← Ana Sayfaya Dön

BİR ORTA DÜNYA HİKAYESİ 7

📌 FANTASTİK

Ostron seferleri çok dikkat çekmeye başlamış. Olben bir gece telaşla bizim kulübeye geldiğinde söylemişti bunu. Daha henüz iki köydeki Nordonluları donatacak kadar kılıcımız olmuştu. Eğer Ostronluları köylerimizden atacaksak, herkesi örgütlememiz ve herkesi silahlandırmamız gerekiyordu. Olben'e iyi bir okçu olduğumu, bir kısım da okçu yetiştirebileceğimizi söyledim. Nordon'da avcılık yasak olduğu için köylülerden okçu yoktu. Okçu olan eski muhafızlardan da kimse kalmamıştı. Olben ok eğitiminin açık alan gerekeceği için, şimdilik dikkat çekmeye gerek olmadığını söyledi. Kılıç yaptırmaya devam etmeliydik. Olben, eğer kılıç almamız için gerekli erzağı köy dışında bir yere saklayabilirsek, en azından köye giriş çıkışın dikkat çekmez. Kılıcı yaptırdığın yerde de önceden siparişini söylersen, fazla kalmazsın, orada da fazla dikkat çekmeden işini görebilirsin dedi.

İyi de köyün dışında nerede saklayabilirdim o kadar erzağı. Zaten köyün içinde bile saklamak zordu. Bir keşif gezisine çıkmaya karar verdim. Birkaç gün, yanımda biraz azık ve kendimi alıştırmaya çalıştığım ve elbisemin içine saklayabildiğim kılıcımla yola koyuldum. Henüz kış olduğu için, köyün dışında özellikle dağlarda oldukça soğukla, zaman zaman sert rüzgarlarla boğuştum. Buralara kimse gelmez, ama buraya nasıl gelirim diye de düşündüm. Gerçi gelsem de buralarda nerede sığınabilirdim ki?. Alabildiğine orman, her yer kar altında ve zaman zaman da alabildiğine sert soğuk rüzgarlar vardı. Artık iyice ümitsizliğe düşmeye başlamıştım. Karların üstünde yürürken bir an boşluğa düştüm. Gözüme doğru gelen tipi şeklinde kardan görememiştim. Meğer burası bir mağara girişi imiş. Önce bir yerim kırılıp kırılmadığına baktım. Bacağım biraz acımasına rağmen, hareket ettirebiliyordum. Zaten soğuktan hiçbir yerimi hissedemiyordum. Birazcık acı, hiç olmazsa bacağımın yerinde olduğunu söylüyordu bana. Ayağa kalktım. Mağaranın içine doğru yürüdüm. Rüzgar kesilince ne kadar sıcak gelmişti bana. Mağaranın girişi dar olmasına rağmen önce genişleyen, fakat sonra daralan bir uzantısı vardı. Sanırım daha aşağılara kadar gidiyordu. Benim için hem bir sığınma yeri, hem de erzakları saklama yeri olabilirdi. Yanımda getirdiğim, artık azalmış olan azığımı çıkardım. Biraz bir şeyler yedikten sonra, mağaranın havasıyla kendime geldim. Bir kaç gün boyunca gezindiğim için, tam olarak nerede olduğumu bilmiyordum. Ama köyden yeterince uzakta, Ostron'a da çok yakın değildim.

Biraz dinlendikten sonra, köye tekrar geri dönmek ve buraya geliş yolunu iyice bellemek üzere yola koyuldum. Kendime bazı işaretler belirledim. Ve gece yarısı köye vardım. Köydeki Ostron muhafızının bir eve girmesini bekledim. Sonra hızla kulübeme doğru koştum. Kapıyı Arten açtı. Çocuklar çoktan uyumuşlardı. Maren de, Arten de çok sevindiler. Hemen ateşin yanına oturdum. Ellerimden başlayarak kendimi ısıtmaya çalıştım. Anlattım onlara bulduğum yeri. Arten daha telaşlı ve daha istekli soruyordu. Maren ise endişeli. Onlara, bu erzak taşıma ve Ostron ziyaretleri sırasında, ne ev, ne de yakında başlayacak ekim ve çiftçilik işlerine yardımcı olamayacağımı söyledim. Maren, "Sen yeter ki iyi ol. Biz elimizden geldiğince yaparız" diye bana destek oldu. Biraz ısındıktan sonra, kendime geldim ve ancak bir şeyler yiyecek duruma geldim. Arten yiyecek bir şeyler çıkardı. Yemek yiyince artık kendimi güçlü hissetmeye başlamıştım.

Maren ve Arten'le ilişkim günbegün giderek karmaşıklaşıyordu. Arten’in bana ilgisine kayıtsız kalamıyor ve onunla daha iyi anlaşıyordum. Ancak Maren’e ise duyduğum saygı ve hayranlık ise iç dünyamdaki karmaşayı arttırıyordu. İkisi arasında denge kurmaya çalışıyordum. Maren belki olgunluğundan, belki kızını düşündüğünden, belki de bana çok fazla meyili olmadığından, beklediğim sıcaklıkla bir yakınlık göstermese de, ona karşı cinsel yaklaşımlarıma kayıtsız kalmıyordu. Belki de sadece seksi seviyordu. Benim, onun için anlamım sadece buydu. Biraz düşününce, sadece seks için arzulanmak güzel bir duygu gibi gelse de, etten kemikten bir insan olarak bunun biraz kendimi değersiz hissettirdiğinin farkına varıyordum. Bununla birlikte galiba Maren ile seksi, onun olgunluğundan, ne istediğini bilmesinden ve bazen beni yönlendirmesinden dolayı daha çok keyif alıyordum. O aralarda Arten’in bizi imrenerek bakması da gözümden kaçmıyordu. Maren ise Arten’le seks yaptığımız zaman, sanki duygularını daha iyi saklıyor gibiydi. Birkaç kez, biraz dinlendikten sonra birinden sonra diğeriyle seks yaptığımda, Arten’in normalde olduğundan daha istekli, Maren’in ise daha kontrollü seviştiğini hissediyordum. O yüzden, belki de Arten’i daha da kıskandırmak veya imrendirmek için önce Maren’le sevişip, biraz ara verdikten sonra Arten’le sevişmeyi daha çok tercih ediyordum.

Bu arada tabularımızı biraz daha fazla zorlar olmuştuk. Her ne kadar Nordon inancında çıplaklık ile seks tam ilişkilendirilmese de, tamamen çıplak sevişmek tabu olarak görülüyordu. Eğer ateşi yeterince kuvvetlendirirsek, üçümüz birde soyunup, genelde oyun şeklinde geçen dokunmalarla birbirimizi tahrik ederdik. Özellikle benim sikimin dokunarak veya dokunmadan canlanarak büyümesi, onları çok şaşırtırdı. Evet, oral seksi de yavaş yavaş onlar için tabu olmaktan çıkarmayı başarmıştım. Önceleri sikimin başını dilleriyle yalarlar, taşağımdan başlayarak sik ucuna kadar dillerini götürmeyi severlerdi. Tabii Maren Arten’e, Arten Maren’e çıplakken fazla yaklaşmak istemediği için, sırayla bana yaklaşırlardı. Taşaklarımdaki kıl yumağına aldırmadan taşaklarımı da ıslatırcasına emmeyi severdi Arten. Maren de sikimi daha coşkulu ve keyifle ağzına almayı seviyordu. Hatta sikimin ağzında büyümesini oyun gibi gördüğü için, daha sikim canlanmadan sikimi ağzına alıp büyütmesini seviyordu.

Ben de onların bana oral zevki yaşatmalarının karşılığı olarak omuzlarından başlayarak öperek, aşağılara inerek onları tahrik etmek, onları yakından ten temasıyla hissetmeyi seviyordum. Ten temasını daha çok Arten seviyordu. O yüzden ona sarılmam ve okşamam daha uzun sürüyordu. İkisi de halen bebek emzirdiği için meme uçları hassastı. Yine de memelerine gereken ilgiyi gösteriyordum. Çocuklar ağladığında, sırayla ilgileniyorlar, eğer birisi benimle meşgulsa, oyunumuzu bölmemek için, diğeri bebeklerle ilgileniyordu.

Galiba onlarla uzun gece sevişme oyunlarımız, birbirlerimizi daha iyi tensel tanımamıza sebep oldu. Artık onlar benim ne zaman boşalacağımı anlar hale geldiler, ben de onların nelerden hoşlandığını anlayıp, hoşlandıkları şekilde devam etmeyi öğrendim. Galiba Maren ne istediğini ve nelerden hoşlandığını dışa vurmak konusunda daha iyiydi. Tabii ona oral yaparken daha iyi öğreniyordum ve öğrendiklerimi Arten’de uygulamak çoğu zaman işe yarıyordu.

Artık boşalma konusunda da kendimi daha iyi kontrol ediyor, onların boşaldıklarından ya da en azından zevk aldıklarından emin olmadan boşalmıyordum. Aslında en çok içlerine boşalmamı sevseler de, tadına bakmak istedikleri için üstlerine ve bazen ağızlarına boşalmamı istedikleri de oluyordu. Tabii bazen olur olmadık yerlere dolgun spermlerimi fışkırtmak biraz ortalığı pisletiyordu, ama ondan da eğleniyorduk.

Evde zaman geçirmeyi, kışın bile olsa eğlenceli hale getiriyorduk ama artık yeni görevim için hazırlıklara başlamalıydım. Köyden çıkışımın fark edilmemesi için, gece çıkacaktım. Eşeği normalden biraz daha fazla yükleyecektim ki, daha az seferle taşımayı bitirebilirdim. İlk parti oldukça yavaş ve zor oldu. Hem yolu bulmak, hem de eşek için ey uygun rotayı bulmak oldukça zorlamıştı beni. Arada bir dinlensek de, ertesi gece yarısında dolunay ışığında kendime yol çizerek mağaraya ulaştım. Mağaraya girdikten sonra, eşekten yükleri indirdikten sonra, eşekle ben hemen dinlenmek üzere uzandık. O kadar yorulmuşuz ki, belki eşek benden erken uyanmıştır ama, öğlene kadar uyumuşum. Erzağı güzelce istifledikten sonra, tekrar geri yola çıktım. Köye varış ve çıkışlarımı gece yarısına denk getirmeye çalışıyordum. Erken vardıysam da geceyi bekliyordum, köye girmek için.

Birkaç hafta sonra, artık taşıyacağım erzak bitmek üzereydi. Zaten hava da, az da olsa ısınmaya başlamıştı. Son birkaç seferimden önceydi. Mağaranın yakınlarında bir çalılığın arkasında bir hareketlilik gördüm. Bir yaban domuzu, tavşan, sincap veya başka bir hayvan olabilirdi. Ama bu büyükçe hareket tavşan veya sincap olamazdı. Koyun postu görür gibi oldum ama, hiç bir koyun tek başına buralara kadar sağ salim gelemezdi. Cesaretimi toplayıp, çalının arkasına doğru hamle yaptım. Eğer bir av hayvanı ise, mağarada pişirip yiyebilirdim. Ne olduğunu anlamadan ve ben ona hamle yapmadan, o bana doğru atıldı. Elinde bir kısa bıçak olan bir kadındı! Üstüme atılmasıyla, elimdeki kılıç fırladı gitti. Zaten bir kadına karşı kullanamazdım. Kadın ise, aynı merhamet duygusunda değildi. Beni öldürmek için hamle yapıyor, karın üstünde yuvarlanıyor olmamıza rağmen, karın altındaki çakıl taşları ve kayalıklar sırtımı yaralıyordu. En sonunda bıçak olan elini kuvvetli bir şekilde kavramayı başardım. O ana kadar, bıçağa dikkat etmekten, kuvvetimi veremiyordum, kadın azıcık kuvvetiyle beni yerden yere yuvarlayabiliyordu. Sonunda kadının elinden, bıçağı düşürtebildim. Kadın bu sefer de boynuma doğru eğilip ısırmaya çalıştı. Elimle uzaklaştırmaya çalışınca da elimi ısırdı. Artık biraz daha sert karşılık vererek, onu kontrol altına aldım, ve yere sabitledim. Hem kendimin, hem de kadının nefesi sakinleşinceye kadar bekledim. Kadına adını sordum ama, kadından anlamlı bir ses çıkmıyordu. Kadın, sanırım Nordon ya da Sudron'dan kaçmış, muhtemelen Sudron'dan, bu dağlarda bir şekilde hayatta kalabilmişti. Ostron istilası ikinci yılını doldurmuştu. Demek ki kadın tek başına iki yıldır buralardaydı. Konuşmayı unutmuştu. Ona biraz güven vererek ve sakinleştirerek, ellerini de bırakmadan yavaşça birlikte ayağa kalktık. Onu eşeğime doğru çekerek götürdüm. Bütün vücuduna birkaç koyundan yaptığı bir kürk elbise ile kaplamıştı. Ayaklarına da yine koyun postundan, biraz kaba ama, bu dağlar için oldukça dayanıklı olacağını sandığım bir ayakkabı yapmıştı. Böylece, kışın sert soğuğundan korunabilmişti. Muhtemelen, artık ne bulduysa yemişti. Eşeğimin heybesinden, biraz kurutulmuş et ve ekmek çıkardım. Kadına verdim. Kadının çok aç olduğu belliydi zaten. Hemen kurt gibi elimden aldı ve yemeye başladı. Saçları püskül gibiydi. Yüzü çizikler içinde ve kirliydi. Elini söylememe gerek yok, hem çatlaklar içinde hem de tırnakları ve parmakları kirliydi. Zaten mağaraya çok yakın olduğum için, eşekle birlikte onu da mağaraya götürdüm. Muhtemelen mağarayı benden daha iyi biliyordu.

Gündüz dumanı uzak yerlerden görülür diyerek ateş yakmıyordum. Mağaranın içine girmiş olmama rağmen havanın kararmasını bekledim mağarada ateş yakmak için. Ateş yaktıktan sonra, kadının postlarını çıkarmasını istedim. Tabii direndi önce. Ateşi göstererek, gerek olmadığını işaret diliyle anlattım. Postun altındaki elbiseden, Sudronlu olduğunu anladım. Tabii o kıyafetler, bu sert kış iklimine uygun değildi. Soyundukça, cildinin de kötü bir durumda ve hatta yer yer kırmızı lekeler olduğunu gördüm. Muhtemelen, post altında terleyip soğumaktan olmuştu. Aslında güzel bir kadındı. Biraz dinlenmeye ve bakıma ihtiyacı vardı. Mağara imkanlarında onu yıkayarak temizlemek mümkün değildi. Bir bez parçasına bir tasta ısıttığım suyla ıslatarak, silerek temizlemeye karar verdim. Elbiselerini tek tek çıkardım. Artık bana güven duymaya başladığı için, fazla direnmiyordu. Sadece ne yapmak istediğimi anlamaya çalışıyordu. Islak bezle silmek üzere çırıl çıplak soydum. Önce ellerinden başladım silmeye ve kollarını sildim sonra. Bezi her ıslatıp sıktığımda, oldukça kir çıkıyordu. Bütün vücudu oldukça kesif bir koku içindeydi. Özellikle koltuk altı. Daha aşağılara gelmemiştim. Kadın temizlenmekten oldukça memnundu. Sanırım cildi nefes aldıkça o da rahatladı. Üşüdükçe ateşe doğru baktırıyordum. Sonra alt tarafını silmek üzere ayağa kalkmasını söyledim. Bacak arası, tahmin edilebilir şekilde kıllıydı. Oradaki koku daha sertti. Sanırım, aylarca birikmiş adet kanının kurumasından dolayı hem koku, hem de pislik birikmişti. Tabii ki, bu pisliklerin bir kısmı zaman zaman dökülen am kıllarıyla uzaklaşmıştı. Bacak arasını ve arkasını biraz detaylı sildim. Öyle ki, sanki amıyla ilgileniyor gibi hissetti. Sürekli gülümsedi bana, amını ve bacak arasını silerken. Ben de gülümsemesine karşılık gülümsedim. Bacakları nispeten daha hızlı bitti. 'Daha ciddi bir temizliğe ihtiyacın var' dedim ama anlamadı. Ya da anladıysa da, cevap vermedi. Kadına çalılığın arkasında bulduğum için, 'Çalı' diye seslenmeye başladım.

Çalı'nın bacaklarını da sildikten sonra oturdu ama giyinmedi. Ben de onun çıplak vücuduna bakarak gülümsedim. Ateşi arada bir karıştırıp, yeni odun attık. Çalı konuşmadığı için, öylecene konuşmadan karşılıklı oturmak tuhaf gelmeye başlamıştı. Üstelik halen çıplaktı. Ona doğru sokuldum. Ben yaklaştıkça sanki kendisini daha fazla güvende hissediyordu. Sonra sarıldım ona. Çizik yüzündeki gülümseme daha candan ve o dişleri daha beyaz gelmişti bana. Oturur vaziyette sarıldım ve yanağını ve boynunu öpmeye başladım. Kadın önce ne yapacağını bilemedi. Muhtemelen Sudron'da defalarca sevişmişti, sikişmişti. Ama son iki yıldır tam bir yaban hayatı yaşıyordu. Ne istediğini bile bilemiyordu belki de. Onu fazla zahmete sokmadan, ben de kendim elbiselerimi çıkardım. Elimle amını okşadım, memelerini avuçladım ve boynunu öptüm. Sonra koyun postlarını kendimize yatak yapıp onun üzerine uzandık. Henüz sikim uyanmamıştı. Memelerini öperek avuçluyordum ama kadında pek tepki yoktu. Daha sonra sertçe memelerini sıkmaya ve meme uçlarını hafif sertlikle ısırmaya başladım. Kadın sanki daha fazla tahrik oluyordu bu sertlikten. Hemen sertliğimin dozunu hafifçe arttırdım. Kadına şaplaklar atıyor, sertçe mıncıklıyor ve hafifçe ısırıyordum. Tabii o da bana aynısını yapmaya başladı. Sanki birbirimizle sevişmiyor, birbirimize ufak zararlar vermeye çalışıyorduk. Sikim artık kalkmıştı. Üstüne çıktım. Üzerine eğilerek sikimi yavaşça amına soktum. Gözüm, o vahşi amındaydı. Muhtemelen en az iki yıldır sikilmemiş olmasına rağmen, hala kaygan ve sıcak bir şekilde işlevseldi. Bir iki kere gidip geldikten sonra, başımı Çalı'nın yüzüne doğru kaldırdım. Onu öpmek üzere eğildim. Öpmeye çalıştığımda dudağımı ısırdı. Zor kurtardım dudağımı. Sonra beni arkaya doğru itti ve üzerime çıktı. Dizlerinin üzerinde bu sefer o gidip gelmeye başladı. Eğildi ve bu sefer omzumu ısırdı. Ben de refleksle yüzüne tokat attım. Çok hoşuna gitmiş gibiydi. O da bana vurdu. Memelerini sertçe sıktıkça hoşuna gidiyordu. Üstümde ritmi o ayarladığı için, çok sert ve hızlı gidip geliyordu. Boşalmak üzereydim ama, o boşalmadan ben boşalırsam, çok sinirlenir diye düşündüm. Nitekim de öyle oldu. Ben boşaldıktan sonra da gidip gelmeye devam etti. Artık sikim iyiye yumuşayınca sinirlendi, son bir kez tokat attı bana. Gerginliğinden dolayı, onun son tokatına cevap vermedim. Sonra ben giyindim ve onun da giyinmesini istedim. Gece onun koyun postlarının altında sıcak bir uyku çektik, birbirimize sarılarak.

Sabah tekrar köye son birkaç turumdan birini yapacaktım. Dönüşte Çalı için de, birkaç kışlık elbise ve yıkanabilmesi için birkaç gereç getirdim. Ona önce sözlü, daha sonra anlamamasına ihtimal vererek, mağarada kalmasını ve ertesi güne kadar beni beklemesini söylemiştim. Mağaraya geldiğimde, Çalı yoktu. Eşyaları bıraktım ve erzağı her zamanki gibi istifledim. Eşeği, mağarada bıraktıktan sonra etrafı kolaçan etmeye çıktım. Buralarda hiç insan görmediğim gibi, insan izine de rastlamamıştım. İzleri takip ederek, Çalı'nın gittiği yeri bulurum diye düşündüm. Çalı iz bırakmadan yol almayı öğrenmişti sanırım. Bir türlü herhangi bir iz bulamadım. Rasgele bir doğrultuda yol aldım. Sanırım bir kaç saat yürümüşümdür. Hatta bir ara, Ostron yoluna çıkacağım diye de korktum. Halbuki Ostron yolu daha da uzaktaydı. Bir tepeyi aştıktan sonra aşağılarda bir sesler ve tıkırtılar gördüm. Sessizce yaklaştım. Çalı'yı bir Ostron muhafızı yakalamıştı. Kılıcıyla onu korkutarak eğleniyordu. Muhafızın kahkahaları uzaktan duyuluyordu. Çalı çaresizce, elleri arkasında oturmuş, dönüp duruyordu. Çalı bir yandan da, muhafızın hareketlerini gözlüyordu. Buna anlam verememiştim. Sanki Çalı bir şey planlıyordu. Kaçacak mıydı? Sorumun cevabını çok geçmeden aldım. Çalı, benden çaldığı kısa kılıcı, muhafızın zırhının bittiği noktadan, bacak arasından sokarak iç organlarına kadar itmişti. Muhafızın kahkahaları birden kesildi ve muhafız dizlerinin önünde çöküverdi. Kılıcını kaldıracak gücü kalmamıştı muhafızın. Çalı kısa kılıcı çekti muhafızın bacak arasından ve ayağa kalkarak, yine zırhın bittiği noktadan boynunun arasından iç organlarına kadar itti kılıcı. Bu kılıcın bu kadar etkili kullanılabileceğini düşünmemiştim. Çalı vahşice sesler çıkararak, kılıcı muhafıza sapladığı yerden çekti. İlk kan damlaları yaptırdığımız kılıçtan akmıştı.

Yorum Yap

Yorumlar