O anda dışarıdan inanılmaz bir gürültü gelmeye başlamıştı TAK! TAK! TAK! TAK! TAK! Yasemin bana sımsıkı sarılmıştı. Yasemin: ATEŞ EDİYORLAR SENCER! Sencer: Sakin ol tatlım, sakin ol. Bir şey yok. Bahçeme duvar inşa ettiriyorum, onun için temel kazmaya başlamış olmalılar. Çevredeki tarlaların aksine buranın zemini sert kayalık. Yasemin: Bir şey yok, değil mi? Sencer: Hayır yok, hadi kahvaltını yap güzelce. Komodinin üstünden hazırladığım tepsiyi Yasemin’in kucağına koymuştum. Yasemin: Ama ben sana hizmet edecektim. Sencer: Misafir üç gün misafirdir. Sonrasında başlarsın iş güç tutmaya. Hem ayağın da iyileşmiş olur o zamana. Yasemin: Ama böyle yatağıma kahvaltı getirirsen şımarırım. Eğilip Yasemin’in alnını öptüm. Sencer: Şımartılmayı hak ediyorsun, Paseminim benim. Yasemin kızarmıştı. Yasemin: Gerçekten bana daha uygun bir lakap bulman lazım… Ya da direkt ismimle seslensen? Sencer: İsmin çok uzun. Yasemin gözlerini kısmış, bana kötü kötü bakıyordu. Sencer: Yasmin desem? Yasemin: Eh, idare eder sanırım. En azından adımla alakalı aptalca bir lakap değil. Sencer: Ben hâlâ çok komik olduğunu savunuyorum. :) Yasemin: Tabii tabii, ne demezsin... Sencer: Silah sesinden korkar mısın? Yasemin: Nedensizce bana korkunç geliyor. Sencer: Sana silah kullanmayı öğretmemi ister misin? Belki alışırsan korkmazsın artık. Yasemin: Sen silah kullanmayı biliyor musun? Sencer: Eh… Babam biraz paranoyaktı. Hep savaş çıkacağından, yıkım olacağından bahseder dururdu. Sırf bu yüzden daha adam akıllı konuşamazken, ellerimi kullanabildiğim günden itibaren bana sık sık bir şeyler yaptırırdı. İlk ateşimi yaktığımda 5 yaşında falandım sanırım. İlk arbalet kullandığımda 6 yaşındaydım. Bana kendi eliyle yaptığı minik bir arbalet verdi. Hangi aklı başında adam küçük çocuğuna arbalet verir ki? Arka tarafta bir ağaç var; yaşlı bir porsuk ağacı. Onun gövdesi, benim oklarımdan dolayı delik deşik. 8 yaşıma gelince de yıllarca düzenli olarak beni poligona götürürdü. 11 yaşımda vefat edene kadar da bu böyle devam etti. Yasemin: Peki marangozluk? Demircilik? Vesaire? Sencer: Babam geleneksel eğitime inanmazdı. Beni kendi yetiştirdi. 6 yaşımdan itibaren düzenim şuydu: Sabahleyin gün doğumuyla kaldırırdı beni. Önce doğa yürüyüşüne giderdik. Bir saat boyunca yürürken çevredeki bitkileri, böcekleri gösterirdi. Doğayı nasıl sevmem gerektiğini, nasıl koruyabileceğimi anlatırdı. Bir süre sonra sadece yaprak göstererek ağacı ve ne işe yaradığını bilme oyununa başlamıştı. Ödül olarak da bir saat dinlenme verirdi. Hata yaparsam dinlenme saati yoktu. Yürüyüşten sonra annemin hazırladığı kahvaltıda yemeğimizi yer, babamla atölyeye girerdik. Müşteriler bir şey istemediyse babam bana basit teknikler öğretirdi: bükme, zımparalama, kesme, ölçü alma… Öğle yemeğinden sonra bana arbaletimi verir, bahçeye gönderirdi. Öğle saatleri iki civarı tekrar atölyeye dönerdik. İş varsa işleri yapardık, yoksa demir kısmına geçerdik. Bana basit işleri verirdi. Elimi yakmamdan, kesmemden hiç çekinmezdi. İlk yardımı uyguladıktan sonra şımarmaya izin vermeden işe geri dönerdik. Ama bunları öyle bir sevgiyle yapardı ki… Disiplinle sertliğin farkını bilirdim. Demircilikten ve marangozluktan elleri taş gibiydi ama kalbi sımsıcak, yumuşak, nazik bir insandı. Sevgisini ne benden ne annemden gizlemez, sonuna kadar hissettirirdi. Çok güçlü bir adamdı. Ellerimi tuttuğunda gücü sonuna kadar hissederdim. Nasıl desem… Bir kurt köpeği dişleriyle elinizi tuttuğunda koparıp atabileceğini bilirsiniz ama yine de nazikçe dişlerini kontrol etmeyi bilir ya… Aynen öyleydi. Akşam olduğunda yemeğimizi yer, sonrasında anneme bulaşıkta yardım ettikten sonra üçümüz birlikte kitap okurduk. Ailem bu konuda çok katıydı. Kitap okumazsa insan çürürdü, babama göre. Gün batımından sonra çayımızı içer, meyvemizi yer, sonra da uyurduk. Gün geçtikçe doğa yürüyüşleri ve bitkilerin yerini meyve kurutma, turşulama, baharat-sos yapımı, besin saklama almıştı. Demircilik ve marangozluk eğitimleri karmaşıklaştı. Hatta bazen müşteri taleplerini ben imal eder olmuştum. Kitaplar çocuk kitaplarından dünya klasiklerine döndü. Artık fizik, biyoloji, kimya, matematik, edebiyat, dil gibi eğitimlere girmiştik. Akranlarımdan hemen hemen 3-4 yıl öndeydim eğitim olarak. Onu kaybedene kadar sadece geliştim. Düzenimiz hep bu yönde ilerledi… Evi geri aldıktan sonra onu anmak adına disiplinine devam ettim. Şu an tek bir harf, tek bir şey biliyorsam her şeyi babama borçluyum. Yasemin: Vay be… Gerçekten esaslı adammış. Elimi tutmuş, parmaklarını nasırlı avucumda dolandırmıştı. Yasemin: Gerçekten babanın istediği gibi bir adam olmuşsun. Güçlü, kuvvetli, yetenekli ve nazik. Onun gibi olmuşsun. Sencer: Yok be… Ben babamın zerresi bile olamam. O adam öncelikle kendisini kontrol etmeyi bilirdi. Her zaman engin, çarşaf gibi bir denizdi. Ama ben onun aksine en ufak sıkıntıda patlayan bir volkan gibiyim. “Kendini kontrol edemeyen bir insan, kuduz köpekten farksızdır,” derdi babam… Yasemin: Yaşadığın şeyler kolay değildi Sencer, bence gayet iyi idare ediyorsun. Yasemine baktım. Çok ciddi görünüyordu ama o kadar tatlıydı ki, ciddiye alamadım. Yanağını sıktım. Sencer: Esaslı sözleriniz var bakıyorum küçük hanım! Yasemin yine sinirlenip o tanıdık dudak bükmesini yapmıştı. Yasemin: Off Sencer! Ben yetişkin bir kadınım, bana öyle davran! Sencer: Tatlı bir tavşana benzerken çok kolay olmuyor ama. Yasemin’in morali bozulmuştu. Yanağından öptüm. Sencer: Kızma, kızma. Hadi, kahvaltını bitirdiysen kollarını bana dola, sana bir sürprizim var. Yasemin: Gerçekten mi? Ne, ne? Nedir? Sencer: Aşağı inince görürsün Yasmin. Sürprizi bozmanın ne manası var? Yasemin kollarını boynuma dolamıştı. Onu kucağıma aldım. Minik bir koalaya benziyordu. Gözlerimin içine bakıyordu ama utanmış olacak ki başını omzuma koydu. Yavaş yavaş merdivenlerden indikten sonra onu koltuğa oturttum. Sonra dolaptan onun için hazırladığım çikolata parçacıklı pastayı çıkardım, mumlarını yakıp yanına getirdim. Sencer: İyi ki doğdun Yasemin! Yasemin şok olmuştu. Ellerini ağzına kapattı. Yasemin: Sen… sen bunu ne ara yaptın! Sencer: Sen mışıl mışıl uyurken tabii ki. Yasemin’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sencer: Hadi üfle ama önce dilek dile. Yasemin: Ben… ben senin eş— Sencer: Hayır hayır, dilek söylenmez. İçinde tut. (Ne demek üzere olduğunu fark etmiştim ama anlamamış gibi yaptım.) Yasemin gözlerini kapattı. Birkaç damla yanaklarından süzüldü. Gülümsedi ve mumları üfledi. Sencer: Şimdi hediye zamanı. Yasemin: Hediye de mi aldın? Sencer: Daha çok yaptım desek daha doğru olur. Yasemin’e kutuyu uzattım. Usulca hediye paketinin kağıdını açtı. İçinde ufak bir ahşap kutu vardı. Kutuyu açtığında ise bir kolye… Kolyenin zinciri gümüştendi, ucunda ise ahşaptan oyulmuş bir Yasemin çiçeği vardı. Yasemin’in gözlerinden yaşlar akıyordu. Sencer: Amerikan sekoyasından yaptım. Kızıl renkli olma sebebi bu. Amerikan sekoyaları binlerce yıl yaşar; mamut ağaçları olarak da bilinir, ölümsüzlük ve sonsuzlukla bir tutulur. Umarım senle olan dostluğumuz da— (Yasemin hayal kırıklığıyla bana bakıyordu) —sevgimiz de (şimdi ise yüzünde çiçekler açıyordu) sonsuz olur, güzel kadınım. Yasemin artık tutamıyor, tamamen ağlıyordu. Sencer: Neden ağlıyorsun? Yasemin: Benim… benim daha önce doğum günümü kimse kutlamadı. Bu çok güzel, Sencer. Her şey çok güzel… Pasta en sevdiğim; çikolatalı. Bana çok güzel, ellerinle bir hediye yapmışsın. Ben bunu hak edecek ne yaptım? Seni hak edecek ne yaptım? Sencer: Sen çok daha fazlasına layıksın, güzelim. Yasemin, ayağını umursamayarak ayağa kalktı. Acıdan yüzü biraz buruşsa da, ardından gülümsemesi geri geldi. Yasemin: Gel buraya. Sana sımsıkı sarılmak istiyorum. Sencer: Bugün istediğin her şeyi isteyebilirsin prensesim. Ayağı daha fazla acımasın diye onu tekrar kucağıma aldım. Bacaklarıyla belime, kollarıyla boynuma sarılmıştı. Yasemin: İstediğim her şeyi isteyebilir miyim? Sencer: Her şeyi, prensesim. Elimden gelen herşeyi yaparım. Yasemin, beklemediğim bir anda dudaklarımı öptü. Başta şok olup tepki veremesem de, derin ve sıcak bir öpücükle karşılık verdim. Yasemin: Senin kadının olmak istiyorum Sencer. Kendimi sakladım her şeyden, herkesten… Senin olmayı arzuladım hep. Bana bunu verir misin? Şok olmuştum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. O benim küçük Yasemin’imdi… Ama şimdi kocaman bir kız, hatta bir kadın olmuştu. Gözlerimin içine bakıyordu. Sencer: Yasemin, ben…