← Ana Sayfaya Dön

BİR ORTA DÜNYA HİKAYESİ 8

📌 FANTASTİK

Muhafız kılıç vücudundan ayrılınca sırtüstü devrildi. Fakat hemen arkasından Çalı da olduğu yere yığılıverdi. İşte o an anladım, Çalı'nın da meğer yaralandığını. Çok derin olmasa da köprücük kemiğinin üstünden başlayan, memesinin üstüne kadar uzanan bir kılıç yarası vardı Çalı'nın. Üstünü sıyırıp, yarayı açık hale getirdim. Neyse ki, hızlı bir kan akışı yoktu. Yine de kanamayı durdurmak için, elbisemden bir parça koparıp, yaralı taraftaki omzundan kolunu sabitleyerek diğer taraftan kolunun altından geçirerek bir tur sardım. Böylelikle kılıç yarasının daha fazla açılmamasını da sağladım.

Çalı'yı bir kayaya yaslayarak oturttuktan sonra, muhafızı ortadan kaldırmanın yolunu aradım. Belliydi ki muhafız bu bölgede yalnız değildir. Kısa bir süre sonra diğerleri de gelecektir. Muhafızın öldürülmüş olduğunu görmeleri bile, buralarda birisi için sürek avına çıkmalarına yeterliydi. Hemen bir plan kurdum. Yamaçtan biraz aşağıda bir çalının arkasına tuvaletini yapmak için çömeldiğinde bir yaban hayvanının saldırısına uğramış süsü verecektim. Sürükleyerek muhafızı biraz aşağıdaki çalının oraya götürdüm. Alt zırhını çıkardım ve pantolonunu çözüp, diz hizasına kadar indirdim. Sikinin hemen yanından kılıç yarası görülüyordu ve bu haliyle siki çok çelimsiz ve hatta iğrenç görünüyordu. Tuvaletini yaparken saldırıya uğramış göstereceğim için, hemen önce oracığa tuvaletimi yaptım. Kaskını zaten daha önceden çıkarmıştı. Onu da yukarıdan alıp, yanına bir yere koydum. Yukarıdan görülecek yerde değildi. Eğer bir ya da iki gün burada bu şekilde kalabilirse, vahşi hayvanlar zaten onu tanınamaz hale getirirdi.

Yukarıya çıktım. Yerlerdeki kan izlerini, toprakla örtmeye çalıştım. Bu arada muhafızın atı da bir süre sonra yanıma çıkageldi. Onun da kıçına tokat atarak, buralardan uzaklaşmasını sağladım. En azından biraz vakit kazanırdım.

Çalı'nın yanına gittim. İlk şoku atlatmış gibiydi ve ayağa kalkıp yürüyebilecek gibi duruyordu. Serbest kolundan biraz tutarak kalkmasına yardım ettim. Kalkarken bana minnettar bir şekilde bakıyordu. Kalktıktan sonra, izleri iyice örtmek için biraz daha eşeledi ve düzeltti ortalığı. Yaklaşık iki yıldır kaçak hayatı yaşadığı için, iz örtmede uzmanlaşmıştı belli ki. Daha sonra, mağaramıza doğru yola çıktık.

Yolda da, Çalı arada bir geçtiğimiz yerlerde izlerimizi siliyordu. Bir saat kadar yürüdükten sonra, Çalı biraz güç kaybetmeye başladı. Yürüyüşümüz yavaşladı. Her ne kadar omzuma tutunarak yürüsek de, yarası onu zorlamaya başlamıştı. Bir süre sonra onu sırtıma almak zorunda kaldım. Tahmin ettiğimden zayıftı, ve ilk başta o kadar ağır gelmemişti. Yarım saat kadar sırtımda taşıyarak yürüdüğümde artık bana bir at kadar ağır gelmeye başlamıştı. Artık arada bir dinlenerek yürüyordum. Dinlendikçe de, mümkün olduğunca izlerimi silmeye veya şaşırtıcı izler bırakmaya çalışıyordum.

Normalde 2-3 saatlik yolu 4-5 saatte aldık ve sonunda mağaraya ulaştık. Tabii ki hava iyice kararmıştı. İkimiz de acıkmıştık. Çalı'yı yatırdım yere ve önce ateş yaktım mağarada. Sargıyı açıp, ateşin ışığıyla yarasına baktım. Kan akışı durmuş, yarası pıhtılaşmış gibi görünüyordu ama sargıda ve vücudunun sol tarafının aşağısı kan içindeydi. Hemen bir çorba kaynattım. Bir yandan da sıcak su hazırlayıp, yarasının etrafını ve vücudundaki kan izlerini temizlemeye çalıştım. Post giysisini yere yayıp, onun üstüne çırılçıplak yatırdım. Çorba piştikten sonra başını dizimin üstüne koyup, kaşıkla ağzına yavaşça vermeye başladım. Çorba ona iyi gelmişti. Biraz canlandı. Minnettar bakışı hala yüzündeydi. Ve hala bir düzgün kelime konuşamamıştık. Ben ona motive edici konuşmalar yapıyordum, 'Bırakma kendini, başarırsın, güçlüsün' diye. Sanki söylediklerimi anlıyordu. Tabii anadilim Sudronca olduğu için, kendi başıma iken Sudronca konuşuyordum. Çalı'yı biraz çorba ve biraz ekmekle besledikten sonra tekrar postun üstüne çıplak yatırdım ve bu sefer kendimi doyurdum.

Ateşin yanında keyfi iyi gibi görünüyordu. Terlemeye de başlamıştı. Yanına oturdum. Elimle okşayarak sevmeye başladım. Vücudu oldukça güzel görünüyordu. Omzunun altından bir el uzunluğundaki yarası dışında, oldukça çekici ve seksi bir vücudu vardı. Memeleri sırtüstü uzanıyor olmasına rağmen dikkat çekici, beli ince ve kalçası yuvarlak, am kılları hemen gözümün dikkatini çekiyor ve bacakları da muntazamdı. Ben onu izledikçe, o da bana bakıyordu. Bir süre sonra elim okşayarak bacak arasına kadar geldi. Elim bacak arasına girdiğinde, belki biraz içgüdüyle bacaklarını biraz araladı. Bacak arasında, parmağım am dudaklarının üzerinden gidip gelecek şekilde elimi gezdirmeye başladım. Nefes alıp vermesi hızlanmaya başlamıştı. Benim de. Artık elim tamamen amının üzerinde geziniyordu. Teriyle ıslaklığı birbirine karışmıştı. Ben de iyice tahrik olmuştum. Ben de soyundum, sikimin kalktığını görmüştü. Yarasına rağmen gülümsedi. Bacaklarının arasına diz çöktüm. Yavaşça bacaklarını kaldırıp ayırdım. Üzerine doğru eğilirken, bakışıyorduk. Bacakları yanda ve biraz kalkmışken, sikimi ona doğru eğilerek amına yavaşça soktum. Zaten ıslaktı ve kolayca girdi sikim amına. Yavaşça gidip geliyordum ama her gidiş gelişimde omzunun altındaki yarası hareket ettiği için acı veriyordu ona. O yüzden iyice yavaşladım, bir yarasına bir de yüzüne bakıyordum. O da karmaşık duygular içindeydi belli ki, bana gelmem için gözüyle işaret veriyor veya 'Tamam' gibi işaret ediyor ve sonra yarasından acıyınca yüzü ekşiyordu. Tabii bu şekilde sikişmemiz oldukça uzun sürdü. Olacaksa bari bir an önce bitireyim diye sonra hızlandım. Sikişme seslerimiz mağarada yankılanıyordu, şap şap. Çalı da inlemeye başlamıştı ve ben de sesli hırlamaya başladım. Ve sonunda içine boşaldım. Boşaldıktan sonra bir süre daha sikim yumuşayıncaya kadar içinde kaldım. Sanki ona ilacını vermiş gibiydim. O da rahatlamıştı, ben de. Sikimi yavaşça amından çıkarırken, sanki amını doldurmuşum gibi spermlerim dışarıya sızdı.

Gece arada bir uyanarak, hem ateşi tazeledim, hem de Çalı'nın durumunu kontrol ettim. Deliksiz uyuyor gibiydi, sanırım çok yorulmuştu. Sabah, ateş gücünü kaybetmesine rağmen Çalı'nın terlemesi artmıştı. Sanırım ateşlenmişti, evet elimle kontrol ettiğimde sıcaklığını farkettim. Bu kötüye işaretti. Yarası onu hastalandıracaktı. Birşeyler yapmam lazımdı. Sudron'da yaşlı kadınların, bir takım otlardan ve çiçeklerden merhem yaptıklarını sanki hatırladım. Hangi otlar olduğunu hatırlayamıyordum. Belki dışarıda biraz dolaşırsam hatırlardım. Ateşi kuvvetlendirip, Çalı'yı ateşin yanında bırakıp ot aramaya çıktım.

Neyse ki bahar yeni başlıyordu ve etraf yeşillenmeye başlamıştı. Hatırladığım kadarıyla değişik otlar topladım. Çok fazla çiçeklenen ağaç yoktu, olanlardan da çiçek topladım. Biraz içgüdüme güvenip, bazılarını attım ve mağaraya geri döndüm. Otları bir kasenin içinde biraz kaynatıp iyice ezdim. Önce bulamaç haline, sonra iyice kaynatarak merhem kıvamına getirdim. Kurumuş olan yarası, geceki maceramızdan dolayı biraz açılmış ve sonra tekrar kurumuştu. Yaptığım merhemi yaranın üzerine sürdüm. Merhemin sıcaklığından dolayı irkildi. Merhemi sürdükten sonra, biraz daha çorba içirdim ve ekmek verdim. Zaman zaman ateşlenerek ve günün çoğunu uyuyarak geçirdi. Ertesi gün biraz daha iyiydi. Tekrar merhem yaptım. İkinci gün biraz daha iyiydi, sanki merhem fayda ediyordu. Üçüncü gün, biraz ağrılarıyla da olsa kendi kendine doğruldu. Bu bir işaretti, iyileşiyordu. Ben mağarada fazla kalamayacağımız, eve götürmem gerektiğini düşündüm. Yavaşça giydirdim ve mağaradan gerekli malzemelerimizi alıp Nordon'daki köyüme doğru yola çıktık.

Çalı'yı eşeğin üstüne bindirdim ve ben eşeğin yularını tutarak yavaş yavaş Nordon'a yaklaştık. Yine hava karardıktan sonra köye girmeyi planladım. Erken gelince biraz uzakta bekleştik. Çalı halen yorgun ve bitkin görünüyordu.

Eve girdiğimde, Maren ve Arten hemen yanımdaki vahşi kadının kim olduğunu sordular. Çalı, Maren ve Arten'in bakışlarından rahatsız olmuştu. Hem kelimelerimle, hem de hareketlerimle önce Çalı'yı sakinleştirdim. Maren ve Arten'e de, anlatacağımı söyleyip hemen içeriye girdik. Çalı'yı hemen bir köşeye yatırdık. Sonra bir çırpıda anlattım Çalı'nın hikayesini ve muhafızın durumunu. Muhafız hikayesini dinleyince, Maren ve Arten Çalı'ya takdirle baktılar. Arten hemen bize yemek hazırlamaya girişti. Ben de bebekleri sevdim bir süre. Çalı benim çocuklarla ilgilenmemi görünce gülümsedi, belki imrendi.

Yemekten sonra, aslında beklenmediği halde Olben geldi. Nefes nefeseydi ve bir şeylerden endişeli gibi görünüyordu. Ostronlular'ın birilerinin kılıç yaptırdığını farkettiklerini ve aslında Sudronlulardan şüphelendiklerini, çünkü Ostronlu madenciyle konuşan köylünün Sudron aksanıyla Ostronca konuştuğunu, Ostron'daki madencilerde erzak fazlalığından ilk şüphelendiklerini filan anlattı. Ben acaba bizim muhafızı buldular mı diye içimden geçirirken, Olben onu da anlattı. Sudron yolu iyi tutulduğu için bu erzakların Sudron'dan direkt gidemeyeceğini, muhtemelen dağ yollarından gittiklerini düşünmüşler. Keşif taramasında bir muhafız kaybolmuş ve hatta tuvaletini yaparken aç bir kurdun saldırısına uğramış diye anlattı. Tam bu noktada ben kahkaha atmaya başladım. Maren ve Arten de gülümsediler. Olben şaşırmıştı, neye bu kadar güldüğüme. "Tuvaletini yaparken ölmesine mi, gülüyorsun?" diye sordu. "Hayır" dedim. "Onu şuracıkta yatan Çalı hallediverdi. Önce kasığının altından, sonra da boynunun üstünden sokuverdi kılıcı." diye başlayarak bir çırpıda anlattım yaşananları. Olben şaşırdı, Çalı'ya baktı süzdü. "Bu mu yaptı?" dedi. Ben de, "Evet, benden cesur çıktı. Ama bir kılıç yarası da almış. Biraz tedavi ettim, henüz tam iyileşmedi ama, sanırım atlatacak." dedim. Olben hemen eğilip, Çalı'nın yarasını inceledi. "Neyse ki derin değil yara. Biraz şanslıymış. Çok kılıç yarası görmedim ama çok yaşayanı da görmedim" dedi.

Sonra Olben artık yeni kılıç yaptırma riskini almamamız gerektiğini söyledi. Yavaş yavaş köylüleri eğitecektik. Hatta, benim daha önce önerdiğim okçuluk eğitimini de yapmamız gerekeceğini, çünkü henüz yeterince kılıcımız olmadığını söyledi.

Sonra Arten ve ben, kılıç antremanına geçtik. Gerçek kılıçla yapamayacağımız için, içi boş kılıç boyunda bir kargı çubukla yapıyorduk antremanı. Ben Arten'e zarar vermemek için yavaş vuruyordum, ama Arten o kadar merhametli değildi. Olben, üzerimizde zırh veya elimizde kalkan olmadığı için kılıç dövüşünü dikkatli yapmamız gerektiğini defalarca uyarırdı. Hatta bazen bağırırdı yaptığımız hatalara. Eğer kolumuza darbe aldıysak "Artık ikinci darbe kesin. Acıdan diğer kolunu kaldıramayacaksın" der, boynumuza aldıysak "Şimdi öldün, daha niye kılıç sallayıp duruyorsun boşuna!" diye kızar, karnımıza darbe aldıysak da "Şimdi gözün kararacak ve olduğun yere çökeceksin, boşa çabalama!" diye kızardı. Kılıcı kalkan gibi kullanmamıza da kızardı, "Kılıcınızın sağlamlığına güvenmeyin. Eğer kırılırsa hem kalkanınızı kaybedersiniz, hem de silahınızı. Silahınızı kaybederseniz de canınızı" diyerek yaptığımızın ne kadar ciddi bir iş olduğunu hatırlatırdı.

Galiba en çok azarı ben işitiyordum, Olben'den. Kadın olduğu için çok sert karşılık vermiyordum ve bu da daha çok hata yapmama sebep oluyordu. Hem Arten'den dayak yiyor, hem de Olben'den azar işitiyordum.

En son artık Arten'e şakayla karışık kızdım, "Şimdi yakalarsam sikeceğim seni" diye. "Yakalayamazsın ki" diyerek gülerek cevap verdi. Elimdeki kargıyı bıraktım. O da önce bir iki kargısını bana salladıktan sonra kenara attı ve "Seni devirirsem, kazandığımı kabul edecek misin?" dedi. "Kabul" dedim. Hemen bacağıma daldı ve neredeyse beni deviriyordu. Bir direğe yaslanarak ayakta durabildim. Sonra biraz çabalayarak ayağımı kurtardım ve onu ayağa kalkmak üzereyken belinden yakaladım. Kıskıvrak onu yere yatırdım. Halen kıvranıyordu. Yüzükoyun yere sabitledim. "Seni sikeceğim" dediğimden beri, onunla dövüşürken sikim kalkmıştı bile. Ön kolumla sırtına bastırarak, hareket etmesine engel olmaya çalıştım. Daha sonra iç donunu sıyırdım, dizine kadar. Güzel ve yuvarlak kalçası ortaya çıkmıştı. Bacaklarını çırpıyordu, o yüzden bacaklarını dizlerimin arasında sıkıştırdım. Bu arada Maren ve Olben bize bakıyorlardı. Pantolonumu çözdüm ve kalkmış sikimi çıkardım. Olben ve Maren dikkatle bana bakıyorlardı. Arten ise, kurtulmanın yolunu arıyor gibiydi ama, hem dizlerimle hem de ön kolumla sabitlemiştim onu. Sonra diğer elimle sikimi tutarak ona doğru eğildim ve ön kolumu sırtı yerine boynunun altına bastırdım. Sikimi kapalı bacaklarının arasından amına doğru itmeye çalıştım, ancak yüzükoyun ve yere düz haliyle ulaşamadım. Diğer kolumu bırakamadığım için, çok da fazla dikkatli bakamıyordum aşağıya. Ara ara sikimi bastırıyordum, amına sokacağım düşüncesiyle. Arten de kıvranıyordu altımda. Sonunda önce amı olduğunu düşündüğüm, fakat zorlayınca girmemesinden amı olmadığını anladığım göt deliğine bastırmaya başladım. Bu pozisyonda, tabii ki Olben ve Maren benim Arten'in göt deliğine bastırdığımı göremiyorlardı, sadece Arten'in hırlamasını duyuyorlar, kıvranmasını izliyorlardı. Bunu da kılıç dövüşü antremanına yorumluyorlardı. Sonunda sikim Arten'in göt deliğinden girdi. Özellikle bacaklarını şiddetle çırptı ve kıvrandı. Ben de yakalamışken, gidip gelmeye başladım. Birkaç gidiş gelişten sonra rahatladı ve çok sürmeden içine boşaldım. Kalkarken, Olben gördü ve bana bakarken göz kırparak gülümsedi. Olben anlamıştı, ama Maren anlamamıştı. Kalktıktan sonra, Arten'in ayağa kalkmasına yardım ettim. Yüzü kızarmıştı, kalkarken götünü kontrol etti. Sert davrandığım için özür diledim. O da, "Önemli değil, galiba hak ettim. Ben de galiba biraz ileri gitmiştim" dedi. Sonra hepimiz yataklarımıza yöneldik.

Sabah evde dört kadının ortasında tek erkek ve iki çocukla uyandım. Yapacak çok iş vardı.

Yorum Yap

Yorumlar