Babam sert bir adamdı. Fazla konuşmazdı, bütün Nordonlular gibi durarak konuşurdu. Zaten birinin Nordonlu olup olmadığını yavaş ve durarak konuşmasından anlayabilirdiniz. Nordon'da zaten kışın kar ve soğuk rüzgarlarda, yazın iki ay da sıcakta çalışmak insanı sertleştiriyordu. Ben de büyüyünce bunu anlamıştım. Annem de az konuşmasına rağmen, babamı sakinleştirirdi. Sanki konuşmadan anlaşırlardı. Babamın rahatladığı ve nispeten gülmeye yakın yüz ifadesini takındığı zamanlar, annemle yakınlaştığı zamanlardı. Biz çocukken, onları beş on adım öteden izleyebilirdik. Hem çocuk olduğum için, hem de zaten onlar tam soyunmadığı için ne yaptıklarını tam anlayamazdım açıkçası. Sadece annemin de, babamın da nefeslerinin değiştiğini, ikisinin de ağızlarının açık gözlerinin ya kapandığını ya da döndüğünü uzaktan fark edebilirdik.
Nordon kışları sert olurdu. Biz çocuklar, ya birbirimize sokulup uyur, ya da üstümüzde kat kat yorgan olurdu. Annemin yaklaşık ikişer yıl arayla beş çocuğu olmuş, benden büyük olan ablam daha bebekken ölmüş. Bir ablam ve ondan büyük iki abim vardı. Ben genelde ablamın yanında uyurdum. En büyük abim, ben 11-12 yaşlarındayken kral muhafızı olmak üzere evden alındı. Daha sonra ondan haber alamadık gerçi.
Çocukluğum Nordon'un şartlarında kötü geçmemişti. Benden büyük olsalar da, ya kardeşlerimle, ya da komşu çocuklarla oynardık. Kışın kar ve rüzgardan dışarı pek çıkamadığımız için genelde kardeşlerimle oynardık. Özellikle çok küçükken bize bir şey yaptırmazlardı. Yine de küçükken de bize yapabileceğimiz kadar görev verir ve hatta öğrenmemiz için daha fazlasını yaptırırlardı. Özellikle biraz büyüdükten sonra, kendimizi göstermek için yapamayacağımız işlerin altına da girer, sonunda yine büyüklerimiz bitirirdi o işleri.
Uzun kış günlerinde, ayda bir, kulübemizde sırayla bir tahta teknenin içinde sıcak su hazırlayarak, kül ve yağın kaynatılmasıyla yapılmış sabunla yıkanırdık. Önce babam yıkanırdı. Babamı, annemi ve diğer kardeşlerimi ancak bu banyo günlerinde çıplak görürdüm. Her ay olan bir olay olduğu için hiç cinsel bir etkileşim olarak aklıma gelmedi. Yine de, babamın cinsel organını; benden büyük ablamın benden önce gelişimini; annemin ilk başlarda ablamda ve bende olmayan, bacak arası ve koltuk altı kıllarını; abilerimin utangaç ama gelişen vücutlarını görerek bilgilenirdim. Erkekler ile kadınlar arasındaki farkları bu şekilde öğrenmiştim. Ha bir de, sabahları babam ve abimlerin tuvalette çiş sırası beklerken penislerinin büyümüş olduğunu görürdüm. Penislerinin bu kadar değişebilecebileceğini düşünmemiştim.
Kendi vücudumla ilgili ilk farkettiğim olay, bir soğuk kış gününde ellerimi ısıtmak için bacak arama götürdüğümde, bir yerlerimin hassas olduğunu hissetmemdi. Bu hassas yeri ovmaya devam ettiğimde, yarığımdan sızıntı çıktığını ve ıslandığımı, bundan da çok hoşlandığımı fark ettim. O geceden sonra, neredeyse her akşam, uyumadan önce o hassas yerime dokunuyordum. Tabii, kimsenin haberi olmuyordu bundan. Taa ki, bir gece annemle babamı birbirleriyle yakınlaşırken kendime dokunana kadar. Bir ara annemle göz göze geldik ve benim gözlerimin döndüğünü farketti. O gece bana bir tepki vermedi. Ertesi gün, beni bir kenara çekerek, ne yaptığımı bildiğini, herkesin içinde bunu yapmamamı tembihledi. Utanmıştım, çünkü bir şekilde yaptığım şeyin diğer insanlara anlatılacak bir şey olmadığını zaten bir şekilde hissediyordum.
Bacak aramda ve koltuk altımda kıllar çıkmaya başlayınca artık bir genç kız olmaya başladığımı ve büyüdüğümü farkederek gururlanmaya başladım. Bir gün bacak aramdan kan geldi. Anneme hasta olduğumu söyledim. O da ne olduğunu sordu, anlattım durumu. O da, bana bir pamuk bez vererek bunu uzun donumun içine koymamı, her gün değiştirerek yıkamamı söyledi. Annemin bazen küçük pamuk bezleri yıkayıp kuruttuğunu görürdüm, bunun onun için olduğunu bilmezdim.
Köyde en çok tabii ki, komşularımız ve çocuklarını tanımama rağmen, köydeki etkinliklerde ve büyüklerin hasat sonrası ziyaret değişimlerinde diğer çocuklarla da oynardık. Nordon'da genç kızlar büyüdükçe özellikle yaşıtı diğer erkeklerin dikkatini çekmeye başlardı. Erkekler de, bu kızlarla konuşmaya çalışır ve onları kuytu bir yere götürürlerdi. Tabii bunun geceleri annemle babamın yaptığı şey olduğunun farkındaydım. Ben de artık büyüdüğümü hissediyordum ve büyüklerin yaptığı şeyi de yapmak istiyordum. Bir gün nehirden dönüşte, köyden tanıdığım gençlerden biri bana seslendi. İsmimi biliyor olmasına şaşırmıştım. Birbirimizi tanıyorduk ama daha önce hiç konuşmamıştık. Bana ilgi göstermesi hoşuma gitmişti. Yavaş yavaş konuşurken beni patikadan, ağaçların arkasına doğru götürdü. Neden oraya gittiğimizi ilk başta anlayamamıştım. Artık insanların bizi göremeyeceği bir yere gelince bana sarıldı gülümseyerek. Sonra elbisemin üzerinden memelerimi okşadı. Daha sonra hızla eteğimi kaldırıp uzun donumu indirdi. Amımı okşadı bir süre, benim yaptığım şeyi başka birinin yapması açıkçası hoşuma gitmişti. Daha sonra hızla beni döndürüp, eğilmemi sağladı. Arkama geçip, sikimi yavaşça ıslak amıma soktu. Tuhaf bir histi, ama henüz büyük bir zevk almıyordum. Girip çıkmaya başladı amıma. Kısa bir süre sonra da boşaldı. Kendi ıslaklığım başka bir ıslaklıkla birleşmişti. Genç hızla toparlanıp, benden uzaklaştı. Ben uzun donumu yukarı çekip olan şeyde ne hissettiğimi anlamaya çalıştım. O her gece, annem ve babamın kendilerinden geçerek yaptıkları şey bu muydu. Ya da ben, çok mu büyütmüştüm bu olayı zihnimde. Hem biraz acımıştı, alışır mıydım. Eve döndüğümde, uzun donumda birkaç damla kan olduğunu görmüştüm. Nasılsa kimse görmeyecekti.
O günden sonra, köyün diğer genç oğlanları beni konuşmak için arka köşelere götürmeye çalıştığında biraz çekiniyordum. Ama bir gün güzel yüzlü ve yumuşak huylu bir genç beni bir şey göstermek için ahıra götürdü. Orada yeni yavrulamış bir inek ve buzağı gösterdi. Buzağı ve inek hakkında konuştuk biraz. Sonra bana sarıldı, köşeye kuru otların olduğu yere doğru götürdü. Yere yatırarak, sarıldı ve dudaklarımı, boynumu öptü. Üst elbisemi sıyırarak, memelerimi açtı ve memelerimi avuçlayarak öptü. Ve en son eteğimi kaldırıp uzun donumu çıkardı. Sonra o pantolon ipini çözerek pantolonunu çıkardı. Üstüme çıktı ve sikini amıma soktu. Göz göze gelerek, yavaş yavaş içimde gidip geldi. Evet buydu, büyüklerin zevk aldığı şey buydu. Bu sefer farklı hissediyordum ve bir süre sonra titremeye başladım. Genç çocuk bendeki değişimi şaşırmıştı. Muhtemelen daha önce beraber olduğu hiçbir kız bu şekilde olmamıştı. Titremelerim sürerken genç çocuk da boşaldı içime. Beraber, kapıya doğru bakıp birinin gelip gelmediğini kontrol ederek, yavaşça giyindik. Ayrılırken, yine buluşuruz diye konuşarak ayrıldık.
O gün ahırdan ayrıldıktan sonra, kendimi çok farklı hissediyordum. Aradığım erkek buydu sanırım. Büyükannem, bütün erkeklerin aynı olduğunu söylerdi. Acaba ne için söylerdi bunu bilmiyorum. Hepsinin de sikinin aynı olduğunu mu söylemeye çalışırdı. Yoksa, hepsiyle de öyle ya da böyle anlaşırsın mı demek isterdi. Nordon'da gençler, ancak yeni bir kulübe yapılırsa veya evin babası öldükten sonra, ayrı eve çıkmamış en büyük oğlan ile o eski kulübede beraber yaşamaya başlarlardı. Bu Ostronluların evliliği gibi bir bağlayıcı birliktelik değildi, ama beraber yaşamaya başlayan çiftler çok nadiren ayrılırlardı. Birincisi, genelde bu birliktelikleri büyükbaba organize ederdi, ona saygıdan ayrılmazlardı. İkincisi, kadının yeni bir erkeğe gitmesi için, onun evinin boş, yani başka bir kadın olmaması gerekiyordu. Hem kadının kendi çocukları ile başka erkeğe kabul ettirmesi zordu. Bu yüzden, ancak kocası ölmüş kadınlar veya karısı ölmüş erkekler yeniden eşleşiyordu.
Beni de büyükbabam, köyde daha önce bir yerde beraber olduğum Nivlen ile eşleştirdi. Nivlen güçlü kuvvetli bir erkekti, ama babam gibi, daha doğrusu bütün Nordon erkekleri gibi pek konuşkan değildi. Birbirimizle daha önce beraber olduğumuz için, cinsel açıdan birbirimizi tanıyorduk ama uzun uzun konuşmamıştık. Hasat mevsimi sonunda, bütün köy yardımlaşarak Nivlen'e yeni bir kulübe yaptılar. Ben de bir süre sonra içinde yaşayacağım kulübeyi, uzaktan yapılışını seyrettim. Kulübe bittiğinde birkaç küçük eşyamı alıp, kulübeme ve bana yıllar boyunca yuva olacak yere taşındım.
Nivlen, sessiz ve sert görünümünün altında şefkatli ve sevecen bir kişiliği vardı. Akşamları ateşin karşısında birbirimize hikayeler anlatır ve sonra tabii ki sevişirdik. İlk aylarda sevişmelerimiz, telaşlı eski beraberliklerden uzak, sanki yeni şeyler keşfediyormuşuz gibi şaşkın ve yavaştı. Her akşam birbirimizin zevklerini keşfediyor ve ona göre sikişiyorduk. Bir yıl kadar sonra ilk çocuğum oldu. Ve yaklaşık her iki senede bir çocuğum oldu. Nivlen ile birbirimize saygılı idik ve görevlerimizi bilerek yardımlaşırdık. Ben ev işlerini yapar, evin önündeki bahçede mevsiminde sebze yetiştirirdim. Tabii ki hasata da yardım ederdim. O da odun toplama ve su getirme işini yapardı.
Hasat sonrası vergiciler ve kralın muhafızları gelmeden, köyde şenlikler olurdu. O hafta, sanırım köyün yıl içinde en mutlu olduğu dönem olurdu. Hasat haftası geceleri, eşler köyden birilerinin kulübesine ziyaret eder, onların çocukarını kendi evlerine gönderip, o gece birbirleriyle hasat eşi değişimi yaparlardı. Bu ömür boyu aynı kadın ve erkekle beraber olan çiftlerin farklılık arayışına cevap oluyordu bir haftalığına. Zaten Nordon'da hasat haftası anlaşmalı eş değişimden başka, eşler hep birbirlerine sadık oluyorlardı. O hafta, tabii ki çakışmalar olmaması için, önceden aileler birbirleriyle konuşuyor ve her gün birisiyle sözleşiyorlardı.
Böyle bir akşam, Nivlen'le benim çocukluk arkadaşım Elber'le sözleştik. Onların çocuklarını alıp, bizim eve bıraktık. Elber, bizim ziyaretimiz için hazırlık yapmıştı. İçki çıkarmıştı ve o da benim kadar heyecanlıydı. Hasattan, günlük işlerden konuştuk. Sohbet ilerledikçe gerilmeye başlamıştık. Elber ile gözgöze gelip, ilk kim harekete geçecek diye bakışıyorduk. Sonunda Elber'in kocası ayağa kalkıp beni elimden tutarak kaldırdı ve yatağına doğru götürdü. Nivlen ve Elber ateşin önünde kaldılar. Elber'in kocası sert bir adamdı, ya da benimle öyle sevişiyordu. Nivlen'den daha aceleci ve sertti. Önce o üstüme çıktı, sonra beni çevirdi ve dizlerimin üstünde arkama geçti ve en son ben onun üstüne çıktım. Onun üstüne çıktığımda artık kendi ritmimi ayarlayabiliyordum. Bu esnada ateşe doğru başımı çevirdim, Nivlen ve Elber oldukça ateşli sikişiyorlardı. Elber çok memnun görünüyordu. Önce Elber'in kocası boşaldı. Sonra, Elber'in kocasıyla ben, yatağın üstünde oturup Nivlen'in boşalmasını bekledik. Nivlen de boşaldıktan sonra, yavaşça toparlandık ve giyindik. Sonra seneye için de tekrar sözleştik.
Hasat sonraki hafta vergiciler ve kralın muhafızları gelirdi. O mutlu şenlik havasından bir şey kalmazdı. Herkes hasatını düşük göstermeye çalışsa da, özellikle vergiciler, geçen senenin kayıtları ve diğer köylülerin hasatına bakarak bazen köylünün düşündüğünden fazlasını vergi keserdi. Kral muhafızları, zırhlı elbiseleriyle hantal ama köylüye gözdağı verir şekilde yürürlerdi. Atlarından pek inmezlerdi ama istedikleri evin önünde durur ve onlara kendilerine iyi ağırlamalarını söylerlerdi. Köylüler de korktukları için, yapabildikleri en iyi şekilde onları ağırlarlardı. Muhafızlar, evdeki herhangi bir şeyi el koyabiliyorlardı. Gerçi bunu pek yapmıyorlardı. Girdikleri evdeki kadından hoşlanmışlarsa, onu evin arkasına götürüp beraber oluyorlardı. Bunu diğer insanların yanında yapmamalarının sebebi, köydeki saygınlıklarının zırhsız hallerini gördükleri anda kaybolacağını düşünmelerindendi. Bunu ancak, arka köşeye götürdükleri kadın görürdü. Nitekim, ben de bu şekilde gördüm.
Nevlin, vergici memura hasatımızı gösterip, ona hesaplattırırken, muhafızın biri evimizin önüne geldi, ben hemen çocukları içeri girmelerini söyledim. Muhafız zırhlı kıyafetiyle, atından yavaşça ve zorlanarak indi. Ben tedirgin sesimle hemen, bir şeyler yemek isteyip istemediğini sordum. Hayır istemiyorum dedi ve içeri girdi, arkasından ben de girdim. Çocukları dışarı çıkarmamı söyledi. Çocuklar benim sözümü beklemeden çıktılar. Muhafız, önce kaskını, sonra kolluk, omuzluk, zırhlı üstlük ve bacak üstü zırhlarını çıkardı. Her zırh çıkarışında sanki o üstündeki azamet, korku verici tavrı yok oluyordu. En son çırılçıplak kalmıştı. Yüzü çirkindi ve vücudu kokuyordu. Hiçbir köylü iki ay yıkanmasa bile bu kadar kokmazdı. Kendisinden sonra benim de tamamen soyunmamı söyledi. Çıplak hali, hiç de korkutucu olmamasına rağmen, söylediklerini yaptım, soyundum. Nordon'da çıplak seks yapmak tabuydu, çocuklarımız sakat doğardı veya doğmuş çocuğumuz ölürdü. Muhafızın sözüne karşı gelemezdim. Korkuyla, soyundum ve o söylemeden yatağa uzandım. Sanki uzun zamandır seks yapmamış gibi üzerime atıldı, memelerimi sertçe avuçlayarak bacak arama girdi. Sikini sertçe soktu amıma. Normalde hiç duymadığım şekilde sesli şekilde homurdanarak sertçe sikti beni. Neyse ki çok sürmeden boşaldı. Giyinmesi, soyunmasından daha uzun sürdü. Ben üzerime kokusunu sindiğini hissediyordum, kendimden tiksinmeye başlamıştım. Muhafız zırhlarını giyindikten sonra, gururlu bir şekilde önümden yürüyerek evden çıktı. Vergici hesaplarını bitirmişti ve hasatın neredeyse yarısından fazlasını ayırtmıştı. Nevlin çok çökmüştü. Ben de muhafızın kokusu üzerime sindi mi, bende kokuyu hissediyorlar mı diye, kendimden iğrenir durumdaydım.
Daha sonra at arabaları ile vergileri toparlayıp götürdüler. Biz Nortonlu köylüler kralın şatosuna hiç gitmedik. Ancak muhafız olarak yetiştirilmek üzere seçilen genç çocuklar ve hizmetçi olarak seçilen genç kızlar şatoya giderdi. Kral köyümüze gelmezdi. En azından, benim bildiğim dönemde hiç gelmedi. Ancak, komşu krallıklara gösteriş yapmak için bazen büyük yemekler verirdi, o zaman görürdük. Onda da, köylerden topladıkları erzak ve hayvanlarla yaparlardı o büyük yemekleri. Bize de o yemekten arta kalanları toplamak düşerdi.
Köylerimize yılda birkaç kez Ostronlu tüccarlar uğrardı. Onlara büyük hayvanlarımızın derileri ve onlardan yapılmış eşyalar, bazı nadir otlar ve bize yetiyorsa erzak verir, onlardan genelde metal eşya alırdık. Ostronlu tüccarlar kaba olurlardı ama bize ihtiyacımız olan eşyaları getirirlerdi. Her geçen yıl, Ostronlular bizim köyümüze daha dikkatle gezmeye ve incelemeye başladılar. Diğer Nordon köylerinden duyduğumuz kadarıyla, Ostronlular Nordon'a saldırmaya ve istila etmeye hazırlanıyorlarmış. Hatta bazı Nordonlu köylüler kaçmaya başlamışlardı. Ama nereye gideceklerdi. Kuzeyde daha soğuk bir dünya, güneyde dağların arkasında bizi sevmeyen Sudronlular ve batıda da ucunun neresi olduğunu bilmediğimiz deniz vardı. Şansını deneyenler denize açılıyordu. Nevlin ile bu söylentileri duyunca ne yapacağımızı düşündük. Nevlin gençliğinde dağlarda çok gezerdi. Nordon'da av yasaktı, daha doğrusu kralın ailesi dışında kimsenin avlanması yasaktı. Yine de Nevlin bir gençken, Nordon dağlarında, bir vadi sırtlarında muhtemelen bir av kulübesi ya da daha önce orada yerleşmiş birilerinin terk ettiği bir kulübe gördüğünü, eğer halen boşsa oraya taşınabileceğimizi, dağların arasında bir vadi olduğu için Ostron istilasında fark edilmeyeceğini söyledi. Ben de önce orasının halen yerinde durup durmadığını kontrol etmemiz gerektiğini söyledim. En büyük oğlum ile Nevlin, oraya doğru keşif gezisine çıktılar. Dönüşte, büyük oğlum maalesef karanlıkta ayağı kayıp kayalıklardan yuvarlanmış ve ölmüş. Onun acısını yaşarken, küçük kızım da hastalandı ve o da biz hazırlıklarımızı yaparken öldü. Nevlin'in söylediğine göre kulübe bakımsızmış, ama biraz çalışarak yaşanabilir hale getirebilirmişiz. Eşyalarımızı birkaç seferde ve diğer köylülerin dikkatini çekmeden taşıyacaktık. Önce hayvanlarımızı götürdü Nevlin. Köylülere onları sattığımızı söyledik. Sonra eşek sırtında Nevlin, birkaç seferde eşyalarımızı, dikkat çekmeyecek şekilde götürdü. Her seferinde evde eşya azalıyor ve evde yaşam güçleşiyordu. Yine de istiladan kurtaracak bir yere gitme umuduyla dayanıyorduk. Evden ayrılmadan önceki gün, küçük oğlum köyün dışında muhafıza rastlamış. Muhafız, bir yere kaçacağından şüphelenip oğlumu sorguya çekmiş, oğlum da hiç sır vermemiş. Bunun üzerinde çıkan kavgada oğlumu öldürmüş. Kralın muhafızları böyleydi, köylüleri korumaktansa kralı korurlardı. Bizim hiç değerimiz yoktu, onların gözünde.
En son gecenin karanlığında, sessizce yola çıktık. Nevlin defalarca gidip geldiği için artık karanlıkta da yol bulacak seviyedeydi. Gece yine de bir yerlerde mola verip uyuduk. Sabah yeniden yola çıkarak vadideki kulübeye geldik. Kulübe bahsedildiği gibi bakımsızdı, ama herşeyi tamir ettik, tuvaleti yaptık. Ben bahçeye biraz sebze ektim. Artık Nordon'daki düzenimizi buraya kurmuştuk. Nevlin, kışa doğru, vadinin aşağısındaki düzlüğe bir şeyler ekti. Artık, erkeğim ve kızımla birlikte yeni yuvamız burasıydı. Kızım yeterince büyüdüğü için, onun yanında çekinmiyorduk akşam ateşin önünde sevişirken. Sadece onun da canı isteyebileceğinden çekiniyorduk, o da gülümseyerek, önemli değil derdi.
Kışın ilk karı yağmadan Nevlin, köydeki son durumu kolaçan etmek için gizlice köye indi. Döndüğünde dehşet içindeydi. Köydeki çoğu ev yakılıp yıkılmıştı. Tabii kral da kendini kurtaramamıştı. Birkaç yüz zırhlı muhafızı kralı halkından koruyordu, ama atlı kılıçlı binlerce Ostron savaşçısına karşı hiçbir şey yapamamıştı bu muhafızlar. Nevlin bunları anlatınca, krala ve muhafızlara tabii ki hiç üzülmedim. Ama köylülere üzülmüştüm. Acaba kimler hayatta kalmıştı merak ediyordum.
Nevlin, kışın ilk karı yağdığı sıralarda önce ayağını kırdı ve iki hafta içinde ateşlenerek hastalandı ve öldü. Anne kız bu vadide baş başa kalmıştık. Hayattaydık ve hayatta kalmaya devam edecektik.